30 Eylül 2018 Pazar

21. YÜZYIL İÇİN 21 DERS



21. YÜZYIL İÇİN 21 DERS

(21 Lessons fort he 21st Century)

Yuval Noah Harari

2018

Türkçesi: Selin Siral

Kolektif Kitap

1. Baskı – Eylül 2018

331 sayfa


Yuval Noah Harari’nin


Ve


kitapları beni çok etkilemişti. Çok ufuk açıcı olmuştu. O yüzden yazarın bu kitabını da büyük bir şevkle aldım ve keyifle okuyup bitirdim.

*

21. Yüzyıl meselelerini 21 başlık altında değerlendirmiş yazar:

1) Uyanış

2) İş

3) Özgürlük

4) Eşitlik

5) Topluluk

6) Medeniyet

7) Milliyetçilik

8) Din

9) Göç

10) Terörizm

11) Savaş

12) Alçakgönüllülük

13) Tanrı

14) Laiklik

15) Cehalet

16) Adalet

17) Hakikat Sonrası

18) Bilimkurgu

19) Eğitim

20) Anlam

21) Meditasyon

*

Kitabın ilk sayfalarındaki şu sözler biraz can sıkıcı:

“2018’de yaşayan alelade bir vatandaş kendini gitgide daha işe yaramaz hissediyor.” Sf 25

İşin kötüsü bugün kendini işe yarar bir işte geliştirsen ve uzman olsan bile bundan 10-20 yıl sonra o işe hala gerek olup olmadığı belli değil.

Teknolojinin son derece hızlı bir şekilde geliştiğini ve 2050 yılında neler olacağını bugünden söylemenin pek mümkün olmadığını anlatıyor yazar.

Yapay zekalar olacak, evet.

Ancak bu yapay zekaları geliştiren insan gücü de bir noktaya kadar gerekli olacak. Ama belki daha da ilerleyen yıllarda bu insan gücüne de gerek kalmayacak, işte o insanlar o zaman ne yapacak?

Burada akıl sağlığını korumanın öneminden bahsediyor yazar. Yeni teknolojiye uyum sağlamak ve öyle bir dünyada yeni tanıştığın iş kolu hakkında eğitim almak için harcadığın zaman içerisinde o iş kolu da eskiyebilir.

Buradan da eğitime bağlıyor konuyu. Mevcut eğitim sistemlerinin öğrencileri sınıfta toplayıp bilgi vermek üzerine kurulu olduğunu, halbuki zaten sürekli bilgiye maruz kaldığımızı, asıl önemli olanın hangi bilginin doğru hangisinin yanlış, hangisinin gerekli hangisinin gereksiz olduğunu kavramayı sağlayacak bir eğitimin verilmesi gerektiği.

*

Sık sık Facebook ve benzeri internet sosyal medya mecralarının verilerimizi topladığını anlatan yazar, bu veriler kullanılarak oluşturulacak algoritmalardan bahsediyor. Öyle ki bizi bizden daha iyi tanıyan bu algoritmik sistem sayesinde hangi okulda okuyacağımın, hangi mesleği yapmam gerektiğinin, kiminle evleneceğimin cevabını alabilir, böylece yanlış karar vermeden hayatımı sürdürebilirim.

Bu durum aslında insan olarak bizlerin kendimizi tanımak gibi kağıt üzerinde kolay gibi gözüken fakat aslında hiç de öyle olmayan bir kabiliyetten yoksun olduğumuzu gösteriyor. Ben aslında kimim?

Beynimiz çocukluğumuzdan beri önce bizi yetiştiren anne-baba, ardından devlet politikaları çerçevesinde gelişen eğitim sistemi ve şimdilerde medya etkisi ile şekilleniyor. Bunların içinde ben kendimi asıl öz benliğimi nasıl bulabilirim?

Bulamayacağım ve benim beyin nöronlarımdan, duygu durumumdan nelerin bana iyi geldiğini nelerin kötü geldiğini anlayan algoritmalara başvuracağım.

Böyle bir yaşamda Tanrı’ya yer olmayacağı kanaatindeyim ben.

Yazar da Tanrı ve din konularının zaten kurmaca olduğunu söylüyor. Bu kurmacalar hem insanlar kendilerini iyi hissetsin hem de topluluklar varlığını sürdürebilsin diye var.

“Peki insanlar neden bu kurmacalara inanıyor? Anlatıları, bu tür anlatıların doğruluklarını sorgulayıp teyit etmek için gerekli zihinsel ve duygusal bağımsızlığı kazanmadan önce anne babalarından, öğretmenlerinden, komşularından ve toplumun genelinden duyuyorlar. Zihinleri olgunlaştığında anlatıya o kadar yatırım yapmış oluyorlar ki akıllarını, anlatıdan şüphe etmek yerine anlatıyı akla mantığa uygun hale getirmek için kullanmaları çok muhtemel.” Sf.257

İnsanlara bugüne kadar (30 yıl, 40 yıl…) inandıkları bir şeyin aslında hiç olmadığını sorgulamaları kolay olmaz. Zira onca yıl inandıkları şeyin aslında olmadığını fark ettikleri anda düşecekleri boşlukta ne yapacaklarını bilemeyebilirler.

Bir arkadaşıma Harari’nin Sapiens ve Homo Deus kitaplarını önermiştim. Bu kitaplardaki bilgilerle de Tanrı kavramını konuşmuştuk. Bu kitapları okumak istemediğini, korktuğunu söylemişti. İnancının sarsılacağından korkuyormuş.

Bana şaka gibi hatta ahmakça geliyor ama evet böyle insanlar var.

*

Yapay zeka demişken insansız, otonom arabalar bahsi var.

Bu arabalar konusunda şöyle bir soru ortaya atıyor yazar:

“Diyelim ki top peşinde koşturan iki çocuk bir otonom arabanın önüne atlıyor. Arabanın algoritması şimşek hızıyla yaptığı hesaplamalar sonucunda bu iki çocuğa çarpmamanın tek yolunun ters şeride direksiyon kırıp yaklaşan kamyona çarpma riskini göze almak olduğu sonucuna varıyor. Algoritma çarpışma gerçekleşirse arkada mışıl mışıl uyuyan araç sahibinin ölme ihtimalinin yüzde 70 olduğunu hesaplıyor. Bu algoritmanın ne yapması gerekir?” sf.67

Filozofların tartıştığı vagon problemlerine benziyor bu konu. (Bkz: Felsefenin Kısa Tarihi)


( Kontrolden çıkan trenin beş işçiye doğru sürüklendiğini gördünüz. Tren beş kişiye çarpmadan önce raylar çatallanıyor ve diğer ray üzerinde yalnızca bir işçi bulunuyor. Trenin makasını değiştirme imkanına sahipsiniz. Beş kişinin ölümü yerine bir masum adamı öldürmek sizce doğru olanı yapmak mıdır?

Philippa Foot'un (1920-2010) ortaya attığı bu düşünce deneyinde felsefi soru şu: Daha fazla kişiyi kurtarmak için bir kişinin feda edilmesi ne zaman kabul edilebilir?

Judith Jarvis Thomson (1929- ) ise şu versiyonu söyler: Kontrolden çıkan tren bu sefer düz bir hat üzerinde, eğer bir şey yapmazsanız kesinlikle ölecek olan beş işçiye doğru ilerliyor. Bir köprünün üzerindesiniz ve yanınızda çok iri bir adam var. Bu adamı köprüden aşağı atarsanız, beş işçiye çarpmadan treni yavaşlatacak ve durduracak. Bunu yapmalı mısınız? )



İşte bu otonom araçların bu tür durumlarda alması gereken kararın ne olduğunu programlamak için filozoflara ihtiyaç olacağını belirtiyor yazar.

Yani ilerleyen yıllarda araba alırken bugünkü gibi marka, model, düz-otomatik vites…vb durumlar yerine yukarıdaki gibi muhtemel sorunlarda nasıl hareket edeceğinin programlandığına bakacağız.

Yukarıda soruya yazarın cevabı şu:

“İnsan sürücülerin yerini almaları için algoritmaların kusursuz olmasına gerek yok. İnsanlardan iyi olmaları yeterli. İnsan sürücülerin her yıl bir milyondan fazla kişinin canını aldığı düşünülürse, bu pek de zor değil.” Sf.69

*

Genelde robotlar ve insanların karşı karşıya kalacağı bir gelecek tasavvur edilir ama yazar buna pek ihtimal vermiyor.

Çünkü yapay zekaları da insanlar kodluyor.

Önemli olan insanların nasıl olduğu.

Ve hükümetlerin.

İyi hükümetler elinde bu teknolojiler iyi yönde kullanılabilecekken kötü hükümetler elinde tehlikeli sonuçlara yol açabilir.

“Bir hükümet yozlaşmış ve insanların hayatını iyileştirmekten acizse, eninde sonunda yeterli sayıda vatandaş durumu idrak eder ve bu hükümetin yerine başkasını getirir.

“Ancak hükümetin medya üzerindeki kontrolü vatandaşların hakikatın farkına varmasını engeller. Medyayı tekeline alan oligarşi tüm başarısızlıklarını tekrar tekrar başkalarının üzerine atıp hayali ya da gerçekdışı mihraklar üzerine çeker.”

*

Hayatın anlamı ile ilgili bir bölüm var kitapta. Diyor ki tüm mesele aşk: 

“Birine gerçekten aşıksanız hayatın anlamını kafaya takmazsınız. Peki ya aşık değilseniz? O zaman hayatınızın amacını bilirsiniz: gerçek aşkı bulmak.”

*

Meditasyonun önemi ile bitiyor kitap. 

“Algoritmalar bizim yerimize karar vermeye başlamadan evvel kendi zihinlerimizi anlamamız hayrımıza olacaktır.” Sf.286

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder