8 Nisan 2020 Çarşamba

SIRÇA FANUS



SIRÇA FANUS

(The Bell Jar)

Slyvia Plath 

1963

İngilizce Aslından Çeviren: Handan Saraç

Can Yayınları

217 sayfa


Ya kıyamam yaaaaa :(

Slyvia Plath, biliyorsunuz intihar etti... kafasını fırının içine sokarak...

Kitap da bu depresyon sürecinden izler taşıyor. 

*

Bir derginin makale, öykü, şiir gibi konulardaki yarışmasını kazanarak New York'a gelen on iki genç kız. 

Bir ay boyunca derginin sponsorluğunda bütün masrafları karşılanıyor.

Esther Greenwood da bu kızlardan biri. Kendisini geliştirmek istiyor. Çok şeyler yapmak istiyor. Ama nereden başlayacağını bir türlü bilemiyor. Kendi küçük kasabasında yaşarken, okuluna gidip gelirken bir sıkıntısı yoktu. Derslerini çalışıyor, başarılı oluyordu. Ama New York'a gelince, onca insanla tanışınca kendisini onlarla kıyaslar buluyor. Ve yetersiz olduğu hissine kapılıyor. Ve bu histen bir türlü kurtulamıyor. 

New York macerası bitip evine dönünce tek düşünebildiği ne kadar yetersiz, beceriksiz, başarısız olduğu. 

Artık hayat da anlamsız gelmeye başlıyor. Yemeden içmeden kesiliyor, uyku uyuyamıyor.

İntihara kalkışıyor. "Uzun bir yürüyüşe çıkacağım." diye not bırakıp evdeki bütün hapları yutuyor. Polisler onu bulduğunda neyse ki çok geç olmamış. Gazetelere de çıkıyor bu olay. 

Annesi doktora götürüyor. Doktor da psikiyatriste yönlendiriyor. İlk psikiyatrist şok tedavisi uyguluyor ona. Önce bir dinle, konuş, yok. Tabii ki işe yaramıyor. 

Bu kısımlar çok ürkütücü geldi bana. "Tımarhaneye tıkılmak" Nasıl bir başarı umulabilir ki böyle bir süreçten? 

İntihar hakkında düşünmeye başlıyor Esther. Tabanca, denizde boğulmak, kendini asmak... 

Çok üzüldüm okurken... O kadar tatlı bir kızcağız ki... 

Kitabın bu şekilde ilerleyeceğini bilmiyordum ben açıkçası. Kitabın başında etrafındaki kendinden önemli/başarılı gördüğü insanlara özenen, diğerlerini yeren, yaşıtlarının bir çoğunu boş, sersem olarak gören genç bir insan. Tipik. Ama sonra bu süreçten kendisinin işe yaramaz olduğunu sonucuna varıp umut ışığı göremez hale gelmesi... Ah yavrucuğum...

*

Tam bir odun olarak gördüğüm ilk psikiyatristten sonra biraz daha halden anlayan bir psikiyatriste yönlendiriliyor. Burada bir parça daha iyi gibi oluyor.

İlginç bir tesadüf olarak eski bir arkadaşını görüyor akıl hastanesinde. Joan. O kızcağız da intihara kalkışmış. 

İkisi de zamanında aynı erkekle çıkmışlar. Buddy Willard. Buddy iyi bir çocukcağız. Esther'i seviyor ama Esther onu sevmiyor. Buddy verem olup dispansere yatıyor. Oradan gönderdiği bir mektupta Esther'e dispanserdeki bir kızdan hoşlandığını, ama eğer Esther kendisiyle birlikte olmak isterse bu kızı unutacağını yazıyor. Esther de bunu ikiyüzlüce bulup "ben nişanlandım" diye yalan atıyor, ayrılıyorlar.

Buddy, Esther'e bir soru soruyor. Kıyamam ona da yaaa. "Ben kadınları çıldırtıyor muyum?" İki eski kız arkadaşı da akıl hastanesine yatırılınca çocuk kendisini sorgulamış. Esther, "Seninle bir ilgisi yok" diyor da çocuk rahatlıyor. 

*

Esther, Buddy ile bir konuşmalarında Buddy'nin daha önce bir kızla seviştiğini öğreniyor. Bozuluyor bunu öğrenince. Esther'in hiç cinsel ilişkisi olmamış ve erkek arkadaşının daha önce böyle bir ilişkisinin olmasını adaletsiz buluyor.

Akıl hastanesinden dışarı çıkma, gezme izni var. Bu izinlerden birinde cinsel ilişki meselesini de aradan çıkarayım diyor. Böyle bakıyor olaya. Bakirelik üzerimde yük, diye düşünüyor. Tanıştığı bir üniversite hocasıyla birlikte oluyor. Ama sonra çok kanaması oluyor. Durdurulamaz bir kanama. Joan onu hastaneye götürüyor. 

Esther iyileşiyor. Ama Joan'ın kendisini öldürdüğü haberini alıyor. Asmış kendisini. 

*

Esther'in annesi ve erkek kardeşi bu süreçte Esther'i destekleyiciler. Ama ben böyle olaylarda insanların çocukluğunda yaşadıkları bir veya birkaç sorun olduğunu düşünüyorum. Esther'in çocukluğunda anne babası nasıldı kim bilir? Babası Esther çocukken ölmüş, annesi öğretmen. İyi bir kadına benziyor ama çocuğa iyi anne olmak başka bir şey. Bambaşka bir şey. Kötü, şeytan bir insan olmanıza gerek yok bir çocuğun hayatını mahvetmek için. İyi olduğunuzu ve iyi bir şey yaptığınızı/söylediğinizi zannederek de kötülük edebilirsiniz. Esther'in de belli ki muazzam bir değersizlik hissi var. Gökten gelmiyor ki bu hisler. Bu hislerle doğduğumuzu da düşünmüyorum. Bu hisleri sonradan öğreniyoruz. Kim öğretiyor? Bizi büyütenler.

*

Roman, Esther'in akıl hastanesinden çıkışını değerlendirecek kurulun önüne çıkmasıyla son buluyor. 

Geçmiştir herhalde. Öyle bir izlenim veriyor gidişat.

*

Üzüldüm ay...

Kendini öldürmeye kalkmak çok... 

Aslında başkasını öldürmekten çok da farklı görmüyorum ben bunu. İkisi de cinayet değil mi? Ha kendini öldürmüşsün, ha başkasını. İkisini birbirinden farklı kılan ne? Kendini öldürdüğünde kendi hayatın olduğu için başkasına zarar vermiyorsun.. diye mi düşünülüyor? Ama kendine zarar vermiş oluyorsun. Sen de insansın...

Ne bileyim ay, üzülüyorum böyle şeylere... Suçlu olarak da anne babaları görüyorum ne yalan söyleyeyim. Çocuğunuza "ne yaparsan yap, ne olursan ol, değerlisin" hissini verememişsiniz işte.  

2 yorum:

  1. Kitabı ilk sizden duyuyorum. Yakın zamanda da okumak isterim. Yalnız, insanları bunalıma iten en büyük etken yine modernleşememiş modern insandır, diye düşünüyorum. Gelişiyoruz fakat bireysel olarak, toplumsal gelişim "bencillik ve dışlama" kulvarında geliştiği için de birey-toplum arasında bir uyuşmazlık meydana geliyor.

    Yakın zamanda kitabı bulup okuyacağım... Farklı bir lezzeti var gibi duruyor...

    YanıtlaSil
  2. İnsanları bunalıma iten etken ne bilmiyorum. Birey-toplum arasındaki uyuşmazlıktır belki dediğiniz gibi. Ama milyonlarca insanı kendimize uyduramayacağımız ve biz de kimseye uymak zorunda olmadığımız için bence bunun cevabı dışarıda değil kişinin içinde, kendi bakış açısında, kendi algı dünyasında gibi geliyor bana.

    İyi okumalar size şimdiden.

    YanıtlaSil