ARAMIZDAKİ EN KISA MESAFE
Barış Bıçakçı
2003
İletişim Yayınları
2. Baskı – 2009
46 sayfa
Ayyyyy, yumuş yumuş oldum bu kitabı
okuduktan sonra.
Biraz buruk bir yandan.
*
Bir çocuğun gözünden okumak beni biraz şey
yapıyor. Şey işte ne bileyim. Şefkatli, merhametli, oyyy yavrum kıyamamlı…
*
Bir ağabeyi var çocuğun. Bir de kardeşi
oluyor.
Bir kuşu var.
Kuş bir gün kaçıyor.
Çocukluğunda kuş alıp da kaçırmak, çok
tipik.
Bunun gibi tipik çocukluk anıları yer
alıyor kitapta.
Geçim sıkıntısı mesela.
Çocuk haliyle dışarıda bir şeyler satmaya
çalışıp da satamamak.
Boza satmaya çalışmışlar. Annesi evde boza
yapmış, çocuklar gece dışarıda satacaklarmış. Tutmamış.
*
Pul biriktirmek.
Ben pul biriktirmedim. Benim çocukluğumda
pul değil de peçete koleksiyonu revaçtaydı.
Yazarın anlattığı çocuklukta çeşit çeşit
pullar varmış. Kendilerince sınıflandırıp saklıyorlarmış.
*
Tiyatro oyununda rol almış çocukken. Aldığı
rolün ne olduğundan pek emin değilmiş. Diğer oyuncular rollerini ciddiye alıp
oynarlarken o ciddiye alamıyormuş. Sözünü söyleyip çıkıyor, diğer yetişkin oyuncuları gözlemliyormuş.
*
Köpekleri varmış bir tane. Sokakta başka
bir köpeğin saldırısına uğramış. Ölmüş. Daha doğrusu köpeği uyutmak için
veterinere götürmek durumunda kalmışlar.
*
Babasından çekinirmiş.
Babası çocuktan bir tamir tamirat işi için yardım
istediğinde çocuk heyecandan ne yapacağını şaşırırmış. Yanlış alet getirir, yanlış iş
yaparmış.
Bu bana da oluyordu. Babam benden pense
istiyordu mesela, ben alet çantasından başka bir şey getiriyordum pense
olduğunu sanıp, sonra da “Bu pense mi? Ben ne dedim, sen ne getirdin?” diyordu.
Tatsız bir anı bu benim için.
*
Babaları yine tipik bir şekilde çocukları
ile yakınen ilgilenmeyen, ev geçindirmekle ilgilenen, belki de bu nedenle
çocuklarıyla ilgilenmeye fırsat bulamayan bir baba. Ama bana sorarsanız tipik
babalar, çocukla ilgilenmenin ne demek olduğunu bilmiyor. Çocukken kendisi ile
de ilgilenen bir baba olmadığı için, baba olduğunda kendisi de kendi babasından
gördüğünü yapabiliyor ancak.
Az konuşan, çabuk öfkelenebilen bir baba.
Ailesine sert iken dışarıya daha yumuşak:
“Babam da başka pek çok insan gibi
uzağındakilere ve yeni tanıştığı insanlara anlayışlı, iyi davranıyor,
yakınlarından bunu esirgiyordu.” Sf.39
Felsefe hocasıymış kitaptaki çocuğun
babası. Yaşı ilerlediğinde artık çocuklarını dinler olmuş. Daha doğrusu
dinlemeye çalışır olmuş. Anlamak için çaba gösteriyormuş.
“…son yıllarında anneme ve biz çocuklarına
karşı davranışları da değişmiş, babam yumuşak ve sevecen biri olmuştu. Her
şeyin en doğrusunu ve mükemmelini isteyen, bulamayınca öfkelenen hallerinden
eser kalmamıştı.” Sf.39
Ama biraz geç olmuş artık. Çocuklar
büyüdükten, kendi hayatlarını, kendi ailelerini kurduktan sonra gelen anne baba
ilgisi çok da anlamlı olmuyor.
(Bu arada erkeklerin yaşları ilerleyince
daha sevecen olmalarına dair deniyor ki azalan testosteron ve artan östrojen
hormonu. Bkz: Erkek Beyni )
Babasının aile hakkındaki şöyle bir görüşü
var:
“Bir kadınla bir erkeğin heyecanlarının bir ürünü olarak ortaya çıkan
ailenin sonunda aynı heyecanın yok olduğu yere dönüşmesi.” Sf.40
Bu çerçevede bazı şeyler düşünüp
karalamış.
Sonra ölmüş. “Zihinsel bir acı”
neticesinde öldüğünü düşünüyor artık büyümüş olan çocuğu.
*
Bir gün artık büyümüş olan üç kardeş, eski
yaşadıkları yerlere gidiyorlar. Anıları canlanıyor.
Şöyle bitiyor kitap:
“Hiçbir şey göründüğü, hatta yaşandığı
gibi değil! Her şey hatırlandığı gibi.” Sf.46
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder