19 Ağustos 2015 Çarşamba

YEDİNCİ GÜN



YEDİNCİ GÜN

İhsan Oktay Anar

2012

İletişim Yayınları - 1. Baskı - 2012

240 sayfa



Oh bee.

"Puslu Kıtalar Atlası", "Kitab-ül Hiyel" ve "Efrasiyab'ın Hikayeleri"'nden sonraki İhsan Oktay Anar kitaplarını pek beğenememiştim. Hele "Amat". Nalet gitsin, o kadar mı sevilmez. "Suskunlar" da eh işte. Yani aslında o fena değildi de yazarın kitaplarını peş peşe okuyunca bir sıkılma hali mi geldi, nedir, pek sevememiştim. O yüzden biraz gümbürtüye geldi Suskunlar sanırım. Başka koşullarda okusam sevebilirdim belki.

Ve "Yedinci Gün".

İşte oh be'min sebebi. Sevdim çünkü. Bir ara İhsan Oktay Anar kitaplarını bir daha sonsuza kadar sevmeyecekmişim, hep sıkılacakmışım zannediyordum. Çok sevindim yanıldığıma. Nefes aldım ayol. O kadar sevdim. 

Ohh

*

"BABA" bölümüyle başlıyor kitap.

Giriş cümlesi:

"Aklıyla olduğu kadar gözleriyle de gördükleri kendisine fazlaca ağırlık vermiş olacak ki Ulu Hakanımız havagazı lambasını kapattı ve o karanlıkta bir sayepuşun altındaki yaldızlı koltuğa oturdu."

Ulu Hakanımızın sinek kovalamacasını okuyoruz uzun uzun.

Sonra tuhaf bir adam görüyor Hakan.

Muhafızlar onun peşinden gidiyor.

Şüphelinin kendisine doğru koştuğunu görüp telaşa kapılan bir ak sakallı dede de koşmaya başlıyor. 

Padişah Efendimiz'i hedef alan suikast teşebbüsü nedeniyle bu iki kişi yakalanıyor.

Bu girişin kitapla bağını kuramadım. Zaten genel olarak İhsan Oktay Anar kitaplarının girişindek anlatılanların, kitabın geneline olan etkisini anlayamıyorum. Bana sorarsanız hikaye bundan sonraki kısımda başlıyor.

*

Zengin züppe bir PAŞAOĞLU, kumarhanede dindar mühendis AMAN BABA ile kumar oynuyor. 

Aman Baba dininde imanında biri, Paşaoğlu ise ateist.

Aman Baba kumar için ortaya Allah'ın varlığına olan itikadını koyuyor. 

"Eğer kazanırsam, artık her ne iseler, sizler de itikatlarınızı tümüyle değiştireceksiniz. İnandığınıza inanmayacak ve inanmadığınıza inanacaksınız." 

Yani Aman Baba kazanırsa Paşaoğlu Allah'ın varlığına inanacak ve bu düstura göre yaşayacak. 

Paşaoğlu kazanırsa Aman Baba, Allah'ın varlığını inkar edecek.

Aman Baba kazanıyor. Paşaoğlu kelime-i şahadet getiriyor. 

Aman Baba, Paşaoğlu'na bir Kuran-ı Kerim veriyor.

*

Paşaoğlu, yolda bir saldırıya uğruyor. Parası için onu öldürmeye kalkan birinin silahından çıkan kurşun, Paşaoğlu'nun koynundaki Kuran'a geliyor ve Paşaoğlu'nun hayatı kurtuluyor.

Bu Kuran Paşaoğlu'nun ilgisini çekmeye başlıyor. Araştırdığında öğreniyor ki bu Kuran Peygamberin vahiy katibi ABDULLAH BİN ABİ SERH tarafından yazılmış ve kitabın son sayfasında da Peygamberin el izi var. 

*

Bu olaydan çok etkilenen Paşaoğlunun amacı artık Kuran'ı cümle aleme ulaştırmak. Bunun için de fenni bir cami inşa ettirip camiden okunan ezanı herkesin duymasını sağlamak.

**

Sihirbazlıkla geçimini sağlarken, bir çocuğu hokus pokusla dolaba koyup kaybeden İHSAN SAİT, çocuğu bir daha geri getiremeyince çocuk kaçırmaktan hapse atılıyor.

Hapiste de koğuş ağasının kulağından para, kıçından yumurta çıkartarak işini sürdürüyor.

Nihayet çocuk bulunduğunda hapisten çıkıyor.

Gazetedeki bir ilan üzerine iş başvurusuna gidiyor.

İş sahibi tefeci CULYANO EFENDİ.

Onun yanında çalışıp insanlara hisse senedi satmaya başlıyor.

Culyano Efendi bir gün canavarlaşıp İhsan Sait'e saldırınca İhsan Sait, onu öldürüyor.

Culyano ölünce, kasadaki hisseleri İhsan Sait alıp bunlarla zengin oluyor.

Artık zengin olduğuna göre zenginler gibi davranıyor ve baloya gidiyor.

Baloyu, SELAHATTİN TEFRİCİ adında kara cübbeli bir adam basıyor. Adam balodakilere laflar söyleyip SUHULETTİN'e sesleniyor.

Suhulettin, baloya geldiği için şeyhinden af diliyor ama şeyh Selahattin Tefrici, onu affetmiyor. Ocak dışı ilan edip gidiyor.

İhsan Sait, şeyhi takip ediyor.

Şeyh yolda giderken kambur bir adam şeyhi bayıltıp kaçırıyor. Bir eve götürüyor.

İhsan Sait de peşinden gidiyor.

O sıralarda kafası kömürleşmiş halde ölü bulunan şeyhler var ve emniyet teşkilatı bunun fali ya da faillerini aramakta. İhsan Sait de emniyet teşkilatından alacağı mükafat ve şeyhlerin cemaatlerinden koparacağı bahşişi düşünerek bu olayın peşini bırakmıyor.

Silah alıp şeyhin kaçırıldığı binaya gidiyor. Gizlice içeri giriyor.

İçerisi bir sürü kablo, bobin, çeşitli alet edavat ile dini yazılar ve resimlerle dolu.

Selahattin Tefrici'nin kapatıldığı odayı buluyor. İçerisini izliyor. 

İçeride Selahattin Tefrici, bir sandalyede elleri kolları bağlı, üzerinde bir elektrik düzeneği var. 

Yanında da bir adam mikrofon başında bir takım talimatlar alıyor, veriyor.

Bu talimatlar neticesi Selahattin Tefrici'ye elektrik veriliyor ve adamın kafası kömür gibi yanıyor. 

İhsan Sait tabi şok. Çok korkuyor. 

Mikrofon başındaki adam İhsan Sait'i görünce hemen saldırıyor. İhsan Sait onu öldürüyor.

O sırada kambur adam geliyor. İhsan Sait, silahını ona doğrultup kıpırdamamasını söylüyor ama kambur hiç oralı değil. Kambur, ölen adamın başında Fatiha okuyor. İhsan Sait'e, öldürdüğü adam için "Ona Başaoğli dirlerdi" diyor.

Yani İhsan Sait, Paşaoğlu'nu öldürmüş. Hani şu fenni cami yapacak olan adam.

**

İhsan Sait, kamburu polise teslim etmek yerine onu polise teslim etmekle tehdit edip, kendi emrinde kullanıyor. 

Anlaşılıyor ki Paşaoğlu bu evi, hayalini kurduğu şu fenni cami için tasarlamış ama camisine gelen giden olmuyormuş. Sadece bu kambur, O da işemek için geliyormuş. Paşaoğlu, onu yanına yardımcı olarak almış.

Paşaoğlu, Allah'ın kendisiyle konuşacağına ama bunu için kalbinin yeterince temiz ve imanının da adamakıllı sağlam olmadığına inanıyormuş. Öyleyse böyle birilerini yani asıl müminleri bulmak gerektiğini düşünüp o şeyhleri kaçırmış. 

İhsan Sait, Paşaoğlu'nun yaptırdığı bu Demir Minareler adlı binayı ve ahize-i mürsile denilen icadı, kendi amaçları için kullanmaya karar veriyor.

Ahize ile uğraşırken bir takım sinyaller alıyor. Aldığı sinyaller HERMAN adındaki bir Alman'ın satranç oyununa dair yönlendirmeleri.

İhsan Sait, satrançta uzman Şarapçı REBAZ'ı, şarapla kandırıp çağırıyor ve mikrofonun ucundaki adamla Rebaz yardımıyla satranç oynayıp kazanıyor. 

Bir gün adı Ali İhsan olan sefil görünümlü bir derviş, İhsan Sait'e "Baba" diye sarılıyor, onun oğlu olduğunu iddia ediyor. İhsan Sait inanmıyor ve gidiyor.

İhsan Sait, bir gün kasasının açılmış olduğunu görüyor. İçine bir zarf konmuş. Zarfın içindeki kağıtta "OĞLUN ALİ İHSAN'I SAKIN TERK ETME" yazıyor. Üstelik İhsan Sait'in kendi el yazısıyla.

Bu olay bir daha yaşanıyor. İhsan Sait, kasa kapağının adeta kendi kendine açılıp kapandığını duyuyor. 

Kasada yine bir zarf. Kağıtta yine "OĞLUN ALİ İHSAN'I SAKIN TERK ETME" yazılı.

Bir de paket var. İçinde makina çizimleri ve bu makinanın nerede, nasıl yapılacağına dair yönlendirmeler var.

İhsan Sait, kasayı açanın kim olduğunu öğrenmek için bir çeşit fotoğraf makinesi düzeneği kuruyor. 

Sabah görüyor ki, fotoğraftaki kişi bizzat kendisi. 

Uyurgezer olduğuna hükmeden İhsan Sait, hekime gidiyor. Hekimin verdiği ilaçları içip uyuyor ama sabah kasayı yine açık buluyor. 

Kasadaki zarfın içinden bu kez bir fotoğraf ve bir mektup çıkıyor. Fotoğraf güzeller güzeli PRENSES DÖJİRA'nın fotoğrafı. Bir de aşk mektubu yazmış İhsan Sait'e. 

İhsan Sait, mektubu incelediğinde tarihte bir tufalık görüyor. Çünkü tarih geçmişe değil, geleceğe ait bir taih. 

Cevaben yazdığı mektubu kasaya koyuyor İhsan Sait. Sabah kasayı yine açık buluyor. Mektubun sahibesine ulaştığını anlıyor.

**

İhsan Sait, kasadan çıkan motor çizimlerini gösterip yardım almak üzere Aman Baba'ya gidiyor.

Çizimlere bakan Aman Baba, bunun bir tayyare ve hava sefinesi planı olduğunu söylüyor. 

Tayyareyi yapabiliriz ama hava sefinesi için çok para lazım, diyor.

İhsan Sait Almanla biraz daha satranç oynarsa gerekli parayı denkleştirebileceğini hesaplıyor ama tam da o günlerde Alman, Konstantinapolis'e geleceğini söylüyor. Bizzat, yüzyüze satranç oynamayı teklif ediyor.

O güne kadar Rebaz oynadığı için kazanan İhsan Sait, Rebaz'dan satranca dair her şeyi kendisine öğretmesini istiyor. 

İhsan Sait, Almanla yaptığı satranç müsabakasını kazanıp iyi para elde ediyor.

Nihayet tayyareyi yapıyorlar. Yapım aşamsında İDRİS DEDE ve torunu SELAHATTİN'den de yardım alıyorlar. İlk denemeyi yapıyorlar ve tayyare çalışıyor.

**

Bu noktadan sonra yazar,

"Dahi Kirami Efendi'nin şu barbar Moğol, yani İhsan Sait hakkındaki mülahazalarını Tarih-i Külhani'de şöyle nakletmiştir." diyerek devam ediyor. 

Burada İhsan Sait, itin gözüne sokuluyor. Yaptıkları eleştiriliyor. 

Buradan anlıyoruz ki; İhsan Sait sonunda hava sefinesini yani zeplinini yapmayı başarmış. Ama o esnada harp çıktığı için devlet ondan hava sefinesini satın almış.

Ama bir gece İdris Dede ve Selahattin ile hava sefinesine binmiş ve gitmiş.  

Bevval bu arada yüksek ateşten ölmüş.

Zeplini vurmaya çalışan hava kuvvetlerine karşı da mücadele etmiş. İdris Dede, gelen kurşunların hedefi olup ölmüş. 

Selahattin de zeplinin altındaki tayyareye binip kendilerine ateş açanlara karşı yola çıkmış.

Zeplinde tek başına kalan İhsan Sait, dünyanın en soğuk bölgesine gitmiş. Burada bedeni buz kesilmiş. Böylece "bir ilah heykeli gibi kaskatı buzlaşan Moğol'un bedeni bu haliyle, zeval bulmadan payidar kalacaktı.""...gittiği tek yön Gelecek'in ta kendisiydi."

İhsan Sait, donmuş bedeniyle gelecekte dirilmeyi bekliyor. Böylece biricik aşkı Döjira'ya kavuşacağını planlıyor.


İkinci bölüm "OĞUL" olarak adlandırılmış.

Bu bölümde uzun uzun bir savaş anlatılmakta.

Zor durumdaki askerler, üstte başta yok, karınları aç, üstelik kar kış da cabası.

Bu askerler çığ altında kalıp ölüyor.

Askerler arasında Ali İhsan da var. Yani İhsan Sait'in çocuğu olduğunu iddia eden genç. O da soğuktan donuyor. 


Üçüncü bölüm: "HAYALET"


Konsantre bir dünya tarihi anlatılarak başlıyor bu bölüm. Heil Hitler'li 1934'e kadar süren bir tarih anlatımı sonunda Osmanlı sarayına geliyor mevzu.

Sarayda esrarengiz sesler duyuluyor.

İşin uzmanları saraya çağrılıyor. Ve sesin Zülkarneyn adlı bir ruha ait olduğu öğreniliyor.

Binbaşı bu ruhla konuşuyor:

Binbaşı: Asıl ismin ne?

Ruh: İhsan Sait

Binbaşı: Nereden geldin buraya?

Ruh: İstikbalden

Binbaşı: Amacın nedir?

Ruh: Dünyadaki en üstün insanı bulmak

Binbaşı: Var mıböyle biri?

Ruh: Var. Adı İDRİS AMİL ZULA

Hemen araştırmaya koyuluyorlar.

*

Buraya kadar gayet keyifle okuyordum. Yine fantastik yerler vardı tabi. Hele o bazen "hava sefinesi" bazen "zeplin" dediği zamazingonun yapılış ve uçuş süreci, İhsan Sait'in onunla uçması, donması... olsun, her şeye rağmen keyifliydi.

Ama şimdi?

İhsan Oktay Anar kitaplarını bir noktaya kadar seviyorum. Sonra sapıttığı bir nokta oluyor. İşin şirazesinden çıktığı bir an. İşte o anda suratım ekşiyor. Derin bir "Üfffff" deyip sıkılmış olarak devam ediyorum. Saçmalama gibi gelecek devamı diye düşünüyorum.

Vardır muhtemelen simgesel/imgesel anlamları. Sadece benim tarzım değil.

Gerçekten de saçmalama gibi oluyor ama bu defa çok beğendiğim bir saçmalama oluyor. Çok komik, eğlenceli, hatta manyakça.

*

İdris Amil'i anlatıyor yazar.

Bu kısım o kadar manyakça ki. Bir kitap okurken bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum. 

Ahahahskhsdlkahahafsdada. Gerizekalı sılak şey yaa.

İdris Amil, mandıracı bir adam. Bir roman yazmak istiyor. Yazacağı bu romanın çok güzel olacağını düşündüğünden insanların kendisine çekemediğini zannediyor.

Bir gün kitapçıda LEYLA adında bir kızla tanışıyor. Kız pek iffetli, pek namuslu. 

İdris'e araba çarpıyor, hastaneye kaldırılıyor. Bir şeyi yok, taburcu olacak. Leyla onu ziyarete geliyor. Sonra beraber geziyorlar. Leyla İdris'i evine davet ediyor. Birlikte oluyorlar.

Ertesi gün İdris gidince Leyla'nın evine adamlar geliyor. Leyla meğer aşiftenin tekiymiş ve dış kuvvetler tarafından İdris'in spermlerini almak amacıyla tutulmuş. 

Çünkü İdris, üniversitelerde yeni açılan İdrisoloji bölümü için örnek bir insan. Üstün ırk yaratma çabasında İdris, damızlık olarak kullanılacak. 

İdris'in üstün ırk oluşturmada öncül niteliklere sahip olduğunu duyan Almanlar da İdris'i kaçırıp ondan üstün ırklarını daha da üstün kılması için Helga'yı döllemesini istiyorlar.

İdris'in tabi bunlardan haberi yok. O Leyla aşkından yanıp tutuşuyor ama o geceden sonra Leyla'yı bulamıyor. Kitapçıda da evinde de yok. Nice sonra Leyla'yı bir arabada kalantor bir herifin yanı başında görüyor ve aldatıldığını anlayıp kahroluyor.

Bu esnada da kaçırılıyor ve üzerinde "Reisicumhurluk makamı üzerindeki bütün hak ve salahiyetlerimden feragat ediyorum" yazılı bir belgeyi imzalamaya zorlanıyor. 

İmzaladıktan sonra salınıyor.

İdris, tüm bunların ardından bir yazı makinası alıp romanını yazmaya başlıyor. Romanının adı BURUK AŞK. 

Ancak romanı pek ilgi görmüyor ve çok sert eleştiriliyor.

*

Sarayda hayalet İhsan Sait'i araştırmak üzere yedi kişi görevlendiriliyor. Bunlar yığınla evrak arasında İhsan Sait'e ait bilgileri arıyorlar. Bu esnada fişlenen binlerce insanın da bilgisine ulaşıyorlar, kendileri dahil.

Bu görevliler yorgunluktan, reis kim olacak kavgasından vesaire kavga ederlerken içlerinden biri aralarında fazladan bir kişi olduğunu farkediyor. Bu kişi aradıkları hayalet İhsan Sait'in ta kendisi.

İhsan Sait, gelecekte aradığı Döjira'sını bulamamış ve saraya gelmiş.

Adamlardan biri İhsan Sait'in elindeki çantadan çıkan fotoğraflara ve mektuplara bakınca Döjira'nın İhsan Sait ile tanıştığı dönem, İhsan Sait'te yara izi olduğunu ama şimdi oraya giden İhsan Sait'in yüzünde yara izi olmadığından Döjira'yı bulamadığını söylüyor.

Aynı adam, kendisini yarı ilah olarak tanımlayan İhsan Sait'e "Döjira, bir insana aşık. Bir ilaha değil" diyerek İhsan Sait'e iyi bir ders veriyor.

İhsan Sait de insan olmaya gidiyor.

Seneler öncesine seyahat ediyor. 

Yüzünde harpte aldığı derin yaranın iziyle tekrar saraya dönüyor.

Adamlara henüz gerçek bir insan olamadığını, olmak istediği kişinin İdris Amil Zula olduğunu söylüyor. O sırada da İdris Amil'i gösteriyor adamlara. Onun üstünlüğünü de şöyle açıklıyor:

"Onun üstünlüğü, hiçbir üstünlüğünün olmaması. Daima ortada, yani merkezde durması." sf. 237

Sonra İhsan Sait, bu yedi kişiye yani Yedi Uyurlar'a bu kitabı yazdırmaya başlıyor. 

"Paşaoğlu'nu, Demir Minareler'i, orayı nasıl ele geçirdiğini, Alman'la yaptığı satranç müsabakasını, Rebaz'ı, Döjira'dan aldığı ilk mektubu, ona olan aşkını ve çektiği acıyı, imal etirdiği uçağı, zeplini, kendini dondurucu soğukta muhafaza ettirerek geleceğe nasıl yolculuk ettiğini,...nasıl Ali İhsan adıyla harbe gittiğini,...yazdırdı."

Yani elimizde bulunan bu kitap aslında İhsan Sait'in Yedi Uyurlar'a yazdırdığı bir eser. 

Kitapta kusur bulup sevinecek eleştirmenler de unutulmamış:

"Yazdırırken muhterisleri de düşündü ve bu kitabındaki kusurları, rastlayınca sevinip mutlu olsunlar diye onlara sadaka olarak verdi." sf. 240

Kitap, şu satırlarla bitiyor:

"Kitabını tam altı gün boyunca yazdırdı. Döjira'ya kavuşma vakti gelmişti. Nihayet altıncı günün gecesi saatler 12'yi vururken şöyle dedi:

'Artık yoruldum ve yarın dinleneceğim, siz de öyle yapın.'

Kitabın son cümlesi de bu cümle idi."

Bildiğimiz ilahın dünyayı altı günde yarattığı söylenir, ona olan bu göndermeyle kendisini yarı ilah sayan İhsan Sait, herhalde tam ilah olmuş oldu artık.

**

Sevdim ve sevdiğime çok sevindim.

Bir kitabı beğenmediğimde canım sıkılıyor, beğenince de mutlu oluyorum, nefes aldığımı hissediyorum, ohh be diyorum.

**

Kitapta çok zengin bir argo dili var. 

"rafine zazonlar, doldola getirmek, paparonlar..." 

Ayrıca da çok nefis eleştiriler.

Hikaye, Abdülhamit devrinde, Dersaadet'te geçiyor. İhsan Oktay Anar'ın bundan önceki kitaplarında İstanbul'un adı Kostantinapolis idi, burada Dersaadet.

Abdülhamit devri malumunuz hafiyelerin kol gezdiği, insanların jurnallenme korkusu yaşadığı bir istibdat dönemi.

İşte buna şu şekilde dokunuyor yazar:

"Saadeti ve saltanatı daim olsun, Müslümanlar'ın Halifesi Devletlu Padişah Efendimiz'in istib... Tövbe! Haşa! Efendimiz'in devri bir huzur, sükun ve sükut devriydi. Huzuru imamlar hutbeleriyle camiilerde, sükunu polisler sopalarıyla sokaklarda, sükutu ise hafiyeler jurnalleriyle şehirde sağlardı." sf. 101

Sanki yazarın kendisi de bir istibdat rejimi altındaymış, sanki yazdığı bu roman hafiyelerce incelenip jurnallenecekmiş endişesi var. Bu cümlede bu korkuyu görmek mümkün. 

*

Bunun yanı sıra dinci geçinenlerle ilgili şu sözler ilgi çekici:

"...o dinli diyanetli, o namazında abdestinde, o Hacca gidip Kabe örtüsüne bir yüz sürmek için yanıp tutuşan, o Hacerü'l Esved'i bir öpmek için can atan kambur Bevval, kendisini erkek yapan saik nedeniyle olsa gerek, Eminönü Meydanı'nda bir kadının tombul kalçasını mıncıklayıverdi." sf.111


İttihatçılar ve dincileri kıyasladığı şu satırlar da:

"İhsan Sait denilen bu barbar, millete hamilik eden ve memleketi selamete çıkarmaya gayret eden İttihatçılar'a da, akidesi bozulup delalete düşerek günaha giren müminleri Hak yoluna ama rızai ama zoraki sokmaya ant içmiş sofulara da metelik vermemekteydi. Birinciler silahlı ve cesur olduklarından siyasi cinayetlerini uluorta işlerken, borcunu duayla ödeyip öcünü bedduayla alan daha korkak ikinciler, ancak yirmisi otuzu cem olunca, yani imece usulü, el ele tutuşan nikahsız bir çifti sokak ortasında linç edebiliyorlardı." sf. 136

Memurlar için de işleri sürüncemede bırakmaları, iş yapmazlıkları, rüşvetçilikleri, rahata alışmışlıkları ile ilgili  eleştirileri var.

Polisleri eleştirisi var ki, çok doğru değil de ne:

"O devirde de bunların çoğu, kendilerini tehdit eden katil ve zorbalardan tırsar, ama kuvvetleri sade vatandaşa yettiğinden onların tepesine biner. 'Hırsıza polis olmaz, polis dostlara' sözünü doğru çıkarmak için ellerinden geleni esirgemezlerdi." sf. 210

*

Çok beğendiğimi söylemiştim değil mi?

Şunlar da Altını Çizdiklerim:

"Erkeğin kadını seçtiği cemiyet batarken, kadının erkeği seçtiği cemiyet refaha eriyordu." sf. 31

"Ayaklarına zincirle bağlanan bir kayadan ibaret çaresizliği onu, yalnızlık okyanusunun ta derinlerine çekiyordu." sf. 134

"Bir erkeğin en cesurca davranışının aşık olmak olduğunu da anlatmıştı." sf. 135

"Tipisi ve dondurucu soğuğuyla Tabiat bir düşmandı ama, işin en acı yanı, bu düşmanın daima haklı olmasıydı." sf. 184

***

Bu kitabı ilk olarak 3 yıl önce okumuştum. Şuraya yazmışım:
 http://birazkitap.blogspot.com.tr/2012/09/yedinci-gun.html

O zaman demişim ki: "Olaylar arasında bağlantı kurmakta zorlandım. Dağıldım. Zaten ben bu adamın kitaplarını bir okumada anlamıyorum. En az ikinci defa da okumalıyım ki anlayayım."

İşte bu ikinci okumam ve evet bu defa anladım. (sanırım. Büyük ölçüde anladım yani) Ve çok sevdim.


2 yorum:

  1. bir türlü okuyamadım.. maalesef diğer kitapları gibi beni sarmadı bu kitap.. paylaşımınıza teşekkürler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet Ihsan Oktay Anar kitaplarının sarması çok kolay olmayabiliyor. Açıkçası fazlaca gerekli gereksiz detay olduğunu düşünüyorum ve bu da biraz yorucu oluyor.
      Bazı kitaplarını sevemesem de ben bunu keyifle okudum.
      Sevgiler

      Sil