27 Mayıs 2015 Çarşamba

BİR BİLİM ADAMINI ROMANI Mustafa İnan




BİR BİLİM ADAMININ ROMANI

Mustafa İnan

Yazarı: Oğuz Atay

1975

İletişim Yayınları - 42. Baskı - 2014

272 sayfa

Oğuz Atay'ın en acıklı bulduğum kitabı.

Acıklılığı, kitabın ortaya çıkış hikayesinde.

Şöyle ki;

TÜBİTAK, bir proje kapsamında gençlerin bilime olan ilgisini arttırmak, onları bilim adamlığına özendirmek ister. 

Bu kapsamda İstanbul Teknik Üniversitesinde dekan ve rektörlük yapmış, 20 yıldan fazla süre burada akademik çalışmalarda bulunmuş profesör Mustafa İnan'ın hayatının kitaplaştırılmasına karar verilir.

Mustafa İnan'ın oğlu Hüseyin İnan, babasının öğrencilerinden birinin evinde Oğuz Atay ile tanışır. O günlerde Tutunamayanlar romanı ile ödül almış olan Oğuz Atay'a Mustafa İnan'ın hayatını yazması teklifini götürür.

Mustafa İnan'ın öğrencisi olma şansına erişmiş Oğuz Atay, bu teklifi kabul eder.

Buraya kadar güzel.

Acıklı kısım bu noktadan sonra başlar.

Kitap için altı ayda bir TÜBİTAK'taki ilgili komiteye rapor vermek zorundadır Oğuz Atay.
Komitenin de romanı denetleme ve yönlendirme hakkı vardır. Orada çok müdahale olur kitabın gidişatına.

Söylenene göre en büyük müdahale ise Mustafa İnan'ın eşi Jale İnan'dan gelir. Hatta Oğuz Atay'ın, Jale İnan'ın bu baskıcı davranışlarından yakındığı söylenir.

Tüm bunlar nedeniyle Tutunamayanlar ve Tehlikeli Oyunlar romanlarının yazarının bu romanı, önceki iki romanından epey ayrıksıdır.

Merak ediyorum, yazarın üzerinde herhangi bir baskı olmasaydı nasıl bir eser çıkardı ortaya? 

Bu haliyle oldukça düz bir biyografik roman. Biyografi kısmı ağır basıyor. İçinden geldiği gibi romanlaştırmasına izin vermemişler ki.

Gerçi yer yer Oğuz Atay'lığını konuşturmuş. Hafif bir kültür eleştirisi, üniversitelerdeki eğitimin kalitesi, hayata bakış ve hayatı yorumlayış ile ilgili ufak Oğuz Atay nüveleri hissediliyor. 

Oğuz Atay, Mustafa İnan'ın hayatını onun profesör bir arkadaşının ağzından, genç bir üniversite öğrencisine anlattırarak kaleme almış.

Deniliyor ki, bu profesör arkadaş Cahit Arf'mış. 

Mustafa İnan, zor bir çocukluk geçirmiş. İki dünya savaşını da görmüş, göç etmek zorunda kalmış (kaç kaç), eğitim hayatı yatılı okullarda geçmiş.(leyli meccani)

Dört yaşında damdan düşmesi hayatı boyunca bedenen biraz güçsüz kalmasına sebep olmuş.

Buna karşılık çok güçlü bir hafızası varmış. Kitapta sık sık vurgulanıyor bu. Pek not tutmazmış. 

Ders anlatmayı severmiş. Daha doğrusu öğretmeyi severmiş. Çoğu zaman hocaların yapamadığını yapar, konuları arkadaşlarına hocalardan daha iyi anlatırmış. Bunu da keyifle yaparmış. 

Herkesin yardımına koşar, hayır demeyi beceremezmiş.

En büyük hayırı, kendisine bakanlık teklif edildiğinde demiş.

Para sıkıntısı çekmesine rağmen, okul kürsüsündeki yerinden ayrılmamış. Hocalık dışında hiçbir işe prim vermemiş.

Ülkedeki eğitim kalitesi ve düşünme sanatı üzerine kafa yormuş, konferanslar vermiş. 

Sadece ilgi alanı olan konuda değil, çeşitli sanat ve eğlence alanlarına da yakınlık duyup onlara da vakit ayırırmış.

Kısaca sevilen, saygı duyulan, ortamlarda aranılan bir insanmış.

Fakat vefatının ardından arkadaşları nedense onunla ilgili ayrıntılı ve doyurucu bilgiler verememişler. 

Oğuz Atay, daha doğrusu kitaptaki anlatıcı, bunu Mustafa İnan'ın esasen içe dönük biri olması, kendisini o kadar dışarıya açmaması şeklinde yorumlamış. Yani bir çeşit tutunamayan demeye getirmiş.

Keşke hayatını yazsaydı, günlük tutsaydı diye hayıflanmış. 

"Biz biyografik bir iş yapmaya çalışıyoruz kendi özel durumumuzda; ama çok belge yok elimizde. Daha insanlarımız arkalarında belge bırakmaya alışmamışlar. 'Günlük' tutmak gibi bir alışkanlıkları da yok. Aklında ne kalmışsa onu söylüyor. Ölüp gidince bundan da yoksun kalıyoruz. Aklımıza gelen her şeyi bir yana  yazmak ayıp olur diye düşünüyoruz herhalde; hele başkaları için düşüncelerimizi de dedikodu olur diye kağıt üzerine geçirmekten çekiniyoruz. Kalıcı bir şey bırakmaktan korkar gibi bir halimiz var." sf. 259

Günlük tutmak gerçekten önemli. Aslında sanatçı, politikacı, bilim insanı...vb insanların günlük tutması yasal bir zorunluluk olmalı. Hatta hayır herkesin, önemli önemsiz, bütün insanların günlük tutması için bir kanun düzenlenmeli. Bunun yayınlanıp yayınlanmaması isteği, kişiye bağlı. Kimisi diyebilir ki öldüğümde yayınlansın, kimisi diyebilir ki öldükten elli sene/yüz sene sonra yayınlansın, kimisi öldüğümde imha edilsin, diyebilir. Böyle de anlayışlı bir kanunkoyucuyum.

Mustafa İnan da yazmış olsaydı fena mı olurdu.

"Mustafa, insanımızı öğrenmek için çok çaba harcadı, vakit bulup düşüncelerini yazsaydı kim bilir ne ilginç olurdu." sf. 260

Tahminim o ki, Oğuz Atay bu kitabı yazarken serbest olsaydı Türkiye'de bilim/ bilimsel araştırma/ eğitim yöntemi/ üniversite eğitiminin kalitesi... vb konularına geniş yer verir, şahane tespitlerini o ironik üslubuyla anlatır, bir tutunamayan hikayesi çıkarırdı. İzin verdikleri ölçüde yapabilmiş bunu. 

"Mahalle mektebi bitmeden, dayak korkusu bitmeden, düşman korkusu başladı Mustafa'da. Bir Newton'u mahalle mektebinde, falaka korkusuyla, anlamadığı bir dilin alfabesiyle ve kelimeleriyle savaşırken düşünebiliyor musun? Ya da Leibniz'i dört yaşında damdan düşerken gözünün önüne getirebilir misin?"

Ondan sonra Türkiye'de bilim neden gelişmiyor?

Üniversiteler, fotokopicilere çalışır olmuş, sınava kadar ezberlenen bilgiler, sınavdan sonra akıldan uçar olmuş... bilime yer kalmamış. Tabi en önemli mesele de maddiyat. Bilimle uğraşan/ uğraşmak isteyen Mustafa İnan, asistanından borç isteyecek kadar zor durumda kalıyorsa niye insanlar özensin ona?

Kendi üniversite hayatımı düşünüyorum. (Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2005-2009) Akılda kalıcı bir hoca olarak sadece Burak Özen'i söyleyebilirim. Dersi derste anlamamı sağlayan yegane insandı. Ben genelde konuları dinleyerek değil, okuyarak anlayabiliyorum. Uzun süre dinleyemiyorum, çabuk sıkılıyor ve dağılıyorum. Okuyarak çalışınca dikkatim daha yoğun olabiliyor. Okuduğum da ders notları değildi genelde. Ders notlarının dağınıklığını sevmezdim. Kitap sistematiğini beğenir, kitaptan çalışırdım. Burak Özen'in derslerini ise dikkatim dağılmadan, keyifle dinleyebiliyordum. Hukuki konuları, günlük örneklerle süsleyerek anlattığı, ciddi gibi konuşurken aslında yer yer espri yaptığı ve başı sonu belli, akıcı cümleler kurduğu için onu dinlemek sıkmaz, aksine hem eğlendirir, hem de öğretirdi. Bir onun adını sayarım. 


Oğuz Atay da Mustafa İnan'ın öğrencisiymiş. Onunla yaşadığı birkaç anı da yer alıyor kitapta. 

 "İyi bir hayat hikayesi yazmak, bir hayat yaşamak kadar zordur." sf. 413 diyor Oğuz Atay.

Özellikle sık sık yönlendirildiği bir ısmarlama hayat hikayesi yazmak iyice zor olmalı. 

Yine de okuyanları etkilemeyi başarmış. Mesela Celal Şengör, Amerika'da iken babası ona bu kitabı hediye etmiş, kariyerini Türk üniversitelerinden sürdürmesi için. Celal Şengör'ün ülkeye geri gelişinde bu kitabın etkisi olduğu düşünülüyormuş.

Kitabın gerisindeki bu dedikoduları ise Yıldız Ecevit'in "Ben Buradayım" kitabından öğrendim. 





2 yorum:

  1. Bu kitabı Adanalı bir arkadaş çok öneriyordu. Biyografisi yapılan kişi Adanalı olunca hele o baya kendinden şeyler bulmuş kitapta. Tutunamayanlara bayılmıştım şimdilerde Poyraz-Karayel diye türk dizisine de sırf tutunamayanlar üzerine çok gönderme var diye sardım. Adamın çok ilginç bir dünyası kafa yapısı var. Biraz onun hamurundan olmayan bilemez.

    Bana da beklerim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doğru, Oğuz Atay'ı anlayıp sevebilmek için o sancı ve sıkıntıları hissetmiş, yaşamış ya da düşünmüş olmak, sizin deyişinizle "onun hamurundan olmak" gerekiyor.

      Sil