27 Haziran 2015 Cumartesi

KORKUYU BEKLERKEN



KORKUYU BEKLERKEN

Oğuz Atay

1973

İletişim Yayınları - 38. Baskı - 2014

196 sayfa



Oğuz Atay'ın hikayelerinden oluşuyor kitap. Bu hikayeler:

Beyaz Mantolu Adam

Unutulan

Korkuyu Beklerken

Bir Mektup

Ne Evet Ne Hayır

Tahta At

Babama Mektup

Demiryolu Hikayecileri - Bir Rüya



BEYAZ MANTOLU ADAM

Acayip bir dilenci hikayesi.

Bir gün bu sefil adam, bir esnafın kendisini kandırmacası neticesi beyaz bir kadın montunu çok beğeniyor. Bir şekilde bu montu alıyor ve onunla dolanıyor ortalarda. Tuhaf kılıklı bu adam herkesin ilgisini çekiyor tabi. Fakat kimse bu adamın ilgisini çekemiyor. Kendisini çektikleri her yere uslu bir çocuk gibi sessizce gidiyor. Sorulan sorulara cevap vermeyişi hakkında çeşitli senaryolar üretilmesine sebep oluyor.

(Bu noktada kitap bana Jerzy Kosinski'nin "Bir Yerde" kitabını anımsattı. Orada da adamın sessizliğine çok büyük destanlar yazılmış, aslında hiç de öyle olmadığı halde adamın çok zeki biri olduğu yanılgısı doğmuştu. Sessiz kalmasının yarattığı gizem, insanlarda merağın yanısıra tuhaf bir saygı uyandırıyor.)

Yolda başıboş dolaşan sokak hayvanları gibi tamamen içgüdüleriyle hareket ettiğini düşündüğüm bu adam, en sonunda bir halk plajına gidiyor. Üzerindeki tuhaf kılıkla denize giriyor, açılıyor, açılıyor ve gözden kayboluyor.

*

Oğuz Atay, bu öyküsünü filme çekmeyi düşünmüş ve hatta çekmiş de. Mansur Gündüz ile girişmişler bu işe. Amatörce bir iş olmuş tabi yaptıkları. 


UNUTULAN

Tavan arasında unutulan sevgili.

Güzel bir metafor.

Kadın, tavan arasında bir şey arıyor. Orada tesadüfen eski sevgilisini buluyor. O da artık işi bittiği fakat buna rağmen atılamayan eşyalar gibi orada, artık kullanılamaz bir şekilde, tozlu, paslı, küflü duruyor. 

*

Bu kitapla ilgili Yıldız Ecevit, "Ben Buradayım" kitabında şöyle söylüyor: "İnsanlar arasındaki duygusal kopukluğu, iletişimsizliği; ölü mü canlı mı olduğu kuşkulu kılınan, ara evrende sıkışmış kalmış bir bedende somutlaştırır Atay; duyguyu görsel bir nesneye çevirir; dile getirilemeyen soyut içeriği, resim sanatının anlatım olanaklarını kullanarak somutlaştırır: ondan bir imge oluşturur.


KORKUYU BEKLERKEN

Adam evde kimden geldiği belli olmayan imzasız bir mektup buluyor. Mektup bilnmeyen bir dille yazılmış. Dillerle uğraşan öğretim görevlisi bir arkadaşına gösteriyor mektubu. Arkadaşı mektubu çözüyor. Gizli bir mezhepten gelen mektup, adamı evden çıkmaması konusunda ihtar ediyor.

Aslında ciddiye alınmaması gereken bu mektup, adamı gerçekten korkutuyor. Ciddiye almaması gerektiğini o da biliyor. Zaten kendisine de itiraf etmiyor bunu. Ben o mektup yüzünden değil, kendim için işi bıraktım, dinleneyeim, düşüneyim, eşyalarımı düzenleyeyim diye, diyor. He canım biz de yedik.

Düpedüz korkuyor ve korkusundan dışarı çıkamıyor. Ama bunu kabul etmeyerek evde uğraşacak işler çıkarıyor kendisine. 

Kendi iradesiyle evden çıkabilmesi imkansız hale gelince doktor çağırıyor. Belki kendisine deli teşhisi konar da en azından evden çıkarılıp akıl hastanesine götürülür diye. Fakat bu da olmuyor.

Evi yakmayı düşünüyor. Ama buna gerek kalmıyor, evi yıkılıyor.

Evlenmeye karar veriyor. Kız buluyorlar. 

Kızla takılırken başkalarının  kendisine güldüğünü düşünüyor. İntikam almak için onlara tehdit mektupları yazıyor. Belki böylece onlar da evden çıkmazlar ve gülmezler.

Fakat bu mektupları ciddiye alınmıyor.

En sonunda polise gidip kendisini ihbar ediyor. Belirli kişilere tehdit mektupları yazdığını itiraf ediyor. Tehdit olarak, kendisine yazılmış, bilinmeyen dildeki mektupta yazılanları kullanmış. Dolayısıyla polisler de bir şey anlamıyor.

*

Kitaptaki yalnızlık vurgusu, aşağıda yazdığım altını çizdiğim satırlarda buram buram hissediliyor. 

Yalnızlık deyince "Anayurt Oteli"dir ilk aklıma gelen. Yeryüzünün en büyük yalnızı Zebercet ile yarışır bir yalnızlık bu hikayedeki adamınki de.

"Yalnız kalmaktan korktukça yalnızlığım artıyor." sf. 37

"Yalnız yaşayan insanların, kendi içlerinde başlayıp biten eğlenceleri vardır." sf. 41

"İyi şeyler birdenbire olur; bu kadar bekletmez insanı. Sürüncemede kalan heyecanlardan ancak kötü şeyler çıkar. Ya da hiçbir şey çıkmaz." sf.42

"Ne zaman vaktin var? dedi. Her zaman. Ona bu sözü söylemedim tabii. Her zaman vakti olanlara saygı duyulmaz." sf. 43

"Ben, yalnızlığı istemekle suçlanıp yalnızlığa mahkum edildim." sf. 78

"Yalnızlığımın yalnız bana zararı dokundu. (İşte, bir cümlede iki kere 'yalnız' kelimesi kullandım.) sf. 79

"Para kazanamayacağımı, insanları sevemeyeceğimi anlayınca uzaklara gittim, kimse beni bulamasın diye. Onlar da beni ciddiye aldılar, gelmediler." sf.83

"Neden bir şeyi elde etmenin anlamı kalmayıncaya kadar, onu vermemekte inat ediyorsunuz?" sf. 95



BİR MEKTUP

Oldukça uzun, esas meseleye girmeden önce de bir sürü zırvalayan bir adamın, patronuna yazdığı bir mektup.

*

"Bir hiç üzerine yazılmış bir öyküdür bu; ne dişe dokunur bir konusu vardır, ne de önceki kafkaesk öykülerinde olduğu gibi güçlü/etkileyici/sarsıcı bir odak imge resimlenmiştir burada. Bir küçük adamın dünyasını anlatır Atay bu öyküde; onun yalnızlığını, dış dünyayla ilişki kurarken yaşadığı paranoid ayrıntıları, nevrotik bir iç dünyayı sergiler."  Yıldız Ecevit - Ben Buradayım


NE EVET NE HAYIR

Gazetenin Güzin Abla köşesini yazan bir gazeteci, kendisine gelen bir mektubu paylaşmış.

Mektup, varoşlardan bir delikanlının gönül macerasına dair.  Fakat delikanlının dili, üslubu ve imlası rezil. Dangıl dungul yazılmış, dağınık cümlelerle dolu bir mektup. Hikayesi de pek çekici değil aslında. 

Delikanlı, kızla ilişkisini anlatıp en sonunda "Bu kız beni seviyor mu sizce?" diye soruyor.

Gazeteci, bu soruya kesin bir dille hayır demek istiyor ama tabi gazetedekiler buna izin vermiyor. O da mektubu ve cevabını burada paylaşıyor.


TAHTA AT

Turistik bir bölgeye daha çok turist çekebilmek için tahta bir at inşa edilmek isteniyor.

Buradan anlıyoruz ki bahsedilen Truva atı ve yer de Çanakkale.

Bu tahta at projesine şehrin ileri gelenlerinden birinin oğlu olan Tuğrul Tuzcular, epey karşı çıkıyor. 

Estetik açıdan beğenmiyor. Batı özentisi buluyor. Genel olarak şehri güzelleştirici şeyler yapılmasını elbette destekliyor fakat bu şekilde yapılmasını ucube olarak değerlendiriyor. 

"Bir kasaba meydanında meydanı meydan yapan başlıca dört unsur vardır: bunlar sırasıyla heykel, hükümet konağı, çiçek tarhları ve kırmızı balıklı havuzdur." sf. 154

İlgili yerlere dilekçeler yazıyor. 

"Belediye başkanının resmi hayatı artık ikiye ayrılıyor: dilekçemden önce ve dilekçemden sonra." sf. 156

Babasına duydukları hürmet nedeniyle pek kızamıyorlar Tuğrul'a. Sadece delirdiğini düşünüyorlar. Delilere davranılan bir yumuşaklıkla davranıyorlar.

Aslında mesele tahta at değil, sen daha anlamadın mı?

"Ey halk! Siz böyle at gibi uysal kaldıkça, dünya davalarına at gibi baktıkça benim varlığım da gökyüzüne doğru yükselir de yükselir. Bu atın manası buymuş. Sizin atınızın temsili nedir? Sizin atınız hangi akla hizmettir? Bu başımıza gelen kaçıncı rezalettir? Yakın tarihimizi ve kültürümüzü ve edebiyatımızı ve sanatımızı ve imalatımızı ve siyasetimizi kemiren bu Tahta At zihniyeti, bu elem verici zavallı görünüşüyle bizi daha ne kadar tahta nalları altında inletecektir? Gövdesinde barındırdığı yarım yamalak sahte savaşçılarıyla bizi daha ne kadar tehdit edecektir? Hiç utanmak yok mudur?" sf. 163

Öyle veya böyle Tahta At inşa edilir. Açılışı yapılır. 

Tam burada enfes bir sonla biter hikaye. Tam sonunu yazıyorum. Dikkat. 

---spoiler---

Açılış sırasında tahta atın içinden sürpriz bir şekilde Tuğrul Bey çıkar. Silahını Tahta At'ın yapımından sorumlu olanlara doğrultur. 

---spoiler---


BABAMA MEKTUP

Babasının ölümü ardından onunla hesaplaşmaya girişen oğlunun mektubu.

Kötü huylarını babasından aldığını düşünüyor ve bu yüzden ona kızıyor.

"Sen olmasaydın birçok şey yapabileceğimi düşünürdüm. Şimdi artık suçun kendimde olduğunu görmek zorundayım." sf. 171

Onu eleştiriyor. 

Varoluş sancısı çekiyor. "Eşya ile münasebetini tayin" ve "kainattaki yerini tespit" etmeye çalışıyor.

Babasının bunları anlamayacağını düşünüyor. "Acaba senin de bilinçaltın var mıydı babacığım?(...) Senin fesli ve redingotlu resimlerini gözümün önüne getiriyorum da, bu görüntüyle 'varoluşçu bir bunalımı' yan yana düşünemiyorum." sf. 181

Sonunda babasına hak verdiği hususları da itiraf ediyor. Hürmetle ellerinden öperek sonlandırıyor mektubu.

*

"Atay'ın yaşamı boyunca anlaşamadığı babasıyla hesaplaşmasını içeren bu metin, aynı zamanda onun babasıyla uzlaşmaya varışını da anlatır."  Yıldız Ecevit - Ben Buradayım


DEMİRYOLU HİKAYECİLERİ - BİR RÜYA

Bir tren istasyonunda hikaye satan iki adam ve bir kadın var. 

Hikaye satmak, sucuk ekmek, ayran satmak kadar kolay ve kazançlı olmadığı için işleri zor.

Onlara istasyonda birer kulübe tahsis edilmiş. Bekçi ara sıra canlarını sıksa da yaşayıp gidiyorlar.
Fakat adamlardan biri ve kadın ölüyor. 

Geriye kalan adam da artık oralarda duramıyor, çünkü artık o tren istasyonu, eskisi gibi kullanılmıyor. 

Adam da vuruyor kendini bilinmezlere.

Tek yapabildiği hikaye yazmak, fakat onun da alıcısı yok.

Sesleniyor boşluğa:

"Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?" sf. 196

*

"Öykünün esin kaynağı, gerçekten de Atay'ın gördüğü bir rüyadır. (...) Dünya edebiyatında sanatçı sorunsalını odak alan en güzel metinlerden biridir." Yıldız Ecevit - Ben Buradayım (Yıldız Ecevit, Oğuz Atay'ın bu hikayedeki 'Ben buradayım sevgili okuyucum, sen nerdesin?' sorusuna cevap olarak 'Ben Buradayım' kitabını yazmış. Ve enfes yazmış)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder