28 Mart 2025 Cuma

YENİ DÜNYA YENİ KURALLAR

 

YENİ DÜNYA YENİ KURALLAR

Yaşam Zevkine Ulaşmanın Bugünkü Yolları

Vedat Milor

Söyleşi: Yenal Bilgici

2024

Kronik Kitap

1.Baskı - Eylül 2024

268 Sayfa



Vedat Milor ile Yenal Bilgici değil de ben sohbet ediyormuşum gibi. Öyle kanlı canlı bir etkisi var kitabın. Kaliteli sohbete doydum, şükür ki Milor'un da hayattan keyif aldığı anlar kaliteli sohbet ettiği anlarmış. Çevresini buna uygun şekillendirmeye dikkat ediyormuş. Vedat Milor'un çevresinde de bir zahmet kaliteli sohbet edebileceği insanlar olsun. Onun bile yoksa - ki yer yer bundan yakınıyor- biz ne yapak, ölek mi?

*

Öncelikle daha başta öğüt vermek, kişisel gelişimimize katkı sağlamak gibi bir cürette bulunmadığını ifade ederek gönlümü kazanıyor. Bu arada bulunsa bulunur, kimse de yadırgamaz. Ama kendisi memlekette had hudud bilen iki insandan biri. Diğeri ben.

*

Söyleşi şeklindeki kitapta Milor, dünyanın nereye gittiği sorusuna yeni meslekler, hatta aslında meslek sayılmayacak işlerden bahsederek cevap veriyor. Özellikle 2000 sonrası bilgisayar, internet, sosyal medya ve pandemi ile ilerleyen süreçte yeni ünlüler ve zenginler doğduğunu ve bu çağdaki insanların adaptasyon yeteneğinin gelişkin olması gerektiğini anlatıyor. Çünkü bu süreç öğrenilebilecek bir şey değil, ancak adapte olunabilecek bir şey ona göre. Kripto para, borsa, girişimcilik vb olaylar kendi zenginlerini yarattı. Genellikle de yaşı epey genç zenginler. Vedat Milor burada beş yılda elli ila seksen beş milyon dolar kazanılan şirket çalışanlarından bahsediyor. Bilgici buna takılıp “Ben kimsenin emeğinin bu kadar etmeyeceği gibi, bu kadar paranın da insana fazladan bir anlam üretmeyeceğini düşünüyorum.” diyor. Sf.27 Hakikaten o kadar para edecek ne yapmış olabilirsin gerçekten? Vedat Milor da Refik Halid Karay’ın bir sözü ile karşılık veriyor, çok hoş:

“Paranın sahibine yakışabilmesi asırlar meselesidir. Servet önüne gelenin sırtında zarif durmuyor. Zengin hazinesini hamal gibi maddi güçlükle, kaba tavırlarla değil; dimağı dolu bir alim gibi manevi bir yorgunluk, nazik edalarla taşımalı; parasını dolu gibi kıra vura değil, nisan yağmurları gibi içire içire sarf etmeli; zenginin dışarı verdiği yegane tesir kendine sövüp saydırmak değil, beğenilip sevdirmek olmalı…” Sf.27

Günümüz zenginlerine bakarsak sövüp saymalık gibi görünüyor. Ya da bakmayalım, gözlerim kanıyor altın varakları ve lüks otomobillerinin çakarlarından.

Bazı zenginlerin tasavvur edilemeyecek kadar çok zengin olduğunu ve bunların istemeseler de servetlerinin artmaya devam ettiğini söylüyor. Böyle bir sistemde de para kazanmak için bu zenginlerin etrafında pozisyon alındığını görüyor. Bunların danışmanları, avukatları, psikiyatrları, stilistleri, sosyal medyalarını yönetenler… gibi.

*

Ülkemizde insanların suçu hemen başkalarına attığını söylüyor. Hem şikayet eder hem hiçbir şey yapmazlar, diyor. ”Mikro düzeyde, insanların şikayet ettikleri birçok konu hakkında alternatifler bulma, farklı bir şeyler yapma seçenekleri vardır ama o gücü kullanmak istemezler ve kendi kendilerini aldatırlar.” Sf.58

Bu benim de yakındığım bir konu. Bu Engin Geçtan'ın da yakındığı bir konu. "Zamane" adlı kitabında şikayet kültüründen bahsediyor, bugün şikayet kültürü var, eskiden yoktu, diyor. Eski dediği 1940’lı yıllar. Her ne kadar Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na girmemiş olsa da dönemin ekonomik sıkıntılarını yaşadı. Buna rağmen Geçtan'ın anlattığına göre onca sıkıntıya rağmen insanlar yakınmazmış. Bugünse birine dokunun bin ah işitin. “Kahırseverlik” diyor buna Geçtan. Bunun sebebinin de “üretilmiş kaygı” olduğunu söylüyor. Eskiden insanın hayatında somut nedenler vardı, bugün ise gelecek kaygısı, fakirlik korkusu, başarısızlık, yetersizlik gibi somut olmayan soyut olarak var edilen yani üretilen kaygılardan bahsediyor.

*

İçinde bulunduğumuz ülke koşullarını karanlık görüyor Milor:

“Otoriterlik de değil, bariz bir diktatörlükle yönetiliyoruz; çünkü kararları esasen bir kişi alıyor.” Sf.68

Karamsar bir şey söylüyor:

"Özellikle Türkiye’de kim gelirse gelsin, ne olursa olsun değişmeyecek bir durum var. Yasal yollardan iyi iş ve ciddi gelir sahibi olmak çağı geçti.” Sf.69 

Deme.

*

Hayatı güzelleştirmekten bahsediyorlar kitapta. Bunun için yaşam sevgisi olmalı, diyor Milor. Bunu söylerken de hayatın gerçeklerini bilip fakirlik içindeki insana hayatını şöyle güzelleştirebilirsin gibi yalandan sözler söylemeyelim, diye ekliyor. 

*

Rol modelleri konusunda da konuşuyorlar. İlham alınan kişi ile bir bağ kurulabilmeli diye düşünüyor Milor. Yoksa ona aslında ona ait olmayan özellikler yükleyip idolleştirirseniz sonra hayal kırıklığına uğrarsınız, diyor. Kendisi eksikliklerini biliyor, bu yönlerden iyi olan çevresindeki insanları örnek alıyor. Bir insanı tümden değil, kendisine yakın bulduğu yanlardan ilham alıyor.

*

İnfluencer’ları başarılı bulmuyor. Onların çalıştığını ve çabaladığını düşünüyor ama kalıcılık sağlamalarını zor görüyor.

*

Sosyal medyanın demokrasi için iyi olmadığını düşünüyor. Demokraside farklı fikirlerin ortaya çıkması ve tartışılması önemli. Ama sosyal medya bizi sadece aynı fikirde olduklarımızla buluşturuyor. Diğerlerine denk gelindiğinde ise bir tartışma değil genelde küfürleşme yaşanıyor. Bunu da demokratik bulmuyor Milor.

*

Tabii yemek kültürü ve lokantalardan da konuşuyorlar.

Yemek kültürümüzü genel olarak övüyor ama üzüntüleri de var. En üzüldüğü konu da kalitesizleşme. Tarım ve hayvancılıkta düşüş, ustalığın azalması, yemeği paylaşma ve yemekte buluşmanın azalması da yemek kültürünü olumsuz etkiliyor.

“En iyi lokantada en iyi mantıyı yiyeceğime, aile sofrasında veya daha ekonomik bir lokantada dostlarla o kadar mükemmel olmayan bir mantıyı yemeyi isterim. Bu daha zevklidir.” Sf.206 diyor.

Yaptığı televizyon programında lokanta adı verince diğer lokantaların sahipleri Vedat Milor'u haksız rekabete yol açtığı gerekçesiyle şikayet etmiş. Bunun üzerine programda artık lokanta adı geçirmemeye başlamış. O zaman da izleyici kızmış programda bahsedilen yeri bulamadığı için. RTÜK’e değil de Vedat Milor’a kızmışlar ve Milor da bu duruma içerlemiş tabii. Sonra da program yayından kalkıyor zaten.

*

Bu kitaptan öğrendim ki Vedat Milor avukat olmayı düşünmüş. Hatta start-up’larla çalışan bir hukuk şirketinde staj yapmış. Burada yapılan sözleşmeler için junior (kıdemsiz) avukatlar çalıştırılırken zamanla işler yapay zekaya devredilmiş. Bu durumun kıdemsizler için avukatlığı zorlaştırdığını, patronlarınsa lehine olduğunu söylüyor. Böyle bir dünyada kendisine yer bulamamış. İşte benim dünyam. Ben işlerimi yapay zekaya devredemedim, çünkü yapay da benim zeka da benim. 

*

Çok keyifle okuduğum bir kitap oldu. İyi ki yazmışlar.


17 Mart 2025 Pazartesi

GERGEDAN

 


GERGEDAN

Büyük Küfür Kitabı

Mine Söğüt

2019

Can Sanat Yayınları

1.Basım – Nisan 2022

152 sayfa

 

Ne deli bir kitap. Deli deli öyküler. Şiddet, karanlık, umutsuzluk, ölüm, isyan vb temalı. Fena çok.

İşte o öyküler:


AİLE ÖLÜYOR
Sert ve tatsız bir kutsal aile eleştirisi.
Anne, baba, çocuk. Yemek masasındalar. Baba köpek öldürmüş, anne onu pişirmiş, çocuk biz barbar mıyız diye soruyor. Evet, diyor anne babası. Barbar olmasak aç kalırdık. Çocuk da madem barbarız, anamı babamı öldüreyim diyor, bir köpek daha öleceğine.

ABLAMIN CESEDİ
Sanırım evliliği ölümle bağdaştırıyor burada yazar. On sekiz yaşındaki abla evlilik hazırlığında ama işler yolunda değil gibi görünüyor.

ANNE ETİ
Çocuk anlatıyor. Annesi hayat kadını. Onunla yatan adamlardan biri annesini hep dövüyor. Başka bir adam da çocuktan kedi öldürmesini istiyor. Çocuk kediyi, annesini, annesiyle yatan adamları öldürmeyi geçiriyor aklından. En son annesi atlıyor pencereden. Etine üşüşüyor diğerleri.

KADINLARIN DERİSİNİ YÜZEN ADAMLARIN EN YAKIŞIKLISI
Kadın katilini polis yakalıyor. Katilin çocukluğuna iniliyor. Çocukken annesini çok severmiş. 

KÖPEKDİŞİ DÜŞTÜ
Baba, karısını ve çocuklarını eve kapatmış. Evde hapismiş hepsi. Bir de kuş varmış kafeste. Oğlan çocuğu soruyor abisine bu kuş nasıl girdi eve? Ablasıymış o kuş. Babası onu kafese, annesini televizyona hapsetmiş. Bu ikisi erkek çocuğu olduğu için evde hapislermiş. Ne zamana çıkacaklarını sorduklarında babaları köpekdişi düşünce dermiş. Çıkmaz ayın son çarşambası gibi bir şey herhalde. Derken televizyonda bir film başlıyor, adı Köpekdişi

ÜÇLÜ KANEPE
Çocuklara şiddet uygulayan bir baba, görmemek için perdeleri sıkı sıkı kapatan komşular. Baba, evi yakınca evin önüne attıkları bir kanepede kalıyorlar. Bir zaman sonra kadın kanepeyi ve üzerindeki adamı yakıyor.

İSTİKLAL KIRLARDADIR
Çocuk ve evin beslemesi birlikte evden kaçıyorlar, kırlarda koşuyorlar. Ama besleme aslında ölüymüş.

KAPTAN RÖNESANS
Kaptan ve hayalet arkadaşı bir deniz kızı görüyorlar. Deniz kızı ile dans ediyorlar. Sonra kız gidiyor. Hayal gibi ama değilmiş.

HANEKE, PASOLINI, GREENAWAY, BİR DE BEN
Bu dördü nergis tarlasına gidiyor. Ölü köpek görüyorlar. Üzerine konuşuyorlar. 

DIŞINA UZAYAN CAMBAZLA İÇİNE KIVRILAN SALYANGOZUN HÜZÜNLÜ HİKAYESİ
Sirkten kovulan cambaz bankta yanında oturan salyangozla dertleşiyor.

LAĞIMLARIN ALEKSANDRA’SI
Deli dedikleri lider yüzünden şehirden kaçıp lağımlara inen insanlar. Ama burada da barınamayıp yine yeryüzüne çıkanlar var. Ona da dayanamayıp yine lağımlara inenler… Deli ölsün diye bekliyor hepsi.

BÜYÜK KÜFÜR
“Öyle kolay pes etmez küfrü duasından büyük olanlar.” Sf.109
Kendisine, ailesine, komşusuna, devletine, Allah’ına… herkese hınç dolu korkulu bir yüreğin serzenişleri var bu hikayede.

SOKAKTA
Yine ona buna gördüğü insanlara görmediği insanlara üzülen hayıflanan bir insan sayıklamaları

TRİATLON
Oğluna Gregor Samsa adını koymak isteyen bir baba. Kendi adı da Kafka imiş. Bir sabah uyanmış ve kendini Kafka olarak bulmuş.

GERGEDAN
Adam yıllar sonra eski yaşadığı yere gidiyor. Sokakta bir gergedan var. Devlet bırakmış buraya. Bakıyormuş insanlar. Ama aslında bir tiyatrodan kalmış gergedan. Oyun yazarı bir insanı gergedanlaştırmış. Sonra da af dilemek için kendisini gergedana öldürtmüş. Bu sık sık tekrarlanırmış. Mahalleli alışıkmış. En sonunda gergedan trafikte üzerinden geçenler tarafından ezilerek ölmüş.

*

Gergedan her hikayede geçiyor. Böğre oturan yumru gibi yeri var kitaptaki tüm öykülerde.                          

 


12 Mart 2025 Çarşamba

BİR AŞK MASALI

 


BİR AŞK MASALI

Ahmet Ümit

2022 

Yapı Kredi Yayınları

1.Baskı - Ekim 2022

248 sayfa


Beş ülkenin beş prensi aynı rüyayı görmüş. Rüyalarında çok güzel bir kız görmüşler. Uyanınca o kızın peşine düşmüşler. Kızı bulamamışlar. Sonra rüyalarında kızı gördükleri kenti inşa etmeye başlamışlar, kız belki o kente gelir diye. Kız gerçekten de gelmiş. Fakat beş prens hayvan gibi davranarak kızı yakalamaya çalıştıkları için kız kaçmış, kuş olup olmuş. Bu beş prens de el elde baş başta inşa ettikleri kentte sıkışıp kalmışlar. 

Bu. Masal bu. Beş prens için de aynı hikaye farklı isimlerle yaşanıyor. 

Her prens kendi ülkesinin kahinine gidip rüyasını yorumlatmış. Kahinler bu rüyayı aşka çağrı olarak yorumlamış ve prenslerin o kızı bulmalarını söylemiş. Bunu haber alan krallar, prenslerin aklını karıştırıyor diye kahinleri hapse atmışlar. Prensler kahin olmadan rüyalarındaki kızı bulamayacakları için kahinleri bırakması için kral babalarına yalvarmışlar. Krallar, bir gün önce zindana attıkları kabinlerin bu kadar çabuk çıkarılmasına halk ne tepki verir bilemedikleri için düşünceliymiş, prensler şunu akıl etmişler. Kral da rüyasında kahini salmasını görsünmüş. Böylece kahinler serbest bırakılmış. Kahinler bulutlara, nehirlere, yıldızlara bakarak fal bakmışlar. En sonunda Aşk Tanrıçası heykeline yönlendirmişler. Heykel dile gelmiş. Prenslere aşk yolculuğu için öğütler vermiş. Bu yolculukta önemli olan beş erdem var, demiş: Kararlılık, cesaret, tutku, iyilik, özgürlük. 

Kahin, Buz Ülkesi prensine demiş ki, aradığınız kız Mavi Göl’ün kıyısındaki Öfke Mağarası’nda Beyaz Dev’in esiri. Prens gitmiş Öfke Mağarası'ndaki masum kızın yerini bulmuş. Devi bayıltmış. Ama kız müdahale etmiş, o zararsız, ben onu seviyorum o da beni diye. Prens de vazgeçmiş. Aradığı kızın bu olmadığını anlamış. Aşk Tanrıçanın sesini işitmiş sonra: Hani kararlılık, cesaret, saymıştım beş ilke, n'oldu, yemedi mi prensim, diye. Prens, rüyasındaki kızı aramaya devam etmiş. 

Kum Ülkesi prensine kızın çölde Cesaret Vahasındaki savaşçı kız olduğunu söylemiş kahin. Kız, kendisini yenen erkekle evlenecekmiş. Nice yiğitler bunu başaramamış. Prens yenmiş ama Savaşçı Kız peçesini indirince prens onun rüyasında gördüğü kız olmadığını anlamış. Vazgeçip ülkesine dönecekken Aşk Tanrıçanın sesini işitmiş. Bunun üzerine prens rüyasındaki kızı aramaya devam etmiş.

Kahin, Su Ülkesi prensine aradığı kızın Yalnızlık Körfezi’ndeki denizkızı olduğunu söylemiş. Prens kızı bulmuş. Ama onun rüyasında gördüğü kız olmadığını anlayınca vazgeçip ülkesine dönecekmiş ki  Aşk Tanrıçanın sesini işitmiş. Bunun üzerine prens rüyasındaki kızı aramaya devam etmiş.

Rüzgar Ülkesi prensine kahin, aradığı kızın Asalet Şatosu’ndaki intikamcı kız olduğunu söylemiş. Kız,  Eğri Orman’da Asalet Şatosu'nda baloya katılanlar arasından evleneceği adamı seçecekmiş. Prens bu baloya katılmış ve kızı bulmuş. Ama onun rüyasında gördüğü kız olmadığını anlamış ve vazgeçip ülkesine dönecekmiş ki  Aşk Tanrıçanın sesini işitmiş. Bunun üzerine prens rüyasındaki kızı aramaya devam etmiş.

Dağ Ülkesi prensinin aradığı kız, kahinin demesine göre Umut Dağı’ndaki cüzamlı kızmış. Prens, merhemini bulup kızı iyileştirmiş. Ama onun rüyasında gördüğü kız olmadığını anlamış ve vazgeçip ülkesine dönecekmiş ki  Aşk Tanrıçanın sesini işitmiş. Bunun üzerine prens rüyasındaki kızı aramaya devam etmiş.

Beş prens yine rüyalarında aynı kızı görmüşler. Bu kez kızı değil, kızı gördükleri kenti aramaya koyulmuşlar. Buz Prensi rüyasında gördüğün kentin Kristal Kent, Kum Ülkesi prensi Saklı Kent, Su Ülkesi prensi Batık Kent, Rüzgar Ülkesi prensi  Hüzün Kenti, Dağ Ülkesi prensi Ölü Kent'e gitmişler rüyalarında gördükleri kente benziyor diye. Gitmişler ama rüyalarındaki kentin buralar olmadığını görmüşler. Başka ülkelerde o kenti aramak üzere yola çıkmışlar. 

Başka bir ülkeye gitmek için önce Araf’a yolu düşermiş insanın. Prensler de birbirlerinden habersiz çıktıkları bu yolda Araf'ta Dostluk Denizi’ne bakan Mucize Han’a gitmişler. Orada diğer prenslerle karşılaşmışlar. Hiçbiri rüyalarında aradıkları kızı ve kenti bulmaya geldiklerini söylememiş. Buz prensi kızaklar için güçlü köpekler, Kum prensi dişi deve almak, Su prensi tekneler için sağlam kereste, Rüzgar prensi hızlı ve güçlü atlar, Dağ prensi fillerin ömrünü uzatacak iksir için geldiklerini söylemişler. Bir kadeh şarabın ardından dilleri açılmış. Gördükleri kentlerin diğer ülkelerde de olmadığını öğrenince boşa mı uğraştık diye üzülmüşler.

Hancının tavsiyesiyle rüyalarında gördükleri kenti kendileri yapmaya karar vermişler. Anlamsızlık Ovasına kenti kurmaya başlamışlar. Beş yıl sonra Aşk Kenti kurulmuş.

Rüyalarındaki kız gerçekten kente gelmiş. Beş prens kızı yakalamaya çalışırken kız darmaduman olmuş. Prensler kentin kapılarını örmüş kız kaçamasın diye. Yaşlı Hancı kızı kurtarmış, artık özgürsün demiş ve kız güvercine dönüşüp uçup gitmiş. 

Aşk Tanrıçası demiş ki prenslere, bu mı sizin sevginiz, tü sizin sıfatınıza kahrolasıcalar!

“Beşinize bir tek sevgili gönderdim ki asıl seçicinin kadın olduğunu öğrenin diye. Çünkü kadın istemezse, birleşme olmaz. Kadın özgür olmazsa aşk yaşanamaz." Sf.245

Prensler, kendi elleriyle ördükleri kapıları açmaya çalışmışlar ama kapılar açılmamış. Kendi yarattıkları zindanda kalakalmışlar. 

Demek ki neymiş? Özgürlük yoksa aşk da yokmuş. 

Koca adamın yazdığı kitaba bakın ayy!


SAKİN

 


SAKİN

Ege Soley

2019

Doğan Novus Yayınları

7.Baskı - Kasım 2019

154 sayfa


Yazarın daha önce başka bir kitabını okumuştum. Bkz: Yakın

Anlamlı gibi gözüken ama aslında anlamsız cümlelerle iyi hissettirmeye yönelik bir kitaptı. Bu kitap da aynısının laciverdi. İki kitap arasında herhangi bir fark göremedim. 

Bu kitabı size şöyle özetleyeyim:

Özgür olalım. Umutlu olalım. Kavga etme. Her şeyi sevgiyle karşıla. Kendini dinle. Kalbinin kanatlarını hafiflet. İçine dön. Sabret. Şükret. Sevgiyle konuş. Coşkuyla parla. Geleni kabul et. Hiçbir şeye sahip olmak için inat etme. Kurtul yüklerinden. Sen arama, bırak o gelsin. Zamana güven. Işığının kıymetini bil. Yaşadıklarından pişman olmaktan korkma. Keşkelerden çekinme. Dinleyin, görün, önemseyin. Hepimiz ilgiye muhtacız. Hepimiz insanız.

Böyle birtakım klişe öğütler. Herhangi bir temeli olmayan, boşlukta öyle süzülen cümleler. Ne kadar inanarak boş konuşuyor.





10 Mart 2025 Pazartesi

YANIK SARAYLAR



 YANIK SARAYLAR

Sevim Burak

1965

Yapı Kredi Yayınları

17.Baskı - Nisan 2024

90 sayfa


Hüzünlü öyküler var kitapta. Hüzünlü kadın öyküleri. Yalnız, sevgisiz, umutsuz, çaresiz kadınlar. Bu duyguları bildiğimiz anlamda giriş-gelişme-sonuç ile anlatmamış yazar. Böyle doğrusal bir sıra takip etmiyor. Bu kadınları üzen olayların ne olduğu açık değil ama üzüntülerinin samimiyeti açık. Dramatik bir şiirsellik var öykülerde. 

1965’de yayımlandığında tartışmalar yaratmış bu kitap. Yılın edebiyat olayı sayılmış.

Yazarın ilk kitabıymış bu arada. 

Kitaptaki öyküler:


SEDEF KAKMALI EV

Nurperi Hanım’ın eşi Ziya Bey’in cenazesindeyiz. Nurperi Hanım on yıllarca evde eşi Ziya Bey ile yaşamışız ve sanırım bir de onun erkek kardeşleriyle. Onlar ölmüş. Ama eşyaları evde kalmış. Ölülerden kalan eşyalarla sanırım ev iyice çöp eve dönmüş. Ve onlarca adam bu evi parçalamaya gitmiş.

Tüm bunlar mecazen mi gerçek mi, benim götümden anlamam mı, emin değilim.


PENCERE

Anlatıcı pencereden karşı evdeki kadını görüyor. Onun intihar etmeyi düşündüğünü anlıyor. Onu destekliyor intihar etmesi konusunda. Ama bu defa kendisi intihara yaklaşıyor. Yeşil şapkalı adam diye kurguladığı bir adamın onu çağırdığını, gelsene dediğini görüyor ve atlıyor aşağı. “Yarı belime kadar karanlığa sarkıyorum, gürültüyle düşüp parçalanmaya başlıyorum.” Sf.23


YANIK SARAYLAR

Anne babası boğularak ölmüş bir çocuk olan anlatıcı, Fulya Teyze’sinin elinde büyümüş. Saraylı bir kadın Fulya Teyze ve onun ölümüyle devlet daireleri arasında koşturmasını anlatıyor diye anladım.


BÜYÜK KUŞ

Anlatıcının Koca Kuş’a benzettiği sevdiği adam ölmüş. Kadın da üzülmüş. Kadın, Kent adlı bir adamda teselli aramış. Ama Kent de onu atkıyla boğmuş. Bu Kent başta imgesel bir anlatı diye düşündüm, şehir anlamında, ama yok gerçek insan adam galiba. 


AH YA RAB YEHOVA

Zembul bir Yahudi kız. Bir Müslüman Türk’e gönül vermiş, sevişmişler, çocukları olmuş. Adam ondan sonra evlenmeye karar vermiş. Ama kız ve ailesi ve hatta cümle komşu memnun değil. Ateşler içinde bitiyor bu hikaye.


ÖLÜM SAATİ

(Daha eski basımlarda adı İKİ ŞARKI imiş bu öykünün adı.)

Kim ölmüş anlamadım. Saati vakti soran biri var. Israrla soruyor.

"Yalvarırım beyefendi, saatiniz kaçı gösteriyor?

Saatin 1’dir - 2’dir- 2 buçuktur

Üçü çeyrek geçiyor

4.30

Dörde çeyrek var

5’tir

Altıdır

7

8

9

10

11

12’dir."

Sf.84

*

Evet böyle bir tarz.

Olay hikayesi değil bunlar, his hikayesi. Var mı böyle bir tabir? Yoksa da ben buldum. Kitabı okurken olay ne tam anlamamakla birlikte anlatılan karakterin acı çektiğini hissediyorsunuz. Olayı anlatmaya çalıştığınızda ise yukarıda benim yapmaya çalıştığım gibi manyağa dönüyorsunuz. 


6 Mart 2025 Perşembe

GİZLİ EL

 

GİZLİ EL

Reşat Nuri Güntekin

1924

İnkilap Kitabevi

2019

155 sayfa


Reşat Nuri Güntekin'in ilk romanı. 

Önce gazetede tefrika edilmiş. Ardından kitap olmuş. Devlet adamlarına sataşıldığı iddiasıyla sansüre uğramış. Devlet adamlarımız da bu kadar alıngan olmasın canım.

*

Bugün Kuzguncuk'ta eskiden hamam olan şimdi kütüphane/kafe hizmeti göre Kuzguncuk Nevmekan'a gittim. Oradaki kitaplara bakarken bunu bir oturuşta bitiririm diye gözüme kestirdim ve gerçekten de bitirdim.

*

Şeref Bey. Gemlik’de memuriyete atanıyor. Çok sıkılıyor. Çünkü o memleket için büyük işler başarma arzusunda.

Bir doktor ile ahbaplık ediyor ve bu tanıdık aracılığıyla çiftlik sahibi Aziz Paşa ile tanışıyor. Aziz Paşa’nın oğlu Adnan ve kızı Seniha’ya ders veriyor. Seniha ile yakınlaşıyorlar. Ama Şeref çekiniyor, çünkü Seniha paşa kızı, kendisine bakmaz diye düşünüyor. Kız için uygun bir kısmet çıktığını öğrenince çok üzülüyor ve  tayinim çıktı benim, gideceğim diye yalan söylüyor. O arada hasta olup yataklara düşüyor. Cebinden Seniha’nın resimleri çıkınca Aziz Paşa durumu anlıyor ve evlenmelerine izin veriyor. Zaten seviyor Aziz Paşa Şeref’i. Seniha da boş değil Şeref'e karşı. Evleniyorlar.

Şeref iş adamlığına soyunuyor. İstanbul’a taşınıyorlar. Ticaret yapıyor. Bu arada zengin başka iş adamlarıyla eğlencelere katılmak zorunda kalıyor. Akşam eve geldiğinde de pijama terlik ve olsaydı televizyon takılıyor. 

Evliliklerinin ilk zamanlarında Şeref Seniha'dan sevgi sözcükleri duymak istiyor ama Seniha kaçınıyor. Yıllar sonra bir gün Şeref'in "Beni seviyor musun?" sorusuna artık Seniha "Seviyorum seni tabii" diyor. Ama Şeref bundan memnun olmuyor, çünkü büyüsü kaçmışmış.

“Ondaki bütün esrarlı kudret ‘Seviyorum!’ kelimesindeymiş gibi onun ağzıyla tekrar edince büyü birdenbire bozuluyordu. O, artık her kadın gibi bir kadın, bir iyi hayat arkadaşıydı.” Sf.127

*

Seniha, Gemlik’e gidiyor, çiftliğe babasını görmeye.

Şeref İstanbul’da çalışıyor. Çalışırken de zorla eğleniyor. Eğlenmek işinin bir parçasıymış.

“Çünkü benim muhitimin işi gibi işler eğlencesiz, eğlence kadınsız olmazdı. (…) Ben de herkes gibi onlarla şakalaşıyordum. Lazım geldikçe ellerini, bellerini tutuyordum; başımı yanlarına yaklaştırıyordum. Sarhoş aşık, elinden uçanla kaçan kurtulamayan yüzsüz hovarda taklidi yapıyordum. Fakat yemin ederim ki, hepsi taklit.” Sf.137

Evet evet taklit tabii tabii!

Bu ortamların birinde bir kadınla tanışıyor. Müteahhit eşi olan bu kadının çekingenliği Şeref'in ilgisini çekiyor. Kadın Şeref'i evine davet ediyor. Şeref gidiyor. Evde yalnızlar, kadın Şeref’e yaklaşıyor ve Şeref’in dudaklarına yapışıyor, Şeref itiyor kadını ve evden çıkıyor. Çok utanıyor. Bir takım iç muhasebelere girişiyor. Yakışmadı bana gibisine.

Ertesi gün polis Şeref'i karakola götürüyor. Yaptığı ticaretlerle ilgili bir sıkıntı olmuş. Hapse giriyor.  Aziz Paşa ve Seniha para cezasını ödeyip çıkartıyorlar onu hapisten. 

Seniha Şeref’in yaptıklarının o kadar önemli bir sorun olmadığını söylüyor ama ekliyor, eğer gerçekten başka bir kadınla aldattıysa… Daha fazla ekleyemiyor çünkü ağlıyor.

Şeref’e inanıyor, “Eskisi gibiyiz artık.” diyor Seniha.

Şeref, bari bu gece söyle beni sevip sevmediğini, diyor.

Seniha, hele bu gece asla, diyor.

Şeref ağlıyor.

---Son---

*

Kitabın başında kitabın yazılış hikayesi var. Reşat Nuri aslında o dönem savaş sayesinde zengin olanlarla, vurguncularla ilgili bir eleştiri mahiyetinde yazacakmış bu romanı. Ama taslağı görenler aman onu öyle deme sakıncalıdır, aman bunu böyle deme yasaktır diye diye bezdirmişler. O da aşk hikayesi içine katarak anca bu kadar sistem eleştirisi yapabilmiş. 

2 Mart 2025 Pazar

ASPİDİSTRA

 

ASPİDİSTRA

(Keep the Aspidistra Flying)

George Orwell

1936

İngilizce aslından çeviren: Şemsa Yeğin

Can Sanat Yayınları

24.Basım – Haziran 2021

296 Sayfa

 

Parasızlığa dair tüm eziklikleri içeren bir kitap. İyi bir işte çalışmayı şiddetle reddeden, rezil kepaze bir hayat yaşamayı çılgınca savunan ama beri yandan bu hayattan da nefret eden bir karakter var, evlerden ırak.

*

Fakirlik içinde Gordon. Anası ve ablası yememiş yedirmiş, bunu okutmuş. Ama bu nankör. İş beğenmiyor. Başarısızlığı ve fakirliği benimsemiş. Artık para kazanmak hevesinde değil, aksine paraya savaş açmış. Yazarak geçinmeyi umuyor ama nerede öyle geçinmek?

“Yoksulluğun ilk etkisi, düşünceyi öldürmesidir.” Sf.66

Reklam şirketinde metin yazarlığı yapıyor. Burada seviliyor ve iyi para kazanmaya başlıyor. Ama paraya ve iyi işe düşman olduğu için buradan çıkıyor. Bir sahafta çalışmaya başlıyor.

Zengin bir arkadaşı var, Ravelston. O da ayrı garip. Zenginliğinden utanıyor, fakirlerle arkadaşlık ediyor. Dergi çıkarıyor, fakir ozanlar bundan para koparmaya çalışıyor. Ama Gordon asla öyle biri değil. Borç bile kabul etmiyor. Hatta adamın kendisine yemek ısmarlamasına bile asla müsaade etmiyor.

Bir kızcağız var, Rosemary, seviyor bu adamı ilginç bir şekilde. Ama adamımız rahatsız. Tam bir redpillci gibi:

“Parasız, kadınlarla ilişkilerinde dürüst olamazsın. Çünkü parasız, istediğini seçemezsin, boyunun yettiğini alırsın; sonra zorunlu olarak onlardan kurtulursun. Tüm diğer erdemler gibi sadakat da parayla alınır. Para yasasına isyan ettiğinden, -bir kadının asla anlayamayacağı bir kararlılıkla- iyi bir iş hapishanesine razı olamadığından kadınlarla olan bütün ilişkilerine süreksizlik ve aldatma egemendi. Paradan feragat etmek, kadından da feragat etmeyi getiriyordu. Ya para tanrısına hizmet et, ya da kadınsız kal. Seçenekler bunlardı. İkisi de aynı ölçüde olanaksızdı.” Sf.130 diyor.

Gordon, ablasından borç alıp Rosemary’i kırlara götürüyor. Ki ablasına dünya kadar borcu var ve ablası da fakir fukara bir kızcağız.

Kırlarda uygun fiyatlı açık yer bulamıyorlar. Pahalı bir yere oturuyorlar. Gordon orada garsondan çekiniyor, garson da ayrı puşt bu arada, aşağılıyor bu ikisini, bu ikisi de zavallım kalkamıyorlar, çekiniyorlar, pahalı pahalı şeyleri söylüyor Gordon garsondan çekinip, bütün parasını bitiriyor.

İlk sevişmelerini bu kırda yaşamayı düşünüyorlardı aslında. Çünkü evleri yok. Gordon bir pansiyonda kalıyor ve misafir alması yasak. Kız ailesinin evinde. Tam kuytu bir köşede halvet olacaklar, Gordon prezervatif almamış yanına. Kız korkuyor bebeği olmasından, o yüzden bu koşulda sevişemiyorlar. Gordon bunu da parasızlığa bağlıyor. Prezervatif alamaması da parasızlıktan.

Bir gün beklemediği bir şey oluyor, yayımlanan bir şiirinden güzel para veriyorlar. Ablama borcumu ödeyeceğim diye bir miktarını ayırıyor paranın. Ama inanmıyorsunuz bunun olacağına. Ödemeyeceğine siz de adınız gibi emin oluyorsunuz okurken.

Gordon, kız arkadaşı Rosemary’i ve zengin arkadaşı Ravelston’u yemeğe çıkarmaya karar veriyor. Hem de lüks bir yere. Kız da arkadaşı da onu engellemeye çalışıyor, ama yok kafayı yedi Gordon. Bir sürü para harcıyor restoranda. Rosemary’e sarkıntılık ediyor sarhoş sarhoş. Kız kaçıp gidiyor. Gordon iki fahişe buluyor. Ravelston engel olmaya çalışıyor, olamıyor, Gordon malı aklını yitirdi çünkü. Sarhoş haliyle sokakta bir çavuşa şiddet uyguluyor. Tutuklanıyor. Ravelston para cezasını ödüyor, kendi evinde misafir ediyor Gordon’u. Gordon’un çavuş tokatlayıp hapse girdiği yerel gazetede haber olunca kitapçıdaki işinden kovuluyor. Daha az parayla başka bir kitapçıda güç bela iş buluyor. Eskisinden daha sefil bir yerde yaşıyor. Yalvarıyorlar eskiden çalıştığı reklamcıya gitsin, orada iş verecekler diye. Yok asla kabul etmiyor. Dibe çökmek istiyormuş. Parayla savaşıyormuş.

Rosemary hala bırakmıyor onu. Sevişiyorlar. Kız hamile kalıyor. Gordon ne yapacağını düşünüyor. Kız nasıl nahif. İster evlen ister evlenme benimle diyor. Özgürsün diyor. Aldırmayı da düşünüyor. Gordon, ondan hiç beklemezdim, şerefli davranıyor. Reklam işine giriyor. Kızla evleniyor. Bütçelerine uygun bir ev tutuyorlar, yavaş yavaş döşüyorlar.

Gordon eve bir aspidistra istiyor, bir zambak türü. Yaşadığı her evde vardı. Ama kız istemiyor. Alacağız almayacağız derken kız karnındaki bebeğin hareket ettiğini hissediyor. Gordon da heyecanlanıyor. İyi olacak galiba.

Böyle bitmesine sevindim.

Gordon bir noktada intihar eder sanıyordum.

Rosemary’e, Ravelston’a ve ablası Julia’ya helal olsun. Umutlarını kesmediler Gordon’dan. Gordon sen de yat kalk bu insanlara dua et. Ablana olan borcunu da öde.

HAVVA

 

HAVVA

(Eve)

Cat Bohannan

2023

Çeviren: Elif Günay

Hep Kitap

1.Baskı – Mayıs 2024

487 sayfa

 

Çok beğendim bu kitabı. Bütün kadınlara tavsiye ederim. Erkekler okumasın. (Şaka)

*

“Kadın Vücudu, İnsanın 200 Milyon Yıllık Evrimine Nasıl Liderlik Etti?” alt başlığıyla yayımlanan kitapta kadın bedeninde süt nasıl var oldu, rahim nasıl gelişti, menopoz niye var… gibi sorulara cevaplar yer alıyor.

Kitaba adını veren Havva ilk kadın anlamında değil, dişi bedenindeki yeniliklerin ilk çıktığı canlı anlamında kullanılıyor. Örneğin sütün Havva’sı, rahmin Havva’sı gibi. Bu Havvalar ilkin bir insan değil, hatta insana benzeyen canlılar bile değil.

*

Bulunan fosillerden anlaşılıyor ki 205 milyon yıl önce sansarla fare melezine benzeyen hayvan (Morganucodan) memelilerin sütünün ilk Havva’sı. Aslında yenidoğan memeli canlı öncelikle suya ihtiyaç duyuyor. Anne sütünün de %90’ı su. Böylece yenidoğan hareket etmesi gerekmeden güvenli yuvasında su ayağına geliyor. 

“Bilim insanları sütün hem susuz kalma sorununu hem de bağışıklık sorunlarını tek kalemde çözmek üzere evrimleştiğini düşünüyor.” Sf.31

Bu canlı türünün dişisinde henüz meme ucu yok ama süt veriyor. Yavrular sütü annelerinin bedeninden yalıyor. Zamanla yavrunun kullanımı için daha efektif olacak diye meme ucu çıkıyor.

“Süt bezlerine özel bir erişim portu oluşması evrimin basit bir eseriydi.” Sf.38

Sütü çıkaran şey annenin bunu üretmesinin yanı sıra aslında bebeğin bunu emmesi. 

“Sütü annenin vücudu üretiyor olsa da o üretimi tetikleyen şey, bebeğin ağzıdır.” Sf.38 

Yani süt, annenin memesinde birikmiş beklemiyor. Anne bedeninde depolanmış süt yok. Bebek, meme ucunu emince süt ortaya çıkıyor.

Süt ve bebeğin salyası arasında bir iletişim varmış. Kitapta bu gayet teknik anlatılıyor, ben kendi anladığım kadar anlatacağım. Bebek, memeyi emerken salyalarını saçıyor ya. Bu salyalara göre bebeğin sağlığıyla ilgili neye ihtiyacı varsa ona göre süt oluşuyormuş.

Olağanüstü bir şey. Kitapta bu oluşum bilim bilim anlatılıyor.

*

Rahmin var oluşu da evrim sürecinde şöyle gelişmiş:

“Bazı eski canlılar, yumurta bırakmak yerine o yumurtaları vücutlarının içinde kuluçkaya yatırmış. (…) Bizler yumurtaları vücudun içinde sıcak tutmakla kalmamışız, kadın vücudunu bütünüyle bir gebelik makinesi haline getirmişiz.” Sf.60

Bu da başka bir olağanüstü oluşum. Kadın bedeninin bebek dünyaya getirmek için içinde yarattığı evren akıl almaz bir şey.

*

Kitapta kadın bedeninin olağanüstü tasarımına hayran kaldım. Muhteşem bir donanım bu. Gelgelelim nasıl yok sayılıyor, o da anlatılıyor kitapta.

Tıpta erkek bedeninin norm kabul edildiği ile başlıyor kitap. “Erkek normu” diyor buna yazar. Antidepresan, ağrı kesici vb ilaçlar kadınlarda daha az etkili ama bu önemsenmeden iki cinsiyete de aynısı veriliyormuş. Varsayımsal olarak erkek denekler kullanılıyormuş. Sebep olarak kadınlardaki hormonal değişimler gösteriliyor. Yani özel olarak kadınlarla ilgili bir araştırma yapılmıyorsa kadınlar araştırmanın dışında kalıyor.

“Bu şekilde deneyler daha hızlı ilerliyor, makaleler daha çabuk yazılıyor ve araştırmacının fon ve kadro bulma ihtimali artıyor.” Sf.11

Sonsuza kadar böyle sürecek değildi tabii.

“Artık memelerden bahsetmenin vakti geldi. Memelerden, kandan, yağdan, vajinalardan, rahimlerden, hepsinden.” Sf.19

*

Kadınların ergenlik sürecine de değiniyor yazar. "Kızlık dönemi" olarak ifade ediyor bunu ve daha iyi bir kelime bulamadığını da belirtmeden geçmiyor. Bu dönemle ilgili çok doğru bir tanım yapıyor yazar:

“Her genç kızın hayatında, izlendiğini fark ettiği bir an vardır. Vücudunun görünür bir şeye dönüştüğünü, bu görme işini de erkeklerin yaptığını fark ettiği bir an.” Sf.217

Aynen! Bu cümleyi okuyan her kadının da “Aynen” diyeceğine eminim. Her kadının ergenlik dönemine girerken yakaladığı o rahatsız edici erkek bakışı.

“Erkek bakışı terimi burada kullanamayacağım kadar çok şey ifade ediyor. Ama bu temel deneyim; yani bir kız çocuğunun sekiz ila on dört yaşları arasında görünür bir şekilde kadın olmanın başka türlü görülmek anlamına geldiğini öğrendiği o anlar dizisi; bana tanıdık geliyor.” Sf.217

Hepimize tanıdık geliyor bacım.

Burada aklıma John Berger’in “Görme Biçimleri” kitabı geldi. Nü resimlerde resimlerdeki kadınların resme bakan erkeğe dönük ve onun hakimiyetinde gibi resmedildiğini yazıyordu. Resmi çizen de resme bakan da erkek, kullanılan figür ise kadın. Kadın sadece kendisine bakan erkeğe dönük. Bu resmedilişte amaç kadını resme bakan erkeğe sergilemek, o erkeğin cinselliğini uyandırmak, diye anlatıyordu.

*

Kitapta büyükanneler için de özel bir bahis var. Menopozun evrim sürecinde neden var olduğu ile ilgili bölümde bahsediliyor. Çeşitli çıkarımlar var menopozla ilgili. Aklımda yer edenlerden biri kadınların yaşlanınca da çocuk doğurup kendi çocuklarına bakmalarındansa tecrübeleri ile artık başka çocuklarla (torunlarıyla) ilgilenebilmesi, yaşam bilgisini onlara aktarabilmesi içinmiş. Bu bir görüş. Çeşitli kabilelerden örneklerle bunu detaylandırıyor yazar. Örneğin yaşlı kadın, genç kadının doğumuna ebelik yapıyor, tecrübesiz annelere destek oluyor. Bu arada birkaç bin yıl önce yaşlı kadın, genel olarak yaşlı insan, zaten olağanüstü bir durummuş. Kimse uzun yaşayamadığı için. Yaşlılara saygı mottosu da muhtemelen o dönemlerden kalma. İnsanın o yaşa kadar yaşayabilmesi, hayatta kalabilmiş olması bir muazzam bir başarı diye görülüyor ve tabii ki saygı duyuluyor, tecrübesinden ve bilgisinden yararlanılmak isteniyor. Ama bugün zaten dünyanın çoğu yaşlı. Sanırım o yüzden arzu ettikleri saygı azaldı.

Büyükannelerin önemine “Alttakiler” adlı kitapta da değiniliyor. Orada bugünkü durumdan bahsediliyor. Büyükanneler torunlarına bakınca anneler, çocuğa bakan güvenilir biri var diye işe daha rahat devam edebiliyormuş. Ve hatta bu büyükanneler, insan nüfusunun da artışını sağlıyormuş. Çünkü büyükanne çocuğa bakınca, anne baba yeniden çocuk yapma konusunda daha rahat oluyormuş.

*

Biricik dünyamızda önce mikroorganizmalar vardı. Yaklaşık 3 milyar yıl önce. Bir milyar yıl kadar sonra amipler gibi tek hücreli organizmalar var oluyor. Sonra omurgalılar. İlk omurgalı hayvanlara ait fosiller 500 milyon yıl öncesine dayanıyor. İnsan vücuda da bundan kaç milyon yıl sonra oluştuysa artık! Zaten bir milyon yıl ile bir milyar yıl arasında ben açıkçası fark göremiyorum. Bir noktadan sonra bana çok önemli gelmiyor. Zihnimde canlandıramıyorum, bir karşılık bulamıyorum bu kadar eski zamana. Ama dünya tarihini milyon milyar yıl diye düşündüğümüzde insan vücuduna yeni diyebiliriz.

“Ayak parmaklarımızın yerinde el parmaklarının olduğu dönemler çok da eski değil.” Sf.20

Kadınları var saymamız ise bu milyar yıllık insanlık tarihi için daha iki saat gibi bir şey.