YENİ DÜNYA YENİ KURALLAR
Yaşam Zevkine Ulaşmanın Bugünkü Yolları
Vedat Milor
Söyleşi: Yenal Bilgici
2024
Kronik Kitap
1.Baskı - Eylül 2024
268 Sayfa
Vedat Milor ile Yenal Bilgici değil de ben sohbet ediyormuşum gibi. Öyle kanlı canlı bir etkisi var kitabın. Kaliteli sohbete doydum, şükür ki Milor'un da hayattan keyif aldığı anlar kaliteli sohbet ettiği anlarmış. Çevresini buna uygun şekillendirmeye dikkat ediyormuş. Vedat Milor'un çevresinde de bir zahmet kaliteli sohbet edebileceği insanlar olsun. Onun bile yoksa - ki yer yer bundan yakınıyor- biz ne yapak, ölek mi?
*
Öncelikle daha başta öğüt vermek, kişisel gelişimimize katkı sağlamak gibi bir cürette bulunmadığını ifade ederek gönlümü kazanıyor. Bu arada bulunsa bulunur, kimse de yadırgamaz.
Ama kendisi memlekette had hudud bilen iki insandan biri. Diğeri ben.
*
Söyleşi şeklindeki kitapta Milor, dünyanın nereye gittiği sorusuna yeni meslekler, hatta aslında meslek sayılmayacak
işlerden bahsederek cevap veriyor. Özellikle 2000 sonrası bilgisayar, internet,
sosyal medya ve pandemi ile ilerleyen süreçte yeni ünlüler ve zenginler doğduğunu ve bu çağdaki insanların adaptasyon
yeteneğinin gelişkin olması gerektiğini anlatıyor. Çünkü bu süreç öğrenilebilecek bir şey değil, ancak adapte olunabilecek bir şey ona göre. Kripto para, borsa, girişimcilik vb olaylar kendi zenginlerini yarattı. Genellikle de yaşı epey genç zenginler. Vedat Milor burada beş yılda elli ila seksen beş
milyon dolar kazanılan şirket çalışanlarından bahsediyor. Bilgici buna takılıp
“Ben kimsenin emeğinin bu kadar etmeyeceği gibi, bu kadar paranın da insana
fazladan bir anlam üretmeyeceğini düşünüyorum.” diyor. Sf.27 Hakikaten o kadar
para edecek ne yapmış olabilirsin gerçekten? Vedat Milor da Refik Halid
Karay’ın bir sözü ile karşılık veriyor, çok hoş:
“Paranın sahibine yakışabilmesi asırlar meselesidir. Servet önüne gelenin
sırtında zarif durmuyor. Zengin hazinesini hamal gibi maddi güçlükle, kaba
tavırlarla değil; dimağı dolu bir alim gibi manevi bir yorgunluk, nazik
edalarla taşımalı; parasını dolu gibi kıra vura değil, nisan yağmurları gibi
içire içire sarf etmeli; zenginin dışarı verdiği yegane tesir kendine sövüp
saydırmak değil, beğenilip sevdirmek olmalı…” Sf.27
Günümüz zenginlerine bakarsak sövüp saymalık gibi görünüyor. Ya da bakmayalım, gözlerim kanıyor altın
varakları ve lüks otomobillerinin çakarlarından.
Bazı zenginlerin tasavvur edilemeyecek kadar çok zengin olduğunu ve bunların istemeseler de servetlerinin artmaya devam ettiğini söylüyor. Böyle bir sistemde de para kazanmak için bu zenginlerin etrafında pozisyon alındığını görüyor. Bunların danışmanları, avukatları, psikiyatrları, stilistleri, sosyal medyalarını yönetenler… gibi.
*
Ülkemizde insanların suçu hemen
başkalarına attığını söylüyor. Hem şikayet eder hem hiçbir şey yapmazlar, diyor. ”Mikro düzeyde, insanların şikayet ettikleri
birçok konu hakkında alternatifler bulma, farklı bir şeyler yapma seçenekleri
vardır ama o gücü kullanmak istemezler ve kendi kendilerini aldatırlar.” Sf.58
Bu benim de yakındığım bir konu. Bu Engin Geçtan'ın da yakındığı bir konu. "Zamane" adlı kitabında şikayet kültüründen bahsediyor, bugün şikayet kültürü var, eskiden yoktu, diyor. Eski dediği 1940’lı yıllar. Her ne kadar Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na girmemiş olsa da dönemin ekonomik sıkıntılarını yaşadı. Buna rağmen Geçtan'ın anlattığına göre onca sıkıntıya rağmen insanlar yakınmazmış. Bugünse birine dokunun bin ah işitin. “Kahırseverlik” diyor buna Geçtan. Bunun sebebinin de “üretilmiş kaygı” olduğunu söylüyor. Eskiden insanın hayatında somut nedenler vardı, bugün ise gelecek kaygısı, fakirlik korkusu, başarısızlık, yetersizlik gibi somut olmayan soyut olarak var edilen yani üretilen kaygılardan bahsediyor.
*
İçinde bulunduğumuz ülke koşullarını karanlık görüyor Milor:
“Otoriterlik de değil,
bariz bir diktatörlükle yönetiliyoruz; çünkü kararları esasen bir kişi alıyor.”
Sf.68
Karamsar bir şey söylüyor:
"Özellikle Türkiye’de kim gelirse gelsin, ne olursa
olsun değişmeyecek bir durum var. Yasal yollardan iyi iş ve ciddi gelir sahibi
olmak çağı geçti.” Sf.69
Deme.
*
Hayatı güzelleştirmekten bahsediyorlar kitapta. Bunun için yaşam sevgisi olmalı, diyor Milor. Bunu söylerken de hayatın gerçeklerini bilip fakirlik içindeki insana hayatını şöyle güzelleştirebilirsin gibi yalandan
sözler söylemeyelim, diye ekliyor.
*
Rol modelleri konusunda da konuşuyorlar. İlham alınan kişi ile bir bağ kurulabilmeli diye düşünüyor Milor. Yoksa ona aslında ona ait olmayan özellikler yükleyip idolleştirirseniz sonra
hayal kırıklığına uğrarsınız, diyor. Kendisi eksikliklerini biliyor, bu
yönlerden iyi olan çevresindeki insanları örnek alıyor. Bir insanı tümden
değil, kendisine yakın bulduğu yanlardan ilham alıyor.
*
İnfluencer’ları başarılı bulmuyor. Onların çalıştığını ve çabaladığını
düşünüyor ama kalıcılık sağlamalarını zor görüyor.
*
Sosyal medyanın demokrasi için iyi olmadığını düşünüyor. Demokraside farklı
fikirlerin ortaya çıkması ve tartışılması önemli. Ama sosyal medya bizi sadece
aynı fikirde olduklarımızla buluşturuyor. Diğerlerine denk gelindiğinde ise bir
tartışma değil genelde küfürleşme yaşanıyor. Bunu da demokratik bulmuyor Milor.
*
Tabii yemek kültürü ve lokantalardan da konuşuyorlar.
Yemek kültürümüzü genel olarak övüyor ama üzüntüleri de var. En üzüldüğü konu da kalitesizleşme. Tarım ve hayvancılıkta düşüş, ustalığın azalması, yemeği paylaşma ve yemekte buluşmanın azalması da yemek kültürünü olumsuz etkiliyor.
“En iyi lokantada en iyi mantıyı yiyeceğime, aile sofrasında veya daha ekonomik bir lokantada dostlarla o kadar mükemmel olmayan bir mantıyı yemeyi isterim. Bu daha zevklidir.” Sf.206 diyor.
Yaptığı televizyon programında lokanta adı verince diğer lokantaların sahipleri Vedat Milor'u haksız rekabete yol açtığı gerekçesiyle şikayet etmiş. Bunun üzerine programda artık lokanta adı geçirmemeye başlamış. O zaman da izleyici kızmış programda bahsedilen yeri bulamadığı için. RTÜK’e değil de Vedat Milor’a kızmışlar ve Milor da bu duruma içerlemiş tabii. Sonra da
program yayından kalkıyor zaten.
*
Bu kitaptan öğrendim ki Vedat Milor avukat olmayı düşünmüş. Hatta
start-up’larla çalışan bir hukuk şirketinde staj yapmış. Burada yapılan
sözleşmeler için junior (kıdemsiz) avukatlar çalıştırılırken zamanla işler yapay
zekaya devredilmiş. Bu durumun kıdemsizler için avukatlığı zorlaştırdığını,
patronlarınsa lehine olduğunu söylüyor. Böyle bir dünyada kendisine yer bulamamış. İşte benim dünyam. Ben işlerimi yapay zekaya devredemedim, çünkü yapay da benim zeka da benim.
*
Çok keyifle okuduğum bir kitap oldu. İyi ki yazmışlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder