18 Mart 2016 Cuma

HİKAYELER





HİKAYELER

Ahmet Hamdi Tanpınar

Dergah Yayınları - 11. Baskı - Aralık 2014

352 sayfa



Ahmet Hamdi Tanpınar'ın romanlarını hikayelerine tercih ederim. (Aslında genel olarak romanları hikayelere tercih ederim.)

Tanpınar'ın hikayelerini okumak ve anlamaya çalışmak benim için biraz can sıkıcı oldu. 

*

Tanpınar'ın babası kadıymış. Onun işi dolayısıyla pek çok şehir görmüş. Hikayelerindeki bazı karakterleri, gittiği yerlerde gördüğü gerçek insanlardan esinlenerek oluşturmuş. 

Ursula L. Guin, "Her roman bir karakterin ufukta görünmesiyle yazılır." diyor. Hikaye de öyle muhakkak.



ABDULLAH EFENDİ'NİN RÜYALARI

1943

Abdullah Efendi bir lokantada, arkadaşlarıyla oturuyor. Yan masadaki çifte takılıyor gözleri. Kadının adamı nasıl da pür dikkat dinlediği dikkatini çekiyor. Sanki bütün vücudu adamı dinliyor. Bacakları konuşuyor mu kadının ne?

Arkadaşlarıyla beraber lokantadan çıktıktan sonra geneleve gidiyorlar.

Abdullah Efendi, genelevin odasında beklerken tavandan kendisine bir ihtiyarın seslendiğini görüyor. Abdullah kaçıyor o odadan. Arkadaşları, kadını beğenmediğini düşünüp başka bir geneleve götürüyorlar onu. 

Burada da zevk arkadaşı olan kadın "sağ göğsüm yok, düşmüş, kaybettim." diye yaygara koparıyor. Ardından odadaki fotoğraf canlanıyor. Fotoğraftaki adam ve kadın fotoğraftan fırlayıp odada dans etmeye başlıyor. 

Abdullah Efendi buradan da kaçıyor.

Az önce yemek yediği lokantaya gidiyor ama lokanta yanıyor. Bedeninin de(eski vücudunun da) orada yandığını görüyor.

"O benim birinci varlığımdı., asıl hayatımı ve ruhumu başka bir yere nakletmiştim, tıpkı bir evden öbürüne eşyayı nakleder gibi." sf.34

Kendi cenaze törenine gitmeyi düşünüyor. Orada bir nutuk çekebilir.

Bu düşünceler içindeyken susuyor. Su dolu bir sürahi buluyor. İçmek üzereyken bir çocuk müsaade etmiyor, sürahi ve su onunmuş.

Çocuk sürahiyi camdan aşağı atıyor. Abdullah Efendi, camdan dışarı bakıyor ama sürahiyi ve kırık parçalarını göremiyor. Bir adam görüyor. Kendisini.

"Unutmak, bu ancak aşkla mümkündü: Ömrün büyük ve serin pınarı, her tecrübeden bizi daha genç, daha diri, dünyaya henüz gelmiş gibi dinç ve rahat çıkaran oydu." sf.27



GEÇMİŞ ZAMAN ELBİSELERİ

Adam, kız arkadaşıyla buluşacağı için heyecanlı. Üstelik o gece sevişebilirler. Ama adam bunun yerine, arkadaşının ısrarına dayanamayıp arkadaşlar arasındaki bir eğlenceye gidiyor.

Burada kumar oynuyor. Kazanıyor. Kızla buluşma vakti geldi diye kalkmaya yelteniyor ama kumarda yenilen diğerleri müsaade etmiyor. Bir daha oynamak zorunda kalıyor. Bu defa yeniliyor. Artık kalkmasına müsaade ediyorlar.

Çıkıyor oradan ama kaza yapıyor.

Gözünü açıyor tanımadığı bir evde.

Bir kız geliyor yanına. Çok güzel. Kızı babası eve hapsetmiş de, kimseye göstermezmiş de... diye anlatıyor kız.

Kızın babası geliyor sonra. Kızın söylediklerinin yalan olduğunu söylüyor, aslında o kızı değil, karısıymış, ama böyle yalan söyleme huyu varmış.

Bizimki uyuyor. Uyandığında ev boşalmış, kimse yok. Dışarı çıkıyor. Komşu diyor ki:"İhtiyar adamla üvey kızını mı soruyorsun?Sabahleyin erkenden gittiler."

Hani karısıydı? Kim yalancı, kim doğrucu?

Adam evine dönüyor. Aradan zaman geçiyor. Gezmek için Bursa'ya gidiyor. Bursa'da o gün gördüğü baba ve kızı görüyor bir araba içinde. Arabayı takip ediyor ama gözden kaybediyor. Bir daha da görmüyor onları.


BİR YOL

1937

"Bilmem sizde de böyle midir; yolculuk benim üzerimde daima iyi ve unutturucu bir tesir yapar. Istıraplarımızın, üzüntülerimizin mekanla, yahut hayatımızın tabii muhitiyle sıkı bir alakası olsa gerek." sf.78

"Her şey azçok değişti, fakat bu yolun benim içimdeki manası hep aynı kaldı Onunla her karşılaşışımda hep aynı saadet hissi, beni dayanılmaz kuvvetiyle çekti, her defasında oracıkta her şeyi bırakıp inmek ve o yolun uzletinde kaybolmak ihtiyacını duydum." sf.79


sf.80



sf. 81
Oğuz Atay'ın da buna benzer bir kelamı var:
“Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse de uyarmadı beni. İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım” -Tutunamayanlar


sf. 82
Sait Faik Abasıyanık düşünmüş. Onun, tanımadığı insanlar hakkında bu ve benzeri emarelerden yola çıkarak yazdığı hikayeler var.  



ERZURUMLU TAHSİN

1937

Tahsin Efendi savaşa girmiş, çıkmış, sonra izini kaybettirmiş.

Ailesi, Tahsin bir gün gelir umuduyla mirastaki payını bile ayırmış.

Gelmiş Tahsin ama dünyadan elini eteğini çekmiş, meczup olmuş bir vaziyette.

Tekrar kaçmış.

"Yalnız gece ilerledikçe bende 'bir sabah olsa' temennisi kuvvetleştiğini hatırlıyorum. Sabah olsa... Gece yarısı zindanında uyanan mahpus, yatağında terleyen ümitsiz hasta, bir zillet tufanında kendisini her an boğulmuş sanan biçare, velhasıl her cinsten mustarip, sabah güneşini bir şifa gibi bekler." sf.92



EVİN SAHİBİ

Eve musallat olan bir yılan var. Yılan, evdeki genç kıza aşık olmuş. 

Kızı evlendirmeye karar vermiş ailesi. Yılan bu evliliğe çok sinirlenmiş ve kötü şeyler olacağının haberini vermiş.

Bunun üzerine evin hayvanları, atlar vs ölmüş.

Yılanı yakalayıp ateşe atarak öldürmüşler. Kız da bunun üzerine hastalanmış.


YAZ YAĞMURU

1955

Sabri'nin karısı ve çocukları  şehir dışında. Sabri evde yalnız. 

Sabri, yağmurda ıslanmış bir kadını evine davet ediyor. Kadına, karısının kıyafetlerini veriyor.

Kadın da evliymiş. Ama kocası onu bir kere denizde boğarak öldürmeye kalkmış. O yüzden kendisini kocasına karşı sorumlu hissetmiyormuş.

Sonra Sabri'ye bunun şaka olduğunu söylüyor. Kocası kendisini öldürmeye falan kalkmamış. Yalan söylemiş. Kocası aslında İtalya'da başka bir kadınlaymış.

Sabri tedirgin oluyor bu durumdan. Karısını aldatıyor oluyor mu acaba?

"Göz korkunç bir şahit, değil mi? Yahut korkunç ayna... Her şeyi, ifşa ediyorlar. Hele hislerimizi gizlemek isteyince bakışlarımız nasıl değişir? Kaskatı olurlar. Ve biz gizledik sanırız." sf.163

"Her evlenmedeki o korkunç şey, kendi başına olmak isteği vardı." sf.173


TESLİM

Emin, okuldan arkadaşı Süleyman ile karşılaşıyor. Öğrencilik yıllarında Süleyman çalışkanlığıyla göz dolduran bir öğrenciymiş ve Emin ondan çok şey öğrenmiş.

Ancak aradan geçen yıllar, Süleyman'ı çok değiştirmiş.

Süleyman hep babasını arıyormuş. Nihayet bulmuş. Ama babası meczubun biriymiş ve bir sürü de çocuğu varmış. Süleyman babasını ve onca çocuğu yanına almış. Süleyman'ın karısı bu duruma dayanamayıp çocuğunu da alıp gitmiş. Süleyman ise babam da babam, kardeşlerim de kardeşlerim diye tutturmuş. Aklını kaçırmış açıkçası. Yırtık kıyafetlerle, sürekli hasta, sefil dolanır olmuş ama durumundan memnunmuş.


ACIBADEM'DEKİ KÖŞK

1949

Mucit bir dayı var. Eve gusulhane yapmış. Ama burada yıkanmak, eskisinden zor hale gelmiş.

At arabasını satıp bisiklet yapmış. Sonra bisikleti tekrar at arabasına çevirmiş.

Onun için icat bir şeyi başka bir şeyi çevirmekmiş. 


RÜYALAR

1952

Gördüğü rüyalar yüzünden uyumaktan korkan bir adamın hikayesi.

"Sevilen bir memleketi, bir daha görülmeyecek şeyleri terk ediyormuş gibi esefle yatağından kalkıyor ve gününü bir sıla düşünür gibi geceyi ve rüyalarını düşünerek geçiriyordu." sf.242



ADEM'LE HAVVA

1948

Tanrının Adem'e Havva'yı gönderme hikayesi.



BİR TREN YOLCULUĞU

1947

Trendeki artistlerden birinin hikayesi.

Zeynep, küçük yaşta evlenmiş. Artist olmak için kaçmış. Tiyatroda oynarken zengin biriyle tanışmış, evlilik arifesinde kaza yapmışlar.


YAZ GECESİ

1951

Karşıki evden, evdeki hastadan bahsediliyor ama;

"Niçin onlara düpedüz, her şeyi anlatmıyordu. Niçin, ben karşıki evde doğdum. Bu mahallede büyüdüm. Bu evdekileri tanırım. Geceleri hep o adamın sesleriyle korkarak uyandım. Sesini işitince beni yanına çağırıyor sanıyordum. O bağırır bağırmaz annem yanıma gelir, korkmayın diye benimle konuşurdu. Bu küçükkendi. Büyüyünce büsbütün başka oldu. Bu ev başka türlü hayatıma girdi..." sf.285



KİTAPLARIN DIŞINDAKİ HİKAYELER


BİRİNCİ İKRAMİYE

Adam kendisine piyangonun çıkmasını istiyor. Gerçekten de piyango kendisine vuruyor. İkramiyeyi almak için gidiyor. Fakat aslında şanslı numaralar adamdakiler değilmiş. Adam gazeteden öğrenmişti şanslı numaraları. Fakat gazete basılırken matbaa hatası olmuş, rakamlar yanlış çıkmış.


EMİRGAN'DA AKŞAM SAATİ

1944

"Yaz Yağmuru" hikayesiyle bağlantılı bu.

Sabri, bir anne ile kızın evlilik üzerine konuşmalarını duyuyor. Ahmet diye biri varmış, bir kızla evlilik arifesindeymiş ama başka bir kıza aşıkmış. Anne:

"Bir insan iki kişiyi birden nasıl sever? Hiç iki karpuz bir koltuğa sığar mı?" diye soruyor.

Kız: "Sevgi karpuza benzese belki biraz daha kolay olurdu." diyor.

"Mademki muayyen bir zamanda iki şeyi birden düşünebiliyoruz, o halde pekala iki insanı da birden sevebiliriz." diye düşünüyor Sabri. Hem yağmurda ıslanan kadınını, hem de karısını yani.

"Fakat hakikatte iki şeyi birden düşünebiliyor muyuz?"

"Evli kadınım, dedi. Demek ki evli olmak insana birtakım zaruretleri kendiliğinden kabul ettiriyor." sf.299

"Sevilen, ayrılığına en az tahammül edilendir." sf.302

"Bir insan aşk hakkında hiçbir fikri olmadan sevebilir ve bu sevgiyi muzaffer veya mağlup bütün ömrünce peşinden sürükleyebilir. Halbuki dünyada içinden çıkmak için hakikaten cevap vermemiz lazım gelen o kadar mesela var." sf.302

"Gençlik hayattan o kadar müstakil, o kadar tek başına bir şey ki... Fakat bunu anlamak için insanın biraz yaşlanması lazım..." sf.293


sf. 312


FAL

1946

Falcının atmaları, atmalarının tutmaması


SON MECLİS

1953

Her bir hayvanın, imparatorun bir özelliğini temsil ettiği bu piyeste hayvanlar imparatorun huzuruna gelirler. Ve artık bu özelliklerinin güç kaybettiğini söyleyerek imparatorun ölüm vaktinin geldiğini anlatırlar.



Şehirler arası otobüslerde tekli koltuk yerine yanı boş çiftli koltuk tercih ediyorum. Böylece tam bir camış gibi yayılarak oturuyorum. Daha rahat.



Yol halim: "Bu giderken biter. Bunu da dönüşte okusam. Bir de şu dergiyi alayım, arada bakarım.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder