14 Ekim 2024 Pazartesi

MAHALLE

 

MAHALLE

Selahattin Enis

1930

İthaki Yayınları

2.Baskı - Haziran 2022

286 sayfa


Birinci Dünya Savaşı sonrası ve mütareke yıllarının İstanbul’unda geçiyor hikaye. Yani 1910-1920 yılları arası.

*

Rüştü, karısını ve altı aylık çocuğunu bırakıp askere gidiyor. İki yıl sonra yaralı olarak dönüyor İstanbul’a. Ama evinin olduğu Cihangir’e geldiğinde görüyor ki koca semt yanmış, kül olmuş. Kendi evinin olduğu yerde de sadece küller var.

İstanbul’da karısı ve çocuğunu soracağı kimse yok. Ne bir akraba ne bir tanıdık. Ne yapacağını bilemez vaziyette evinin harabesinde yatarken polisler Rüştü’yü serseri diye karakola götürüyor.

Polislerden biri insan çıkıyor ve Rüştü’ye yardım ediyor. Onu bekçilik işine sokuyor.

Bekçilik okumuş yazmış insanların işi değil o dönem. (Sanırım bu dönem de.) Kitapta yer yer Rüştü’nün normalde bu işi yapmayacağı ama içinde bulunduğu şartlar nedeniyle yapmak zorunda olduğu anlatılıyor.

Bu arada askerlikteki hizmeti de hiçe sayılıyor. Kendisi cephelerde savaşırken on sekiz yerinden yaralanıyor, ölümle burun buruna geliyor, vatanı için bunu yapıyor ama şehre döndüğünde görüyor ki bu kimsenin umurunda değil. Çok içerliyor bu duruma.

Bekçilik işine başlıyor. Beşiktaş’ta bir mahallede görevlendiriliyor. Aynı mahallede Numan ve Yunus adlı bekçiler de var, birlikte çalışacaklar. Numan ve Yunus bu durumdan memnun değil. Çünkü üçüncü bekçi olarak kendi hemşerilerini getirmeyi planlıyorlardı. Bekçilik İstanbul’da o dönem Sivaslıların işiymiş. Başka yerden birinin gelmesi Rüştü’nün durumu gibi olağanüstü bir durumda mümkünmüş.

Yalancı, düzenbaz, iftiracı ve sahtekar bu iki bekçi Rüştü’nün kuyusunu kazmaya çalışıyorlar. Ama bunda başarılı olamıyorlar. Çünkü Rüştü hiç oralı değil. Onların ek işlerine karışmıyor, pay istemiyor. Kendi halinde ve hep üzgün Rüştü.

*

Çeşit çeşit insanlar var mahallede. Rüştü’nün gözüyle onları tanıyoruz tek tek. Biraz yüzeysel bir tanışma bu. Hiçbirinin derinini bilmiyoruz, bilmemiz de gerekmiyor. Onların hikayeleri çok önemli değil. Önemli olan Rüştü, karısına ve çocuğuna ulaşacak mı?

Mahalledeki insanlar diyorduk. Çeşit çeşit.

Örneğin;

Saray çalışanı Halil Ağa var. Yanardöner biri. İttihatçıların egemen olmasıyla o da en birinci İhttihatçı oluyor. Okuma yazma bilmez, cahil, zengin ama cimri, dört karısı olan biri. Dört oğlunu dönemin zenginlerinin modası diye İngiliz, Alman, İtalyan, Amerikan mekteplerine vermiş. Onlar babalarının hiç hoşlanmadığı Jön Türklerden yana oluyor, sonra da yurt dışına gidiyorlar.

Halil’in akıl hocası Tayyip Ağa. Halil, malının mülkünün idaresini Tayyip Ağa’ya bırakmış. Tayyip Ağa hizmetçilere kan kusturuyor.

Zengin bir kadınla evlenen bir adam var. Bugünün tabiriyle açık evlilik. Tabii adı bu değil o dönem. İkisi de başkalarıyla oluyor. Fakirlerden biri bunu yapsa evini taşlayan mahalleli bunlar zengin olduğu için bir şey yapmıyor.

Bir doktor var. Ünlü. Aslında çok iyi bir doktor değil ama kapısında kuyruk var. İçi boş bir şöhreti var. Çok paragöz olarak anlatılıyor.

Bir kaptan var. Savaşta oğlunu kaybetmiş.

*

Rüştü bu kişilerin kimisini seviyor, kimisinden hoşlanmıyor. Ama mahallede herkes Rüştü'yü seviyor sayıyor. Çünkü hem işini düzgün yapıyor hem de efendi, saygılı biri. Kimsenin işine burnunu sokmuyor. Sadece sık sık karısını ve çocuğunu düşünüyor. Yıllar geçiyor. Çocuğu şimdi altı yaşında olmalı. Onların nerede ne yapıyor olduklarına dair senaryolar geçiyor zihninden. En korktuğu senaryo da karısının orospu olması. Rüştü’nün aklında en çok bu soru var: Acaba karım orospu oldu mu? Sadece bunu düşünüyor. Ama yazar bunu romantize ederek anlatıyor tabii, benim gibi kaba değil. 

Kitap boyu Rüştü’nün acaba karısı ve çocuğuna denk gelmesi mümkün olacak mı diye bekliyoruz. Kesin mümkün olacak çünkü aksi türlüsünde çok havada kalan bir roman olur. Belli ki bulacak ailesini. 

Nitekim buluyor da. Ama acı bir tesadüfle.

Bekçilerin o dönemlerde ölü gömme görevi de var. Bir çocuk ölüsünü gömüyor Rüştü. Öğreniyor ki çocuğun adı Turhan. Kendi çocuğunun adı. Heyecanlanıyor. Cenaze sahibi yaşlı bir adam. Çocuğu evlat edinmiş. Adamla konuşuyor. Rüştü, kendi kimliğini gizliyor ve kendisini askerde tanıştığı Rüştü’nün arkadaşı diye tanıtıyor. Rüştü öldü, benden karısı ve çocuğunu bulmamı istedi diyor.

Adam anlatıyor. Bir gün bir kadın ve kucağında bebeğini sokakta görmüş. Dilenci sanıp para uzatmış. Kadın parayı almamış ve iş istemiş. Adam ve karısı da onu eve hizmetçi olarak almışlar. Çok iyi geçinmişler. Sonra kadın hasta olup ölmüş. Çocuk dört yaşındaymış. Karı kocanın çocuğu yokmuş ve Turhan’ı kendi çocukları gibi görmüşler. Ama Turhan da hasta olup ölmüş.

Hikayeyi dinleyen Rüştü kendisini o çocuğun babası benim diye tanıtmıyor. Bunu faydasız buluyor.

Kafasında bu bilgilerle yürüyor da yürüyor. O öylece yürürken hikaye bitiyor.

*

Yazar Selahattin Enis, Türk edebiyatının Zola’sı olarak biliniyormuş.

Diğer kitabı için

Bkz: Zaniyeler

O kitapta da bu kitapta da savaş zamanı savaşan askerleri umursamayan İstanbul halkının vurdumduymazlığını, ahlaksızlığını çeşitli karakterler üzerinden anlatıyor yazar.

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder