6 Şubat 2024 Salı

GECİKMEYE ÖVGÜ

 

GECİKMEYE ÖVGÜ

Zaman Nereye Gitti?

(Eloge du retard – Ou le temps est-il passe?)

Helene L’heullet

2020

Çeviren: Şehsuvar Aktaş

Yapı Kredi Yayınları

5.Baskı – Haziran 2023

103 sayfa

 

“Vaktim yok. Günde kaç kez söylüyoruz bu cümleyi… diye başlıyor kitap.

Halbuki ben yuoo! Benim zamanla ilgili bir problemim yok. Her şeyime yetecek kadar zamanım var. Benim çoğunlukla gönlüm yok. Düşüncem de bu, zamanım yok diye bir şey yok, insan bir şeyi yapmak istiyorsa zaman yaratır. Bir öncelik sıralaması vardır, zamanını bir şeye ayırırken başka bir şeye ayırmazsın. İşte burada zamanını ayırmayı tercih ettiğin şey önemli. Zaman yok diyorsan bence gönlün yok. Ben öyle duyuyorum şunu yapmaya vaktim yok denilmesini.

Yazar böyle düşünmüyor tabii. Zamanım yok diye sızlananlara, zaman açlığı çekenlere hitap eden bir kitap.

*

Geç kalmanın korku yaratıp bir saplantıya dönüşmesinden bahsediyor yazar. Çocuklar bile okumayı hızlıca öğrenmeli, temel bilgilere hemen hakim olmalı, çocukluktan hemen çıkmalı. Bu erken gelişme ise ardından erken ergenlik ve erken menopoz getiriyor, bunu hatırlatıyor yazar.

*

Zamana hükmetmek ile genel olarak hükmetmek arasında şöyle bir bağlantı kuruyor:

“Zaman geleneksel olarak her zaman hükümdarların tekelinde olmuştur. Bekletme hakkını kendinde görebilen kişi hükümdardır.” Sf.12

İş başvurusunda bulunan adayların bekletilmesi buna örnek gösterilebilir.

“Her güç ilişkisi bir zaman ilişkisidir. Güç, olmayacak bir tarih verip her işi durdurarak acilen bir şeyin talep edilmesidir.” Sf.12

Bu da iş yaşamında sıkça karşılaşılan bir örnek. İşverenlerin çok kısa zamanda halledilmesini talep ettikleri ve işçilerin iki ayağını bir pabuca sokan acil işler.

Patronlarımızın işçi işinin başında olsun takıntısını zaman zaman ahmakça buluyorum. Kendi eski çalışma hayatımda, başkalarının yanında maaşlı çalıştığım dönemde, ofiste bütün gün bilfiil bir çalışma olmazdı elbette. Böyle bir şey mümkün değil ki. Ama işin olsa da olmasa da ofiste bilgisayarın başında olman gerekirdi. Benim çalışma yöntemim iş varken molasız o işi bitirmek. Sonra oh kafan rahat bir şekilde serbest zaman. Ama hayır, bağlı çalışanken o işi zamana yayman gerekir, yoksa çalışmaktan daha zoru olan çalışıyor gibi görünmek zorunda kalırsın.

“Herkes iş günü içerisinde kaçınılmaz olarak ölü zamanlar bulunduğunu bilir.”… “Bir iş günü ya da çalışma saati içindeki her bir zaman kesitinin peşine düşmek çalışmak değil, deliliktir.” Sf.24

Patron insanları genelde bu şekil delidir, o yüzden sevmem.

*

Tüm bunların karşısında geç kalmayı bir başkaldırı olarak görüyor yazar. Nasıl ki “Paul Lafargue sanayi kapitalizminin ilk yıllarında Tembellik Hakkı’nı yazabildiyse, bugün de gecikmeye bu hakkı tanımak gerekir.” Sf.13 diyor.

Bkz: Tembellik Hakkı

*

Geç kalmanın bir denkleştirme olduğunu düşünüyor yazar. Geç kalarak “emek fazlası biraz telafi edilir.” Sf.13 diyor. İlginç.

*

“Genellikle zamanımızı hesap yapar gibi yönetiriz. Zaman kazanıldığından çok kaybedilir. Zaman söz konusu olduğunda hep zararına çalışır.” Sf.15

Çalışmaya ayrılan zaman ve zamanla ilgili hep kaybetmek üzerine yapılan hesaplama nedeniyle insanların kendine zaman ayırma ihtiyacı doğdu. Örneğin meditasyon bu ihtiyacı gidermek için bir yol.

Bu kadar çok çalışmayıp kendimize zaman ayıralım diyoruz fakat yazarın sorusu burada dan diye çarpıyor suratımıza:

“Çalışma zihinsel alanın tamamını kaplıyorsa boş vakit neye yarar?” Sf.20

Biraz kafa dağıtayım, tebdili mekanda ferahlık vardır diye gittiğin yere kafandaki işleri de götürüyorsan bu ne kadar boş vakittir, ne kadar kendine zaman ayırmaktır?

*

Zaman ve çalışmak söz konusu olunca peşi sıra bir gündem daha oluşuyor: Uyku.

Uyku sorunu yaşıyoruz. Uyuyamıyoruz. “Uyumak neredeyse aristokratik bir lükse dönüştü.” Sf.39 diyor yazar.

Nasıl böyle oldu peki? Öncelikle aşırı derecede tetikte olmamızdan, gevşeyemememizden. ”Her uyku gecikme riskidir.” Sf.39 Gün içinde kendimize zaman ayıramayınca zamanı gece uyumayarak ayırmaya çalışıyoruz. Uyumuyoruz ama yatakta fazla vakit geçiriyoruz. Yemek yiyor, film seyrediyor, çalışıyoruz. Gerçi Descartes da düşünmek için uzun süre yatağından kalkmazmış. Ama sanırım zaten onun düşünmekten başka işi yok.

“İnsanların uyuyabilmesi için toplumsal bir antlaşmanın olması gerekir.” Sf.48 diye de ekliyor yazar. Geceleri şehirdeki faaliyetlerin durması, gecedeki huzura saygı gösterilmesi vb.

“Yaşam biçimimiz uykuyla bağdaşmıyor çünkü artık gündüzle geceyi ayırt edemiyoruz. Gece ışıklarıyla şaşıran beyin uykuyla uyanıklık evrelerini artık tanımıyor.” Sf.46

Ben burada bir çıkıntılık daha yapacağım, benim uyku sorunum yok. Kendimi bildim bileli erken yatar erken kalkarım. Hava karardığı an uyku modum açılır, istesem uyurum, sabaha kadar da uyanmam, hava aydınlandığı an da uyanmış olurum, daha fazla uyumam, kalkarım. Sabahları yatakta öylece takılmak da keyifli tabii, zaman zaman yaparım.

*

Kitapta bir kabileden bahsediliyor, Siyu kabilesi. Bu kabilede zaman belirten sözcük yokmuş. Gecikme ya da beklemek sözcükleri örneğin. Beklemeyi ve gecikmeyi bilmiyorlarmış.

*

Çağımız sızlanmalarından bir diğeri de kitap okuyamamaktan yakınmak. Bu konuda yazar diyor ki: Okumak fazla zaman alır, cümle cümle okumalı, hepsini okumalıyız. Zaplamak imkansız, bu yüzden kitap okuyabilmek için zamanla barışık olmak gerekir. “Okumak gerçekten de hızlandırılmış hayatla bağdaşmaz.” Sf.44

Bu konuda bir kitap için

Bkz: Çalınan Dikkat

Ben bu konuda da çıkıntılığımla geldim. Benim kitap okuyamamak gibi bir sorunum olmadığı sanırım aşikar. Böyle bir sorunu olduğunu söyleyenlere de “Belki kitap okumayı zannettiğin kadar istemiyorsundur.” Diyorum. Başta yazdığım gönülsüzlükle ilgili buluyorum bu durumu. Zamansızlık, dikkatini verememek… vb sözler benim kulağıma “Bu işi yapmayı o kadar da istemiyorum” olarak geliyor.

*

Çözüm önerisi olarak yazar can sıkıntısını yaşamak gerektiğini söylüyor. Bu sıkıntı bir çeşit mola gibi, yeniden çalışmaya motivasyon sağlarmış.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder