31 Temmuz 2025 Perşembe

SEVGİLİ ARSIZ ÖLÜM

 


SEVGİLİ ARSIZ ÖLÜM 

Latife Tekin

1983

Can Sanat Yayınları

24.Baskı - Nisan 2025

247 Sayfa


Yüzyıllık Yalnızlık havası aldım bu kitaptan. Benzer kalabalıkta ve macerada aile üyeleri, fantastik öğeler vb. Ancak oradaki gibi nesiller boyu gitmiyor bu kitapta hikaye. Yalnızca bir nesil. Yani kırk yıllık yalnızlık diyebiliriz.

*

Önce Huvat ve Atiye'yi tanıyoruz. 


Köye sürekli yeni icatlar (soba, radyo, otobüs vb) getiren ama köylünün ilgi göstermemesi nedeniyle sinirlenip köye küsen bir adam Huvat.

Atiye de kocasıyla baş etmeye çalışan ve tek derdi gücü çocukları olan bir kadıncağız. 

Dirmit de bu anne babanın çocuğu.

Başka çocukları da var.

Seyit. Evin tek doğru düzgün çalışan çocuğu iken onun parasını yiyip duruyor ailesi. Sonra Seyit kötü yola sapıyor. Silahla insanları tehdit ediyor, haraç topluyor. 

Halit. Başka bir köyden Zekiye diye bir kızla evleniyor. Birbirlerini seviyorlar. Halit şehirden Zekiye’ye köyde kimsenin giymediği şeyler getiriyor, olay oluyor. Huvat olay çıkaranları dövüyor. Zekiye hamile kalıyor. Doğan bebeğin ağzına köyün geleneği diye herkes tükürüyor. Bebek ölüyor. Zekiye yeniden hamile kalıyor ve bu defa doğan bebeğe tükürmüyorlar. Bebeğin adını Seyit koyuyorlar. Halit, babasının dindarlığından etkilenip dindar oluyor. Bu özelliği bir zaman sonra geçiyor. Kuşçuluğa heves ediyor. Evi kuşlarla dolduruyor. Atiye rahatsız oluyor. Kuşlar gidiyor. Halit, karısı Zekiye’den soğuyor. Mühendisliğe heves ediyor. Kitaplar okumaya başlıyor. Her telden ne bulursa okuyup öğrendiği doğru yanlış her şeyi kahvede paylaşıyor. 

Mahmut. O iş senin bu iş benim çalışıyor. İnşaatlarda çalışıyor. Bundan yılıp  kadın kuaföründe çalışmaya başlıyor. Sonra bir ara gece lambası yapıp satıyor. Bu iş bitince gazete satıyor. Gitar çalmaya hevesleniyor. Anası Atiye rahatsız oluyor, gitar parçalanıyor.

Nuğber. Bu kız, bir oğlana aşık oluyor diye döve döve iyileştiriyorlar kızı. (!) Varlığı yokluğu bir oluyor. Atiye’nin onca duasından büyüsünden sonra Nuğber’e nihayet kısmet çıkıyor. Evlenip gidiyor. 

Ve Dirmit. Talihsiz Dirmit kız. Harcanan bir kız çocuğu. Cinlere karıştığı söyleniyor. Tulumbayla, kuşkuşotuyla konuşan Dirmit ailesiyle konuşamıyor. Sorularına cevap alamıyor. Kızı manyak ediyorlar el birliğiyle. Okula gönderiyor annesi. Okulda da barınamıyor. Öğretmenleri Dirmit’in sorularından bıkıyor. Alt sınıfa veriyorlar. Orada yaramaz bir kızın yanına oturtuyorlar. Dirmit’in huyu ondan kötü etkileniyor. Dirmit bir oğlandan hoşlanıyor. Annesi dövüyor. Kuşkuşotu Dirmit’e kitap okumasını tavsiye ediyor. Okulun kitaplığından alıp okuyor. Annesi ona da müdahale ediyor. Dirmit okulda başarılı oluyor. Okumayı seviyor. Adet dönemi yaklaştığında annesi onu korkutuyor. Adet olduğunda annesi ona tokat atıyor gelenek diye. Dirmit, Aysun adlı bir kızla arkadaşlık ediyor. Oğlanlarla takılıyor. Annesini dinlemiyor. Dirmit’in disiplinini ağabeyleri üstleniyor. Dirmit iç sıkıntısından kurtulmak için çamur şekillendirmeye başlıyor. Annesi esrar zannediyor, çamurlar atılıyor. Radyoya sarıyor sonra Dirmit. Radyoyla yatıyor kalkıyor. Annesi buna da karışıyor. Çıkan kavgada baba radyoyu camdan aşağı atıyor. Kendinden iki yaş küçük erkek kardeşi Mahmut, kadına (geneleve) gidiyor. Hastalık kapıyor. Bunu duyan Dirmit, ben niye erkeğe gitmiyorum diye soruyor. Yine tabii azar kıyamet. Bu evde olmasam, başka bir yerde olsam ne olurdum diye kafaya takıyor sonra. Düşüne düşüne aklını bozuyor. Evdekileri tanımaz hale geliyor. Şiir yazmaya başlıyor. Bu isteği de annesi tarafından şiddetle bastırılıyor. 

Aslında annesi kötülüğünden yapmıyor bunları. Ama başka yapacak bir şey bilmiyor kadın. Çocuklarının kendisi için değişik gözüken her hareketini engelliyor. Çocuklara nefes alacak alan bırakmıyor. 

Anne bunları yaparken baba çok mu iyi? Hayır, Huvat zaten çoğu zaman ortada yok. Evde olduğu zaman da o da Atiye gibi asarım keserimden başka bir şey bilmiyor. 

Atiye, çocuklarının kahrından sık sık ölecek gibi oluyor. Azrail ile arsızca pazarlıklar edip hayata devam ediyor. Ama sonunda dayanamıyor ve ölüyor. 

Dirmit, Atiye’nin zebanilerle mücadele ettiğini görüyor. Başkalarının görmediği pek çok şeyi gördüğü gibi.

*


Tiyatrosu da var: SEVGİLİ ARSIZ ÖLÜM - DİRMİT.

Övüldüğünü çok duymuştum ama ilgimi çekmemişti. 

Kitabı okuduktan sonra artık ilgimi çekiyor. İzlemek isterim. 


25 Temmuz 2025 Cuma

SARI YÜZ

 

SARI YÜZ 

(Yellowface)

R.F.Kuang 

2023 

Çeviren: Elif Ersavcı 

İthaki Yayınları 

2.Baskı - Mayıs 2025 

303 sayfa 



The New York Times, bu kitap için "21.yüzyılın en önemli kitaplarından biri" demiş. Abart!

Edebi bir anlatımı yok kitabın. İlgi çekici bir konuyu sıradan bir dille anlatmış. 

İki arkadaştan biri ölüyor. Ölenin geride bıraktığı roman taslağını diğer arkadaş alıyor ve ben yazdım diyerek ortalara çıkıyor. Kitap büyük sükse yaratıyor. Kitabın çalıntı olduğuna dair tartışmalar da çıkıyor. Yazar kadının bu tartışmalar karşısındaki tutumunu ve vicdan muhasebesini okuyoruz. Bunu yaparken de ırkçılığın ne olduğunu anlatıyor kendi dünyasından.

Kendisini aklamak için arkadaşının yazdığı taslağın çok ham olduğunu, kendisinin bu taslak üzerinde çok uğraştığını, hem arkadaşının da çok masum olmadığını, geçmişte ona kötü davrandığını anlatıyor. Ben ikna olmadım. 

Ayrıca kendisi beyaz sıradan Amerikalı, ölen arkadaşı Asyalı imiş. Etnik kökeni nedeniyle daha cazipmiş. Amerika'da artık beyazlara ırkçılık yapılıyormuş.

O kısımları bilemem. İç meseleniz. Buradan bakınca beyazlar ırkçılığa maruz kalıyormuş gibi gözükmüyor ama siz bilirsiniz.

*

Başarısı, popülaritesi yerlere göklere sığdırılamayan yazar Athena Liu.

Arkadaşı ve hikayeyi kendisinden dinlediğimiz çok da başarılı bir yazar olmayan June Hayward.

Bu ikisi üniversiteden arkadaş. Arkadaşlıkları da seviyeli. June içten içe kıskanıyor Athena’yı. 

Athena bir akşam June’u evine davet ediyor. Birlikte krep yerlerken Athena’nın boğazına kaçıyor. June heimlich yapıyor ama işe yaramıyor. Athena ölüyor. June üzülüyor bu duruma ama üzülürken Athena’nın yazdığı "Son Cephe" adlı roman taslağını da almayı ihmal etmiyor. Bu romanı düzeltip tamamlıyor ve kendi yazmış gibi sunuyor. 

Çin’in 1. Dünya Savaşındaki konumunu anlatan romanı June gibi Çinli olmayan birinin yazmış olması merak uyandırıyor ve tartışma yaratıyor. 

Kitap çok satıyor, June popüler oluyor. Amerika’daki Çinli topluluklarda konuşmalara davet ediliyor. Beri yandan da beyaz birinin bu alana dair yazması üstenci bulunuyor. 

Bir gün Twitter’da "Athena’nın hayaleti" rumuzlu biri Athena’nın ağzından bu kitabı ben yazdım, June bir hırsız diye tivit atıp, Athena’yı kurtar heştegiyle paylaşıyor. Bunu doğru bulanlar oluyor, doğru bulmayanlar oluyor, yine bir tartışma konusu oluyor. Sosyal medya - Twitter özellikle- bu konuyla çalkalanıyor.

“Twitter hepimizi vasıfsız ama hevesli hakimlere dönüştürüyor.” Sf.174

June bu kişinin kim olduğunu buluyor. Athena'nın eski sevgilisi Geoff. June, Geoff ile görüşüyor. Geoff, June'un bu kitabının Athena'ya ait olduğuna emin. Çünkü daha önce Athena ile kitabın konusunu konuşmuş. O yüzden June’un çaldığını söylüyor ve pay istiyor. Fakat elinde somut bir delil olmadığı için June kabul etmiyor. Ayrıca Geoff’un para istemesini ses kaydına alıyor. Geoff korkup vazgeçiyor ve hesabı silip ortadan kayboluyor. 

June, şimdilik başından savıyor ama Athena'nın hayaletiyle iç içe. Sürekli onu ve yaptığını düşünüyor. Bu sırada aslında Athena'nın da pek masum olmadığını anlatıyor. Yıllar önce bunlar üniversitedeyken June bir oğlanla buluşmuş. İçmiş, sarhoş olmuş. Tecavüze uğrayıp uğramadığından emin değil. Bu nedenle huzursuzmuş. Athena ile yeni arkadaş olmuşlar o sıra. Ona anlatmış bu durumu, hislerini. Athena da ona yardım etmiş, destek olmuş. Bir zaman sonra okul dergisinde Athena’nın bir öyküsü yayımlanmış. Öyküdeki kız tecavüze uğrayıp uğramadığından emin değil. Hislerini tarif etmek için kullandığı ifadeler de June’un anlattığı gibi. June bunu bir hırsızlık saymış. O yüzden de bu yaptığına intikam gözüyle bakıyor. 

Bir kitap daha yazıyor June. Yine Athena’nın taslaklarından yola çıkarak. Bu kitap ilki kadar ses getirmese de yine beğeniliyor. Ama bir gün ses çıkıyor. Athena bu hikayeyi daha önce bir kulüpte paylaşmış. Bu bilgi karşısına çıkıyor June'un. Bunu da reddediyor. Sadece birkaç cümle Athena’nın, gerisini ben yazdım, diyor. 

Yeni kitap bekliyorlar June'dan. Athena ile dostluğunu yazmaya karar veriyor. Bu haberi paylaşıyor sosyal medya hesabında. Yine Athena rumuzlu biri çıkıp ölmedim diye mesaj atıyor. June bu kişiyi çok merak edip buluşmak istiyor. Buluşma yerine gittiğinde karşısında Athena’yı gördüğünü sanarak her şeyi itiraf ediyor. Ama o sırada Candice, June’un Athena’nın romanını çaldığını iddia edip kimseyi inandıramayan eski ve başarısız bir yazar, kameraya çekmiş her şeyi. June kamerayı yok edip kızı öldürmeye çalışıyor neredeyse. Ama kendisi yaralanıyor. Alçılı şekilde yatarken Candice’in June ve Athena’nın iç yüzünü anlatacağı ve “Sarı Yüz” adını vereceği kitaptan bahsettiğini  görüyor sosyal medyada. Bu kitabın haberi çok ses getiriyor. June da hasta yatağında buna karşılık yazacağı kitabı tasarlıyor. Asıl Candice Athena’nın yerine geçmeye çalışan biri diye yine Athena odaklı bir kitap yazmayı düşünüyor. Çıkamıyor yani Athena'nınn gölgesinden.

*
Konu bence ilgi çekici. Ama işlenişi çok yüzeysel, çok gündelik. Yani yüzyıla damga vurmak gibi bir iddiayı asla taşımıyor. 

Yakında filmi çıkabilir. Film için de ilgi çekici bir konu çünkü. 

O kadar.

Bu kurgunun etrafındaki Çinli askerlerin yaşadığı acılar ve ırkçılık anca sos düzeyinde, bir tutam baharat gibi kalmış. Derinliksiz bir fon.

June'un vicdan muhasebesini okumayı sevdim. Kendisini kendi vicdanında beraat ettirmek için acınası çırpınışını okumaktan sıkılmadım. Yalnız bunun derine inmesini beklerdim. Ama ı-ıh. Kitap çok Amerikan yani popüler, yüzeysel bir pazarlama ürünü. 

23 Temmuz 2025 Çarşamba

ZAMAN KAYBOLMAZ

 

ZAMAN KAYBOLMAZ 

"İlber Ortaylı Kitabı"

Söyleşi: Nilgün Uysal

2006

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

9.Basım - Kasım 2014

627 sayfa

Söyleşi kitaplarını seviyorum. Samimi oluyorlar. Ayrıca sanki ben söyleşiyormuşum gibi hissediyorum, su gibi akıyor kitap. Bu da öyle. İlber Ortaylı'nın çocukluğu, ailesi, eğitim hayatı, özel hayatı, çeşitli konulardaki görüşleri... vb ile ilgili güzel bir sohbet.

*
21 Mayıs 1947 Avusturya doğumlu İlber Ortaylı. Annesi Şefika, babası Kemal. Daha bebekken Türkçe, Almanca, Rusça konuşulan bir evde büyüyor. İkiz erkek kardeşleri oluyor 1949'da. Emeldar ve Enver. 1959’da kız kardeşi Nuriye. Nuriş diyor ona. 

 İlber Ortalı 1,5 yaşındayken aile İstanbul'a geliyor. Sonra Ankara. İlkokulu Ankara'da okuyan İlber Ortaylı liseyi İstanbul'da Avusturya Lisesinde, burayı beğenmeyince de Ankara’da Atatürk Lisesinde okuyor. Üniversite Ankara'da Siyasal Bilgiler Fakültesi ile Dil Tarih Coğrafya Fakültesi. 

1981 evleniyor. 1982'de kızı Tuna doğuyor. 

*

Tarihçi olmak için salt lisans eğitiminin yeterli olmadığını düşünüyor. 

“Tarihçilik, lisans eğitimiyle edinilecek bir şey değil; başka dallarda üstatlık edinenlerin gelip yapacağı bir şey.” Sf.11

Ben de öyle düşünüyorum ve bu yüzden Açık öğretim Fakültesinde Tarih okuyorum. :) 

*

Kitap için söyleşiye 2003’te başlamışlar. O sırada İlber Ortaylı Galatasaray Üniversitesinde.

*
Ev ev gezen bir çocukmuş. Komşuların evinde geziyormuş.

*

Ortay, Kırım’da bir köymüş. Anti-Sovyet bir yerleşme olduğu için Stalin’in 1944’te yok ettiği birkaç köyden biriymiş.  Babası soyadı olarak seçmiş. 

Babası 1909 doğumlu, Sovyetler Birliğinde uçak mühendisiymiş.

*

İlginçtir Ortaylı lise tarih ders kitaplarını okumazmış. 

“Gayet pis bir baskı, palavra laflar, geri zekalı terimler.” Sf.71 

*
Gençlerimiz hakkında diyor ki:

“Bizim gençleri dışarıdan gören hayran olur. Yeter ki, ağızlarını açmasınlar.” Sf.95 

*

Üniversite zamanı aslında hukuk kazanmış, ama hukuk fakültesi kalabalık diye bırakıp siyasala geçmiş. Şimdiki aklım olsa hukuk seçerdim, diyor. 

Ama hukuk fakültesi okumuşluğu da var.  Bitirmek gayesinde olmamış. Roma Hukuku, Medeni Hukuk öğrenmek için. Tarihçiliğine katkıda bulunsun diye. 

*

Tiyatro ile ilgilenmiş ilk gençliğinde. İzlemiş, eleştiriler yapmış, gelişimi için görüşlerde bulunmuş. 

*
İnsanların Türkiye'den yurt dışına kaçmalarını doğru bulmuyor: 

“Can tehlikesi ve açlık tehlikesi olmadıkça, alıp başını gitmenin alemi yoktur bence.” Sf.160 

Çifte vatandaşlığı da beğenmiyor: 

“Çifte vatandaşlık gibi abukluklardan da hiç hazmetmem. Başkası ne der bilmem ama ben kapitalist olsam, çifte vatandaşlığı seçmiş birini çalıştırmam dükkanımda. Çünkü güvenmem. Sınırlar dünyadan kalkmadıkça -ki kalkacağa da hiç benzemiyor- insanların aidiyetlerini tespit etmeleri lazım. Tabiyet, gömlek değildir. Onu çıkar, ötekini git! Yürümüyor.” Sf.160 

Çifte vatandaşlığı olanı dükkanında çalıştırmazmış. Peki dükkan sahibi çifte vatandaşsa? Çifte vatandaş olan çalışana itimat etmiyor. Acaba çifte vatandaş olan iş sahibi hakkında ne düşünüyor? 

*

12 Mart döneminde evde kitap okumuş bol bol Bizans üzerine. Sonra da Avusturya’ya gitmiş: 

“Memleketteki o havadan uzaklaşmış oldum. Şu ya da bu tarafı tutma meselesi değil bu. O tür bir karışık havadan hiç hoşlanmam.” Sf.161 

Bu ve benzeri karışık havalarda genelde ya fiziken burada değil ya da fikren. Kargaşalardan uzak duruyor. 

*

Türkler'in İslam'a geçişi ile ilgili Türkler'in İslamiyeti Araplardan değil İran’dan aldığını söylüyor.

İran’ı çok seviyor Ortaylı. İran için “Bu ülkeyi iki sene görmesem hasta olurum.” diyor. Sf.390 

*

Abdülhamid’i savunuyor: Sulh devresidir, demiryolu geliyor Anadolu’ya, tahıl ekiliyor, ekilen ürün para ediyor, hayvan yetiştiriliyor, mektep yaptırıyor, arkeoloji onun döneminde başladı, diyor. 

“II.Abdülhamid devrinde Anadolu köylüsünün kaç bin yıllık kaderi değişmeye başladı. Onun için Anadolu’da çok severler Abdülhamid’i.” Sf.363 

O dönemin sansürünü çok buluyor ama genel olarak sansüre karşı değil. 

“Ben sansüre ve tedbire karşı bir adam değişim. Fakat cehaletin hükmettiği bir sansür, son derece tehlikelidir ve maalesef Türkiye’nin bürokrasisi kasaba kafalıdır.”Sf.390 

*

2005'de Topkapı Sarayı müdürü oluyor. Bu görevinin altıncı ayına kadar söyleşi devam ediyor. Topkapı Sarayının bakımı için lazım gelenleri anlatıyor. Elbette en büyük sorun para. Ampul almanın bile mesele olmasından yakınıyor. Personelin yetersizliği, ziyaretçi sayısının çokluğu, bina azlığı... Bir dokun bin ah işit.

*

İlber Ortaylı'yı dinlemek benim için yorucu oluyor. Okumak daha keyifli. 

Başka İlber Ortaylı kitapları için bkz:



22 Temmuz 2025 Salı

KYA'NIN ŞARKI SÖYLEDİĞİ YER

 


KYA’NIN ŞARKI SÖYLEDİĞİ YER 

(Where the Crawdads Sing) 

Delia Owens 

2018 

Çeviren: Filiz Çiçek 

Salon Yayınları 

18.Baskı - Ocak 2024 

402 sayfa 

Anasız babasız küçük bir çocukcağızın bir başına büyüme hikayesi. Bu çocuk kız çocukcağızı ise akla ilk gelen korku, evet tecavüz. Bu yüzden akıcılık anlamında bir sorun olmasa da duygusal anlamda yoran ve üzen bir roman. 

*

Kya, gözlerden uzak bir bataklıktaki kulübede yaşayan beş çocuklu bir ailenin en küçüğü. 

Daha beş yaşındayken önce annesi, sonra ağabeyleri ve ablaları evi terk ediyor. Sebep şiddet uygulayan sarhoş baba. 

Kya çocuk haliyle hayatta kalmaya çalışıyor. Baba evde bir var bir yok. Çoğunlukla yok. 

Okul yaşına geldiğinde Kya'yı okula götürmek üzere yetkililer alıyor. Kya okulda zorbalık ve alayla karşılaşıyor. Bir daha okula gitmiyor. Yetkililerden kaçıyor. Sonunda peşini bırakıyorlar. 

Öyle böyle on yaşına geliyor Kya. Tekne kullanmayı öğreniyor. Tek başına bakkala gidiyor. Kasabanın Zıpzıp adlı bakkalına midye ve balık satarak para kazanmaya çalışıyor. Adamcağız halden anlayan biri, o ve karısı Kya'ya  kıyafet yardımı yapıyor. 

Öyle böyle kız on dört yaşında geliyor. Bataklıktaki kulübede artık tek başına yaşıyor. Baba yıllardır eve gelmiyor. Belki de öldü bir yerlerde. 

Tate var, Kya'nın tek arkadaşı. Çocukken bir kere görmüştü. Biraz büyüyünce ara sıra gelmeye başlıyor Tate, Kya'ya okuma yazma öğretiyor. Gerçekten bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olunur. Kya'nın hayatı için mükemmel bir şey oluyor okuma yazma öğrenmesi. Çılgınlar gibi okuyor ve yazıyor. Yaşadığı bataklıktaki her bir canlıyı cansızı kayıt altına alıyor. 

Tate, Kya'yı seviyor. Düzgün, terbiyeli, iyi kalpli bir çocuk. Kya'nın saflığını ve çaresizliğini kullanmıyor. Öpüşüyorlar. Daha ileri gitmiyorlar. 

Tate üniversite için gidiyor. Vedalaşıyorlar. 

Bundan sonra ayıp ediyor Tate. Geleceğim dediği halde gitmiyor Kya'nın yanına. Kendince açıklaması var, utandım gibisine ama kızcağızın durumu belli. Daha cesur olmasını beklerdim Tate'in.

*

Kitabı okurken korktuğum şey oluyor, kötü adamla karşılaşıyor Kya. 

Chase, kasabanın popüler çocuğu. Kya'yı pikniğe davet ediyor. Kya kabul ediyor. Böylece yakınlaşıyorlar. Chase Kya'yı evlenme vaadiyle kandırıyor, sevişiyor, oyalıyor. Chase'in başkasıyla nişanlandığı haberini Kya gazeteden öğreniyor. Bir daha onu görmek istemiyor. Bir süre gerçekten de görmüyor. 

*

Tate, Kya’nın topladığı bataklık kuş tüyleri ve taş örneklerinden Kya adına kitap bastırıyor. Kya’nın eline bol para geçiyor. 

Bir gün Kya'nın ağabeyi Jodie geliyor. Üzgün, pişman, af diliyor. Asker olmuş. Annesinden haber almış, iki yıl önce ölmüş anneleri. Anneleri evi terk edip kendi anne babasının evine gitmiş ama delirmiş, hasta olmuş, ölmüş. 

Kya, hayatını ve Tate’i anlatıyor Jodie'ye. Jodie gitmeden önce Tate’in iyi bir olduğunu söylüyor Kya'ya. 

*

Chase, aylar belki yıllar sonra tekrar Kya’ya geliyor. Tecavüze yelteniyor, dövüyor. Kya tekmeleyerek kaçıyor ondan. Kaçarken iki adam görüyor Kya’yı. Kya için artık tetikte beklediği günler başlıyor. Çünkü Chase'in mutlaka geleceğini ve kendisine kötülük edeceğini biliyor.

*

Bu olaydan kısa bir süre sonra Chase'in cesedi bulunuyor. Yangın kulesinden düşmüş. Kaza gibi görünüyor ama şerif cinayetten şüpheleniyor ve evet, Kya şüpheli. 

Şerifin şüphelenme sebebi Chase'in düştüğü yerde hiç ayak izi olmaması. Chase oraya nasıl gelmiş? (Sonradan öğreniyoruz, gelgit sebebiyle izler silinmiş.) Ayrıca Chase'in yıllardır taktığı bir deniz kabuklu kolye varmış. Hep takarmış. Annesi biliyormuş bu kolyeyi Kya'nın verdiğini. Ancak cesedinde bu kolye yokmuş. Artı olarak o gece Kya'yı ve teknesini gördüğünü söyleyenler var. Buna karşılık Kya Chase'in öldüğü gün, kitabı için editörü ile görüşmek üzere şehir dışındaymış. Buna ilişkin de tanıklar var. 

Neticede Kya tutuklanıyor. 

Savcı ve Kya'nın avukatı arasında kıyasıya bir mücadele yaşanıyor. Kya'ya mahkeme bir avukat atıyor başta ama kasabanın yaşlı avukatı gönüllü oluyor. İyi de oluyor. İyi adam ve iyi bir avukat. 

Kya aleyhindeki deliller somut değil ama jüri yine de suçlu bulabilir. 

Jüri kararını açıklıyor. Kya'yı suçsuz buluyorlar. Oh be! Kitabın bu kısmı heyecanlıydı. Gerçekten jürinin ne karar vereceği merak uyandırıyordu.

*

Tate artık Kya’yı sevdiğini söylüyor. Kya da onu. Birlikte yaşamaya başlıyorlar bataklıkta. 

Kya kitaplar yazıyor, ödüller alıyor. Ama insan içine çıkmıyor yine. Birlikte yaşlanıyorlar. Çocukları olmuyor. 

Kya altmışlı yaşlarda vefat ediyor. Tate evi incelerken bir kutuda Kya’nın takma adla yazdığı şiirleri buluyor. Bu şiirlerin birinde dişi bir ateş böceğinin erkeği çağırıp öldürdüğünü yazmış. Bir de yıllar önce Chase’e verdiği ve Chase’in hep taktığı ama öldüğü gece boynunda olmayan deniz kabuklu kolye çıkıyor kutudan. Yani evet…

*

Bunu beklemiyordum. 

Kya suçsuz bulunduktan sonra Chase'in ölümü gerçekten kaza olarak kalıyor. Arada savcı ve şerif yeniden kurcalasa da yeni bir şey bulamıyorlar. Ama romanın atmosferi icabı bunun kötü adamın tesadüfen ölümü ve iyi baş karakterin kurtulması olarak kalması çok yavan olurdu gerçekten. 

Ben cinayeti Tate'in işlediğinden şüphelenmiştim bir süre. Ama o bu suçu Kya'ya atacak ve onun idamla yargılandığı seyredecek biri de değil. 

Yani Kya'nın bataklığın havasına, suyuna, doğasına ve hayvanlarına dair on yıllardır yaptığı müthiş gözlemler neticesinde yaptığı leziz bir planmış. Sevdim.

*


Filmi de varmış.

İzledim. Kitaba sadık kalınmış. Ama tabii ki her zaman olduğu gibi

Kitap>Film

 



GÖLGE

 


GÖLGE 

İsmail Güzelsoy 

2016

İthaki Yayınları 

1.Baskı - Şubat 2025 

304 sayfa 

Kitabı önce bir çocuk ve bir maymunun dostluğu diye okudum. Bu minvalde ilerleyecek sanırken beklemediğim bir şeye evrildi: Geleceği bilmek ve ölümsüzlük.

*

Sultan II. Abdülhamid zamanı İstanbul’u. 

İsmail adlı bir çocukcağız. Bu çocuğu Kahkah adlı bir adam sokakta bulmuş ve büyütmüş. İsmail'in bildiği bu. 

Kahkah camilere mahya yapıyor. İsmail de bu işe girişiyor onun yanında. 

Bir gün bir maymunla karşılaşıyor İsmail ve dost oluyorlar. Kahkah'ın babası yaşlı Ab’ab, maymuna Leylifer ismini veriyor.

Maymunlar gemiciler tarafından İstanbul’a getirilmiş. Çok uzağı görebildikleri için her gemide maymun bulunurmuş. Bu yüzden maymun dükkanları bile oluşmuş. Zamanla İstanbul’da maymun besleme modası başlamış. Erkek maymunlar sünnet edilmiş. Bir zaman sonra da maymunların kadınlarla cinsel ilişkiye girme ihtimali akla gelince maymunlar itlaf edilmiş. İşte böyle bir zamanda annesini kaybetmiş yavru Leylifer. 

Kahkar, İsmail ve maymuna cambazlık gösterileri yaptırıyor. Mahyaların asılı olduğu halatlarda gösteri yapıyor bu ikili.

Kör Aşil diye biri var, gölge oyunu, tuluat, tiyatro ortaya karışık bir gösteri yapıyor sahnesinde. Çırağı var, yetenekli bir gölge sanatçısı, adı Değil. İsmail ve Leylifer de orada çalışmaya başlıyor çırak olarak. 

Sonra Kahkah, cerrah Akif Bey’e satıyor İsmail ile Leylifer’i. İlginç biri Akif Bey.

“Yalnızca yüreğini kemiren huzursuzluğa alışmış biriydi o.” Sf.140 deniyor Akif Bey için. 

Akif, geleceği bilmeye ve ölümsüzlüğe meraklı. Bu merakı çok ciddi ve bununla ilgili bir cemiyete üye. Vakıf denilen bu cemiyetin amacı ölümsüzlüğü bulmak. Ölümsüzlükle ilgili diyorlar ki:

“Hiç ölmediğin zaman nasıl bir hikmete ulaşırsın biliyor musun? Maymun bile olsan, binlerce yıl yaşarsan Latince şiir yazabilir, insanlık tarihinin en güzel şarkılarını besteleyebilir, bakanların gözyaşları içinde kalacağı ya da sevinçten aklını oynatacağı resimler yapabilirsin. Bizim hayatımızı böyle güdük bırakan tek şey ölümdür.” Sf.205 

Katılmıyorum. İnsanın ölümsüz olduğunda sanatla uğraşacağını sanmak çok romantik. Ben olacağı söyleyeyim. Aksine, nasıl olsa ölümsüzüm yarın başlarım, sonra yaparım diye erteleye erteleye hiçbir cacık yapmaz.

*

Vakıf, ölümsüzlükle ilgili çok önemli bilgiler içeren bir kitabın peşinde ve bu kitap Topkapı Sarayında. 

Sarayın müneccimbaşısı bir yardımcı arıyor. Soruyor soruşturuyor, Akif'i öneriyorlar. Önerenler Akif’in dahil olduğu vakfın üyeleri. Amaçları Arif sayesinde Topkapı Sarayında bulunan kitabı ele geçirmek.

Akif, müneccimbaşını etkilemek için planlar yapıyor. Söyleyeceği kehanetleri yerine getirmesi için İsmail'den yararlanıyor. İsmail bu uğurda neler yapmıyor ki! Ama yaptığı en sarsıcı şey hastalıktan ölen Şeyda adlı kızın cesedini parçalamak. Akif parçalıyor, İsmail de seyirci kalıyor. İsmail sık sık kendisinden hesap sorar şekilde Şeyda'yı rüyasında görüyor. 

Arif, Sonunda kitabı alıyor.

Bu arada İsmail, Arif’in çocukken alıp eve kapattığı Zühre adlı kıza aşık. Zühre de ona. Seviyorlar, sevişiyorlar. Zühre hamile kalıyor. 

Şeyda yine İsmail'in rüyasına giriyor ve diyor ki; Akif senin anneni öldürdü, Akif senin baban. 

Akif, Yıldız adlı bir kıza aşıkmış. Ama Yıldız'la sevişmeye sıcak bakmıyormuş. Hatta genel olarak sevişmekten iğreniyormuş. Çünkü sevişmeyi vücut pislikleriyle pislenmek olarak değerlendiriyor. Sevişmeyi ayıp, günah değil pislik olarak görüyor. Ama Yıldız çok ısrar edince sevişmişler. Akif iğrenmiş. Yıldız hamile kalıp doğurmuş. Ve tekrar istemiş sevişmeyi. O zaman Akif, Yıldız’ın salt bir et olduğunu düşünmüş ve öldürmüş onu. Çocuğu da Kahkah’a bırakmış. Ama hep takip etmiş. Çocuk da kirlenince (sevişince) artık onu da ortadan kaldırmak istemiş. 

Akif, İsmail'i öldürüyor ama ruhu ya da bilinci, adı her neyse, onu bir kavanoza hapsediyor. Yani bir çeşit gölge oluyor. 

Bu işlemlerin hemen ardından Leylifer geliyor ve Akif’i öldürüyor. Sonra kendisi de ölüyor.

İsmail ve Şeyda rüyalar alemi ya da öte alem, adı her neyse, orada konuşuyorlar. Yanlarına gelen bize, okuyucuya, olanları anlatıyorlar.

*

İstanbul betimlemesi ve fantastik öğeleriyle İhsan Oktay Anar havası aldım kitaptan. 

*

Yazarın okuduğum başka bir kitabı için bkz: Değmez

16 Temmuz 2025 Çarşamba

KIZIL

 


KIZIL 

(Scharlach) 

Stefan Zweig 

Almanca aslından çeviren: Regaip Minareci 

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 

16.Basım - Ocak 2025 

67 sayfa 


O dönemde adı yok galiba ama kitap anksiyeteyi anlatıyor aslında.

Viyana'ya tıp okumaya gelmiş bir delikanlı, Berger. Kaldığı evde yan oda arkadaşı hukuk öğrencisi Schramek.

Berger, Schramek’e dostluğun ötesinde bir hayranlık besliyor. Schramek ortamın popüler çocuğu diyebiliriz. Berger ise konuşmaktan çekiniyor, kalabalıklardan korkuyor, biri ona yaklaştığı zaman da kaçıyor. Bu huylarının da farkında ve kendinden nefret ediyor. Kendisini çok ezik görüyor. Bu karakterinin yanı sıra bir de hem yaş hem tip olarak çocuk gibi göründüğünden insanlar onu pek ciddiye alamıyor. 

Çok yalnızlık çeken Berger sonunda okula da devam etmez hale geliyor. Handiyse intihar edecek. Evet, anksiyete ve depresyon. 

*

Bir gün ev sahibinin on üç yaşındaki kızının hasta olduğunu görüyor. O esnada tıp okuduğu aklına geliyor ve kıza yardım ediyor. Okula devam etmek için büyük bir motivasyon buluyor kendinde o an. Bu esnada kızla kurduğu yakınlık da onu hayata bağlıyor. Yalnız bu yakınlık pek makbul değil. Bu kısmı okurken yaşanmamasını umduğum bir şey oluyor. Berger, kızı dudağından öpüyor. Kızdan izin alıyor bunun için ama neticede kız reşit değil ve dolayısıyla rızası olamaz, bunu artık biliyoruz, değil mi?

Kız iyileşiyor. Fakat bu defa Berger hastalanıyor. Kızdan kızıl hastalığı bulaşıyor Berger'e. Çocuklar bu hastalığı nispeten kolay atlatabilirlerken yetişkinlerin atlatamadığı biliniyor. Nitekim Berger de tam hayata devam etmek için güç bulmuşken hayata veda ediyor.

*

İşte bu son sarstı. Aman mutlu sonla bitmesin Zweig, sakın. 

*

Stefan Zweig'in diğer kitapları için bkz:

- Ay Işığı Sokağı

- Geçmişe Yolculuk

- Gömülü Şamdan

- Yakan Sır & Alacakaranlık Öyküsü

- Kitapçı Mendel

- Amok & Usta İşi

- Bir Kalbin Ölümü & Mürebbiye 

- Korku

- Sabırsız Yürek

- Mecburiyet

- Amok Koşucusu

- Olağanüstü Bir Gece

- Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat

- Satranç

10 Temmuz 2025 Perşembe

ŞIK

 


ŞIK

Hüseyin Rahmi Gürpınar

1889

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

6.Basım - Ocak 2025

89 sayfa


Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın kitaplarını okumak çok eğlenceli. Dili, üslubu, kurgusu çok keyifli geliyor bana.

Şık adlı bu romanı yazarın ilk romanıymış. Utana sıkıla dönemin edebiyat erbabına göndermiş bu hikayesini. Olumlu bir cevap alacağını düşünmüyormuş ama övgüyle karşılanmış eseri. 

Romanda Şatırzade Şöhret Bey namı diğer Şık adlı bir Batı özentisinin başına gelen gülünçlükler anlatılıyor. Bu minvalde Osmanlı toplumunun Batılılaşma sürecine, bu süreçten bireysel olarak kişilerin ne anladığına değinilmiş oluyor. 

Şöhret Bey,  Batı modası meraklısı ama Batıya dair bir bilgisi yok. Bildikleri yüzeysel şeyler. Kendisi tamamen gösteriş odaklı. 

Bir metresi var. Madam Potiş. Kadın adamdaki bu Avrupa merakını sezmiş, kullanıyor.

Şöhret, Avrupa’da köpek gezdirmek moda diye duyuyor ve köpek istiyor. Madam Potiş, bir sokak köpeğini süsleyip çok değerli bir cins köpek diyerek Şöhret'i kandırıyor. Bu köpek başlarına türlü belalar açıyor.

Şöhret, Potiş ve köpek bir restorana giriyorlar. Köpek mutfağı altüst ediyor. Yemekleri yiyor, aşçıyı ısırıyor, aşçı köpeği sopalıyor, müşteriler korkup kaçıyor, cam çerçeve iniyor. O hengamede eski bir müşterisi Madam Potiş’i çekip götürüyor. Şöhret, köpeği kurtarıp Potiş'i arıyor, bulamıyor. Potiş'in evine gidiyor. Evde de yok. Aynı binada bulunan ev sahibi Şöhret'ten rahatsız olup onun üzerine kömür tozu boca ediyor. O halde sokakta kalan Şöhret'i eski bir tanıdığı olan Maşuk görüyor ve onu eve davet ediyor.

Maşuk, Adel adlı bir terzi kızla sevgili. Gözlerden uzak bir otel odasında yaşıyorlar. Ama Maşuk’un arkadaşları artık kızı merak ediyor ve ziyarete gidiyorlar. Şöhret de aynı gece eve gidiyor, tanışıyorlar.

Maşuk’un sevgilisini gören arkadaşlardan biri ona aşık oluyor ve kafasında kuruntular yaratıyor. Şöhret de otelde bir kadınla yakınlaşacakken Maşuk’un arkadaşı o kadını Adel sanıyor. Yine kavga kıyamet rezillik. Şöhret kovuluyor. Oteldeki o rezillikte Maşuk ve arkadaşlarının bazı kıymetli eşyaları çalınıyor. Şöhret’ten şüpheleniyorlar.

Şöhret, daha önce annesinin küpelerini çalıp satarak metresi ile buluşmuştu. Annesinin polise gideceği ve kendisinin yakalanacağı korkusu basıyor Şöhret’i. 

Bir gün yine Şöhret, Madam Potiş ve köpek dışarı çıkıyorlar. Yanlarında biri daha var. Madam Potiş'i lokantadaki arbedede çekip alan eski müşterisi. O da Şöhret'ten faydalanmak istiyor. Madam Potiş adamı dans hocası diye Şöhret'e tanıtıyor. Adamın danstan anladığı yok halbuki. Ama ziyanı yok, Şöhret de anlamıyor. Dans dersi sırasında havuza düşüyor Şöhret. O esnada köpek de lokantaya girip ortalığı karıştırıyor. Köpeği silahla vuruyorlar. Silah sesine gelen polis, Şöhret’e köpek senin mi diye soruyor, Şöhret bunu küpe olarak anlıyor ve annesinin küpelerini çaldığını itiraf ediyor. Maşuk’un evinden çalınanlar da ona yükleniyor. 

Neticede hapsi boyluyor.

Yazar, kitabın sonunda Şöhret'in hapse girmesinin daha hayırlı olduğunu dile getiriyor. Yazar böyle bazen salt anlatıcı kimliğinden çıkıp kendi yorumunu da katıyor. Şöhret gibi adamların pek çok olduğunu belirtip gençlerimizi bunun gibi olmaktan  Allah’ın korumasını diliyor. 


*

O dönemin kitaplarında anlatılan İstanbul bugün bir masal diyarı gibi. Örneğin;

“Mesela kapalı bir arabaya binip ya Şişli’ye ya Zincirlikuyu’ya veyahut Kağıthane’ye giderek tabiatın en gizli bir köşesine çekilirler, kırlarda kol kola gezerler, manzarasını beğendikleri yerlerde oturup dinlenirlerdi.” Sf.46

Şişli ya da Zincirlikuyu'nun tabiatın gizli bir köşesi olması mı? 

*

Yine kitaptan öğrendiğim başka bir şey, dipnotta yer alan bir bilgi: 

"Concordia Tiyatrosu: Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde, Paris'teki Moulin Rouge'a öykünerek inşa edilmiş eğlence mekanı. İçinde bir birahane ile yazlık ve kışlık tiyatroların olduğu mekan 1906 yılında yıkılarak yerine St. Antoine Kilisesi yapılmıştır."
Sf.43

*

Bu kitap basıldıktan otuz yıl sonra ikinci baskısına karar verilmiş. Yazar aradan otuz yıl geçtikten sonra bu romanını tekrar gözden geçirdiğinde bu romanı yazarkenki gençlik enerjisini, toyluğunu hissettiğini belirtmiş kitabın önsözünde. Çok tatlı.

"Şıpsevdi" adlı romanıyla da bununkine benzer bir konuya daha kapsamlı olarak yer vermiş. Onu da bir ara okurum.

Okuduğum diğer Hüseyin Rahmi Gürpınar kitapları için bkz:



- Gulyabani

- Ben Deli Miyim?

8 Temmuz 2025 Salı

KİRLİ ÇARK

 

KİRLİ ÇARK
Murat Ağırel
2025
Kırmızı Kedi Yayınevi
1.Basım - Şubat 2025
344 sayfa



Bunlar nasıl paralar! Milyon milyar lira dolar... Akıl alır gibi değil.

*

Kitapta Türkiye'deki yasa dışı bahis siteleri, bunların baronları ve bunlardan elde edilen kazançlar anlatılıyor. Ama ne kazançlar! Yazar da bu kazançların uçukluğunu terazinin öbür kefesindeki insan örnekleriyle kıyaslıyor ister istemez. Çünkü bir yanda bu oturdukları yerden dünya para kazananlar var, beri yanda çocuğuna pantolon alamadığı için intihar eden baba, çocuğunu ısıtacak odun alamadığı için intihar eden anne... Çok fena!

*

Yasa dışı bahis siteleri sahipleri insanlardan banka hesapları istiyor. Size bankadan hesap açmanızı söyleyen insanlara güvenmeyin. Mahkemelerde bir sürü böyle dava var. Kitapta da bu davalardan ifadelere yer verilmiş. Paraya ihtiyacım vardı, kuzenim/patronum/arkadaşım/internetten tanıştığım kişi bir iş için banka hesabı gerektiğini, hesap sahibinin de bu şekilde para kazandığını söyledi... diyerek insanlara bankalarda hesap açtırıyorlar. O hesaplara yasa dışı bahislerden para giriyor çıkıyor. Sonra kendisini polis olarak tanıtan kişiler sizden o paraları çekip kendisine vermenizi istiyor. Ardından da gerçek polisler geliyor. İşin özü şu:

“Yasadışı bahis ve kumardan elde edilen paralar, farklı kişilere ait banka hesapları arasında dolaştırılarak sisteme entegre ediliyor. Bu yöntem, asıl suçluların kimliklerini gizleyen karmaşık bir suç ağı yaratıyor.” Sf.15

Yasa dışı bahis uyuşturucudan sonra en büyük organize suç ekonomisi sayılıyor.

*

İnsanlar neden bu işlere bulaşıyor diye de araştırmış yazar. Şu sebepler öne çıkıyor:

1)Ekonomik etkenler:
Kolay ve hızlı para kazanma arzusu
İşsizlik ve mali zorluklar
Borç ve finansal baskılar

2)Teknolojik kolaylıklar:
Sanal ortamda erişim kolaylığı
Mobil uygulamalar ve hızlı işlemler
Anonimlik algısı

3)Psikolojik ve sosyal faktörler:
Macera ve heyecan arayışı
Arkadaş etkisi
Kumar bağımlılığı riski

4)Yasak ve denetim eksiklikleri
Reklam ve teşvikler
Denetim eksikliği

5)Eğitim ve bilinç eksikliği
Risklerin farkında olmama
Eğitim eksikliği

*

Yasa dışı bahisle ilgili çeşitli isimler de yer alıyor kitapta. Örneğin; Halil Falyalı. Kıbrıs merkezli yasa dışı  bahis sitesi, kumarhane ve otel işletmeciliği yapıyor. Hakkında kara para aklama ve uyuşturucu iddiaları oluyor. 2002'de öldürülüyor.

Örneğin; Yaşam Ayavefe. Ben Hıristiyanım, muhalifim diyerek Yunanistan kilise ve hastanelerine bağışlar yapıyor, Yunan bankalarına milyon Euro’lar yatırıyor. Yunan vatandaşı olup Yunanistan’da uluslararası koruma statüsü alıyor. Onun hakkında da benzer iddialar var ama internet sitelerinde bu gibi haber ve yazıları engelletiyor. Hayırsever iş insanı olarak tanıtıyor kendisini.

Örneğin; Veysel Şahin. Hapishanedeyken iki buçuk ay içinde 104 avukat ziyaret ediyor kendisini, 303 görüşme yapıyor. Görüşmelerde insanların kendisinden rüşvet istediğini söylüyor. Hepsi şu kadar para ver çıkaralım seni minvalindeymiş. Kabul etmiyor. Avukatı tanıdık biri. Ersan Şen.

*

İşin bir de polis, hakim, savcı ayağı da var. Bu işin adliyede bir borsası oluşmuş.

“Adliyede, yasa dışı bahis ve kara para baronu olduğu iddiasıyla hakkında onlarca delik toplanabilecek bir kişiye, sırf zengin olduğu için uydurma suç dosyaları hazırlanıyor.” Sf.159

*

Dilan - Engin Polat’a da değiniyor. Onlarla ilgili Masak raporunda, kayıt dışı para var ama kaynağı belli, kara para değil diye yazılmış.

O arada bir de Anadolu Adliyesinde Başsavcı İsmail Uçar adliyede bazı hakim ve savcıların rüşvet aldığını ileri sürmüştü. 

*

Bahis denince işin bir de futbol ayağı var. Skorla oynama dışında tribünde gerçekte satılmamış biletlerin fahiş fiyattan satılmış gibi gösterilmesi de söz konusu olmuş.

Acun Ilıcalı’nın Hull City takımına kripto para borsası Tomya’nın sponsorluğunu almasına da değiniliyor kitapta. Tomya ile ilgili savcılık soruşturması var. Galatasaray da meritking.news diye yasadışı bahis sitesi sponsorluğu almış formalarına.

*

Milyonlarca liralar, dolarlar. Bunlar nasıl paralar! Yazar da zaten burada hayret ve isyan ediyor. İsyanı çocuklarını doyuracak, giydirecek parayı bulamadığı için intihar eden ebeveynler örnekleri üzerinden veriyor.

Yazar buradaki paraların aslında bizim vergilerimiz olduğuna vurgu yapıyor sık sık. Bense insanların aptallığına vurgu yapacağım. Sanal bahis ne aptalca şey değil mi? Bunu oynayan, bundan medet uman insanların psikolojik olduğu kadar zihinsel de sorunu var belli ki! Böyle bir kazanma aracı olabilir mi? Senin bilgisayar/telefon başında oynadığın sanal bahis sana değil arka plandaki insanlara yarıyor ve öyle böyle yaramak değil. Yazar kitapta “insanlar da oynamasın canım” diye geçiştirilecek bir mesele olmadığını söylüyor. Büyük resmi görüyor. Ben küçük resimden devam. Az akıllı olun, oynamayın.