ENGEREĞİN GÖZÜ
Zülfü Livaneli
1996
Doğan Kitap
Bir harem ağasının gözünden padişah ve ailesinin anlatısı.
Tarihsel bir dokusu var ama kişi ya da dönem adı geçmiyor. O
yüzden tarihi roman değil de tarihi bir dekor olarak kullanan roman diyebiliriz.
*
Habeş Süleyman. Çocukken hadım edilip Osmanlı sarayına
getiriliyor. Haremden sorumlu oluyor. Yıllarca bu görevde ve sarayda kalmayı
başarıyor.
*
Astığı astık kestiği kestik padişah bir gün cariyesi ile
birlikte bir odaya hapsediliyor.
Habeş, bu padişahın merhametli bir insan olduğunu düşünüyor.
Çünkü padişah tahta çıktığında erkek akrabalarını öldürmemiş, sadece gözlerine
mil çekmiş. Canlarını bağışlayıp gönül gözlerini açmışmış.
*
Habeş, padişaha bu duruma kimin getirdiğini araştırmaya koyuluyor. Padişahın
annesine durumu yakındığında Valide Sultan’ın Mevlam neylerse güzel eyler diye
soğuk kanlı olduğunu görünce onun da işin içinde olduğunu anlıyor.
Büyük Valide, yedi yaşındaki torununu tahta oturtuyor. Ama çocuğun annesi,
çocuğun büyükannesi ile görüşmesini engelliyor. Bunu beklemeyen Büyük Valide
torununun sünneti sonrası onun sünnet bölgesine zarar vererek ölmeye bırakıyor.
Ama çocuğa erken müdahale edilince çocuk kurtuluyor. Bu işi Büyük Valide’nin
yaptığını yalnızca Habeş ve cariye Safiye fark ediyor.
Halk sadrazamın kellesini istiyor. Rüşvetçi sadrazam idam ediliyor. Çıplak
bedeni bir çınar ağacının altına bırakılıyor. Biri, sadrazamın yağlarının
hastalıklara iyi geldiğini söyleyince herkes bıçakla lime lime ediyor bedeni.
Dehşet bir tasvir.
*
Habeş, hapisteki padişaha yemek getirirken ona Mesnevi’den meseller okuyor.
Karşılıklı sohbet ediyorlar. Böylece Habeş, padişahın iç yüzünü görüyor,
tanıyor. Ona şefkat beslemeye başlıyor. Halkın onu geri istediğine dair
yalanlar söyleyip onun içini rahatlatıyor. Hatta daha ileri gidip çocuklarını
öldürmek için izin istiyor. Çocukları öldürürse devlet başsız kalmasın diye
kendisi zindandan çıkarılır. Habeş de kendisi sadrazam olma hayalleri kuruyor.
Ancak padişah oğullarının öldürülmesine izin vermiyor. Bunu asla istemiyor.
Acıyor. Kendi çocukluğunda boğazı ilmeklenip boğdurulan bebek kardeşlerinin
hatırasını görüyor ve kendisi de öldürülecek diye beklediği için bu konuda çok hassas.
Bu kez Habeş, valideye gidip iki padişahın olamayacağını, halkın huzursuz
olduğunu söylüyor. Ve zindandaki padişah, annesinin emriyle boğduruluyor.
*
Habeş, yedi yaşındaki yeni padişaha padişahım çok yaşa deyip yaltaklanıyor ve
yeni duruma hemen adapte oluyor.
*
Efendi köle ilişkisini iyi resmetmiş bir hikaye.
*
Çarpıcı bulduğum bir kısım var. Bir cariye, Safiye, Türk
fırıncıyla ilişki yaşamış. Bunun üzerine haremağası Türk fırıncıyı boğdurmuş.
“Osmanlı sarayında bir Türk’ün hesabını kim sorardı ki? Sarayın ileri
gelenleri, vezirleri ve üst görevlileri ya Sırp, ya Hırvat, ya Rum, ya Macar,
ya Çerkez, ya İtalyan ya da benim gibi Afrikalılardı. Bir Türk’ün
imparatorlukta büyük görevlere getirilmesi şaşkınlık uyandıracak bir gelişme
olurdu.” diyor.
*
Hikayenin dilini ve atmosferini sevdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder