20 Şubat 2011 Pazar
DARBE YARGISININ SONU
DARBE YARGISININ SONU
Karargah Yargısından Halkın Yargısına
Yazarı: Osman Can
Yayınevi: Timaş Yayınları
Basım Yılı: 1. Baskı Ağustos 2010, 4. Baskı Kasım 2010
Sayfa Sayısı: 181
Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can'ın Türkiye'deki yargı sisteminin dünden bugüne serüvenine eleştirel bir bakış açısıyla yaklaştığı kitabı.
Türkiye'de siyasi tarih ve hukuk kültürünün inşasını Osmanlı'dan başlatıyor. Mahmut Esat Bozkurt'un katkılarıyla ''Misyoner'' yargının inşasından sözediyor.Bu noktada Mahmut Esat Bozkurt'u tanımımızı sağlıyor:
''..Hukuk doktorası için İsviçre'ye giden Bozkurt.., İsviçre Medeni Kanunu'nun birinci maddesi ile hakimlere yeni bir yasa koyucu yetkisinin verildiğini keşfetmiştir.Bunun ve bizim Medeni Kanunun birinci maddesinde şöyle der: 'Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa hakim,örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.' Yani uyuşmazlığı çözecek hakim, kanunun olmadığı bir yerde örf ve adete bakacak. Eğer o da yoksa bu durumda kendisini meclis yerine koyacak ve meclis olsaydı nasıl bir kanun çıkaracak idiyse,öyle bir kuralın var olduğunu düşünerek ona göre hareket ederek kararını verecek. Bu yargıya inanılmaz bir iktidar devridir ve inanılmaz bir yetki delegasyonudur...''sf 27
Bu kanun maddesini hiç bu açıdan düşünmemiştim. Bu noktada yazara hakveriyorum.
Aynı konu Alman Parlamentosunda da tartışılmış ve ''Bu yasama yetkisidir. Yasama yetkisi halkın temsilcilerine aittir.Yargıya yasama yetkisi verilemez.'' gerekçesiyle reddedilmiş.sf 28
1920'lerle birlikte Mahmut Esat Bozkurt'un nüvesini oluşturduğu bir egemen hukuk geleneği olduğunu belirten yazar, İsviçre Medeni Kanununun da Türkiye'ye getiliş nedeninin Mahmut Esat Bozkurt'un zihniyetine uygun olması olduğunu söylüyor.Zaten M. Esat Bozkurt'un, adına ödüller verilen büyük bir hukukçuymuş gibi lanse edilmesinden de büyük rahatsızlık duyuyor.
Yine ilginç bulduğum bir başka konu da yazarın, Nazi zulmünden kaçan Yahudilere Türkiye'nin kucak açtığı söylemine getirdiği açıklama.
''...1933'ten sonra Türkiye'ye İsviçre'deki bir örgüt tarafından gelmesi sağlanan Yahudi bilim adamları, Osmanlı ile bağlarını koparmak isteyen kurucuların ve ideologların, üniversiteyi yeni baştan inşa etmenin fırsatı olarak görüldü...''.sf 40.
Yani öyle bir insancıllıkla, hümanistlikle ilgi yokmuş bunun.
Türkiye'de en güvenilir kurumun ordu olmasını da eleştiren yazar, bu tür anketlerin hazırlayıcılarının askerler olduğunu belirtip, bu anketleri yaptıran Genelkurmayın suç işlediğini belirtiyor. ''Çünkü bu doğrudan doğruya demokrasiyi, toplumsal gündemi ve kamuoyunu yönlendirme ameliyesi dolayısıyla çok tehlikeli bir siyaset yapma aracıdır.'' sf 69
Yine sık sık dile getirilen bir muhabbet olan ''Hitler de demokratik bir seçimle geldi.''argümanına da ''1933'te nasyonal sosyalizmin Avrupa'da iktidara gelmiş olmasının demokarsiye mal edilmesi, bilinçli olmasa dahi tarihsel, toplumsal ve ekonomik bilgisizlikle malul bir yaklaşımdır.'' diyerek karşı çıkıyor.
''Nasyonal sosyalizmi parlamento içerisinde çoğunluk haline getirecek birçok farklı unsur vardı'' diyerek bunları sıralıyor: silahlanmadan medet uman güçlü bir sermaye sınıfı, anti-semitizm gerçeği, Almanya'nın ekonomik olarak çökertilmesini hedefleyen Versailles anlaşmasının yarattığı travma, Alman ordusunun tasfiye edilen birliklerinin geçim derdi, milliyetçilik duyguları..vb.sf 83.
Türkiye'de bir yargıcın yetişme sürecini anlattığı 135.sayfanın, tüm hakim ve savcılara okutulması gerektiği kanaatindeyim. Özetle Türkiye'deki yargıçların genelde alt-orta sınıf ve taşrada yaşayan ailelerden geldiklerini, söyleyen yazar şöyle devam ediyor: ''... Hukuk fakültesini kazanan çocuk bu defa hukuk eğitiminin zorluğu ve ekonomik yetersizlikler nedeniyle yeterli şekilde sosyalleşemez.Çocuk okulu bitirince çalışmak zorunda olduğu için hakimlik ve savcılık sınavına girer ve kazanınca adalet akademisinde staj eğitimi alır.Aldığı eğitimle devlet iktidarının ortakları oldukları ve bu statüyle halktan farklı oldukları aşılanır.Yüksek yargı hariç kimseye hesap vermeyecekleri söylenir. Bu çocuğun yargıç kimliği oluşana kadar herhangi bir kimlik oluşturamamış olduğuna dikkat etmemiz gerekir.Siyasal işleyişe ilişkin bir perspektif ve anlamlandırma kuramamıştır. Sinema, edebiyat ve tiyatro hakkında yeteri kadar bilgiye vakıf değildir.Hayatı boyunca ne bir sözleşme yapmayla ilgili tecrübeye sahip olmuş,ne de bir uyuşmazlığın tarafı olmuştur. 23-24 yaşında çektiği kurayla yargı yetkisine sahip olup hiçbir fikir sahibi olmadığı uyuşmazlık konularını çözüp adalet dağıtması beklenir.
Tüm bu eksik tamamlanmış süreçlerden sonra yeni hakim veya savcı olmuş bu kişiler kendilerine ayrılan lojmanlarda halka karışmamaları gerektiğine bağlı kalarak çalışmaya başlarlar.Halkla temas kurmaması, farklı politik eksende yer alan insanlarla biraraya gelmemesi, zengin ve fakirleri görmemesi, pazardan alışveriş yapmaması, pazarlık yapmamaması vb onlara devamlı telkin edilen düsturlardır. Kısacası sağlıklı bir insan kimliğinin inşası için gerekli olan bütün adımlardan uzak durması gerekir. Osmanlı'nın yeniçerileri devşirip içinden çıktıkları toprağa karşı bir silah olarak kullanması gibi, bir yargıç da Türkiye toplumundan devşirilir ve toplumun demokrasi ve özgürlük taleplerine karşı en etkili silah olarak kullanılır...''
Bir hakimin yetişme sürecini tanık olduğum arkadaşlarımdan az çok biliyordum zaten ama hakimlerde terfi hakkında bir bilgim yoktu. Bu konu hakkında da yazarın şu satırlatıyla bilgi sahibi oldum:
''Bir hakim iki yılda 100 davaya baktı ve karara bağladı diyelim. Bu dava dosyalarının 40 tanesi incelenir, fakat işlginç olan nokta şudur ki bu 40 kararın da itiraz sonucu Yargıtay'a gitmesi gerekir. Kararların hiçbirisi itiraz sonucu Yargıtay'a gitmemişse hakim terfi edemez.Yani tüm kararlarından toplum memnunsa terfi etmesi mümkün değildir. Toplumsal memnuniyetin yargı için önemi (!) burada da net olarak görülür. Dosyalar incelenirken terfi değerlendirilmesi kararların isabet oranının notlandırılmasına bağlıdır. Bu noktada yine halkın değil, Yargıtay'ın kararları beğenmesi önem kazanır.'' sf 141
Sık sık yargının halktan kopuk olduğuna değinen Yazar, bunun dışında Yargının yapısı ve bağımsızlığı ile de ilgili görüşlerine yer veriyor.
Tüm hukukçu arkadaşlarıma şiddetle tavsiye ediyorum bu kitabı. Katılır ya da katılmazsınız, ayrı. Ama muhakkak ufuk açıcı olacağına eminim.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder