5 Aralık 2015 Cumartesi

ZİYAN




ZİYAN

Hakan Günday

2009

Doğan Kitap

6. Baskı - Kasım 2011

252 sayfa


Bu kitap nasıl halkı askerlikten soğutmak iddiasıyla gündeme gelmedi, merak ediyorum.

Ha bu sebeple gündeme gelsin demiyorum, gelmesin elbette ama, memlekette kitapların hangi gerekçelerle şikayete uğradığını görünce insan merak ediyor bu nasıl olmuş da bir şikayete konu olmamış diye.

*

Eksi çok derecede askerliğini yapmaya çalışan bir askerin hikayesi bu. O eksi çok derece, kitabın her sayfasında hissediliyor. Hava çok soğuk, çok.

Artık bu soğuktan mıdır, günlerin anlamsızlığından mıdır, hayal görmeye başlıyor asker. 

Tarih sayfasından çıkmış da romanımızdaki askerin karşısına gelmiş Ziya Hurşit yani Atatürk'e suikast düzenleyen adam.

Ziya Hurşit, başlarda Atatürk'ü aslında sevdiğini ve saydığını, ama sonra ona suikast düzenleyecek noktaya nasıl geldiğini anlatıyor askere. Ve sadece bu askere anlatıyor, sadece bu askere gözüküyor.

Bu askerin de kabusu Atatürk. Kabuslarında Atatürk'ü öldürdüğünü görüyor. Halbuki Atatürk ile bir alıp veremediği yok. Neden böyle kabuslar gördüğünü bir türlü anlamıyor.

İşte ta ki Ziya Hurşit'in hayaleti karşısına çıkana kadar. Ya da hayalinde bunu görene kadar. 

Ziya Hurşit ona hayatını anlatıyor. Okusun diye Berlin'e gönderildiğini, memleketi işgal edilince tutuklanan ağabeyi ve babasını kurtarmak için dönüşünü, ama onları kurtaramadan işgalin sona erdiğini, nasıl mebus olduğunu, mecliste gördüğü yolsuzlukları ve haksızca alınan kararları, devlet bütçesinin hesapsızca harcandığını, bunlara nasıl öfkelendiğini, Atatürk'ün bunlarla yeterince mücadele edemediğini ve böylece onu öldürme fikrinin nasıl aklına geldiğini.

Bir hayaletle konuştuğunu düşünen asker, ölmek istiyor. İntihar etmeye karar veriyor. Kara kaplı defterine son cümle olarak ne yazacağını düşünüyor.

"Son kelimem, 'Yoruldum' olabilirdi." sf. 92

Ölmüyor, hayaleti dinlemeye devam ediyor.

Öğreniyoruz ki Ziya Hurşit, askerin büyük büyük amcasıymış.

Buna inanmak istemeyen asker, geçmişe gidip Ziya'yı suikastten vazgeçirmeye karar veriyor. Ziya'nın gençlik dönemine gidiyor. Onu suikastten vazgeçiriyor. 

*

Bu askerin adı Azil. Kitabın sonunda söylüyor bunu.

Yine sonlarda diyor ki; "Asil'in hayatı, Azil'de anlatılana kadar bir sır olarak kaldı." 

Yazar burada Azil kitabına sesleniyor zahir.

*

Kitapta sadece bu askerin ve Ziya Hurşit'in hikayesi yok. Çarpıcı ve gayet de yerinde tespitler, değerlendirmeler ve yorumlar da var.

Askerliğini yaptığı geri kalmış doğu şehri, Kürtler, bedelli askerlik, okula gönderilmeyen ve küçük yaşta evlendirilen kızlar, taş atan çocuklar, kadın intiharları, askerlikteki saçmalıklar. Nietzche bile var bu romanda.

*

Kitabı üç sene önce okuduğumda da hayret etmişim hiçbir savcının sesini çıkarmamasına. Aman gerçekten böyle diye diye başına bir şey getireceğim kitabın, maazallah: http://birazkitap.blogspot.com.tr/2012/02/ziyan.html


Altını Çizdiklerim

"Çocuğunu okula göndermemenin cezası sadece para ödememekken, askerlik hizmetini yerine getirmemenin karşılığı hapisti. Ne demek istendiğini anlayabiliyorduk." sf. 18

"Kafamı dilimleyip, her bir dilimi kızartmak istiyordum." sf. 50

"İnsanın kullandığı ilk alet başka bir insandı." sf. 51

"Kar topunun içine sıkıştırılmış bir çakıl taşı gibiydim. Yaracak kafa arıyordum." sf. 50

"Sessizce nasıl ağlanır, bilmiyordum. Ama sessizce öğreniyordum. Sessizce haykırıyordum." sf. 57

"Peygamber ocağındaydım. Burada ısınmak için peygamber yakılıyordu." sf. 92

"Ben aşıktım, o kumraldı." sf.99

"Belki de insan kendini öldüremesin diye hayal etme gücüne sahipti." sf.103


sf.105



"Uyku deliksiz olursa, ne kabus ne de zaman geçer içinden. Bir göz kırpması kadar sürer." sf. 112

"Sahip olduğuna sahip çıkmaktan geçiyordu, huzura giden yol." sf. 118

"Benim delirmemin herhangi bir nedeni yoktu. Ben, deli doğmuştum." sf.118

"Söyleyecekleri hiçbir söz olmadığı ve kelimelerin hiçbir anlamı kalmadığı için sürekli 'Amına koyayım!' diyen çocukları görüyordum." sf. 119

"Dünyanın bütün ordularının bütün üniformaları aynı kumaştan dikilir, asker. Görünmezlik kumaşı. İçine girdiğin anda kaybolursun." sf. 119

"Belki binlerce kilometre uzaktaydım ama aptallığın kokusu o kadar çabuk yayılıyordu ki Osmanlı'da neler olup bittiğini anlamamak için insanın burnunu tıkaması gerekiyordu." sf.122

"Kumarbazların yönettiği bir devlet sürekli kazanamazdı." sf.122

"Haritanın sağı, ruhi bunalımda hepsi bu." sf.132

"Bombalı araçlara karşı tek savunma tekniğimiz şuydu:
'Bizi mi bulacak, amına koyayım?" sf.158

"Çirkin sesleriyle türkü söyledikçe güzelleşen çocuklar gibi." sf.159

"Emir ve eziyet arasında bir saç teli kadar fark vardır. O tel beyazlaştıkça, emri verenin, ere insan gibi davranma ihtimali yükselir." sf. 176

"Askeri bayramlaşmanın dört şartı da yerine getirilmiş olmalıydı: Örtülü bir masa, kolonya, çikolata ve plastik çiçek." sf.177

"Doğduğum günden beri, kafatasımın içinde, dünyadan daha hızlı dönen beynim artık durmuştu. Özgürlük buydu!" sf. 186

"Kahramansız büyümüş biri olarak, içimde birikmiş olan bütün hayranlık, dökülecek deniz arıyordu." sf.190

"Jeologlara sabır taşının sertlik derecesini sormak lazım." sf.194

"Hayatını kazanmak, onu bir yerlerde kaybetmiş olanlar içindi." sf. 211




AZİL



AZİL

Hakan Günday

2007

Doğan Kitap 

7. Baskı - Ağustos 2011

213 sayfa


Kitabın konusunu te 50. sayfada anlayabildim.

3 yaşındaki çocuk Asil, 28 yaşındaki haline mektup göndermiş.

PTT'nin o zamanki bir uygulaması. Şimdi mektubunu yaz, bundan bilmem kaç yıl sonra alıcının eline ulaşsın. Bu çerçevede 3 yaşındaki Asil, 28 yaşında eline geçmek üzere bir mektup yazmış kendisine. 

Mektubu okumaya başladığında hatırlamıyor ve inanamıyor tabi. 

Şaşırtıcı ve etkileyici.

Anne ve babası, Asil'e bunun mümkün ve gerçek olmadığını anlatmaya çalışıyor. Mektubu kendilerinin yazdığını söylüyorlar. Asil'e zihinsel engelli olduğunu, okuma yazmayı zaten çok geç öğrendiğini hatırlatmaya çalışıyorlar.

Ama Asil, mektubuna ve yazdıklarına inanıyor. Anne ve babasının, sandığı kadar iyi insanlar olmadığını düşünmeye başlıyor. Onları bağlıyor, öldüreceğini söylüyor. 

O esnada anne ve babası, bir aile içinde yaşanması ve söylenmesi hoş olmayan şeyler anlatıyorlar. 

Meğer Asil yalnız doğmamış. İkizi varmış, Asil, silahla oynarken ikizini vurmuş. Anne babası bunu örtbas etmiş. Bu olaydan sonra da Asil değişmiş.

Meğer babası, Asil'in aşık olduğu kadınla sevgiliymiş, yani babası annesini aldatıyormuş.

Yo yoo meğer Asil'in hiç ikizi olmamış. 

Anne baba, ortaya dökülen itiraflar sonucu ölmek istiyorlar. O yüzden artık Asil'e direnmiyorlar. Asil ise onları çözüp gidiyor. Bu da onları ölmekten beter ediyor.

Asil, yoluna ailesinden uzakta devam ediyor.

Gazeteye bir ilan veriyor. Bir çeşit medyumluk. Kader değiştirmek diye tanımlıyor o. Merak ettiğiniz olay ya da kişinin geçeceği noktaları anlatıyor. 

Başvuran ilk müşterisini, verdiği bilgilerle tatmin ediyor. Bu işte epey mesafe katediyor.

Ama sonra evine geri dönüyor.

Yazmaya başlıyor. Yazmak iyi geliyor, yazdıkça kurtulduğunu düşünüyor. YOKAVAR diyor buna. Zihnindeki her şeyi yazmak, yazarak yok olmak, boşalmak, saf zihne ulaşmak.

Yazdıkları sonra kitap oluyor. 

Asil, gazeteye ilan verdiğinde başvuran ilk müşterisi yeniden arıyor Asil'i. Asil, artık o işi yapmadığını söyleyince kadın zaten Asil'in bu işi hiç yapmadığını söylüyor.

Kitapta aslında olan bir olayın, sonradan öyle olmadığını okuyoruz sık sık.

Mesela Asil, sonra bu müşterisini öldürüyor. Öldürüyor diye okuyoruz.

Ama sonra bakıyoruz ki meğer ölmemiş.

Asil, kötülükle yüzleşme deneyleri yapıyor. Örneğin çıplak bir kadın ne kadar sürede tecavüze uğrayacak? Bunun için bir fahişe ve sinema-tv öğrencisi ile anlaşıyor. Sonuç 11 dakika 8 saniye. Bu sürenin ardından, çıplak kadının etrafını sırtlan gibi sarıyor tecavüz etmek isteyenler. (Neyse ki deney tecavüz gerçekleşmeden sona eriyor.)

Bunun gibi deneyler yapan Asil, "iyiliğin bir hayal, davranışa dönüşmesininse olanaksız olduğunu" kanıtladığını düşünüyor.

Yaptığı bu belgeseller internette yayılıyor. Ölüm tehditleri alıyor, hakkında kamu davası açılıyor. İyi hali nedeniyle cezası erteleniyor. Bir yıl sonra da belgesel unutuluyor.

Asil, devam ediyor.

Milletvekili satın alıyor. Onu kendi istediği şekilde konuşturuyor. Korkunç şeyler söyletiyor ona. Sonra uyuşturucudan ölüyor bu milletvekili, arkasında skandal fikirler bırakarak.

Sonunda bir pansiyona yerleşiyor Asil. Kalabalıktan uzakta.

Pansiyoncunun çocuğu Yahya ile geçiriyor günlerini.

Asil, pansiyondan ayrıldığında Yahya da peşinden geliyor. Yahya'nın babası buluyor onları. Asil'in çocuğunu kaçırdığını düşünen baba, Asil'i dövüyor.

Asil de son nefesini veriyor.

"Asil'in zihni, son kez konuştu.

'Azledildin. Her şey bitti. Bundan sonra, düşünmeyecek, bilmeyecek ve yaratmayacaksın."


*

Bu kitabı ilk olarak üç sene önce okuduğumda baygınlık geçirmişim: http://birazkitap.blogspot.com.tr/2012/02/azil.html

:)

Şimdiyse daha az baygınlık geçirerek okudum.



Altını Çizdiklerim

"Vicdanı taşıracak kadar hata ve göğüs kafesini parçalayacak kadar acı". sf. 18

"Kabul etmen gereken ilk gerçek de, doğumunda gözlerinin kapalı olduğudur. Hayata karanlıktan geldiğini bilmelisin. Anavatanın karanlıktır." sf. 20

"Her şey söylenmiş olabilir, ama ben daha söylemedim." sf. 29

"O kadar heyecanlandı ki elleri kekeledi." sf.59

"Ben bir gerizekalıysam sen de bir geri kalplisin!" sf. 68

"Güneşin söndüğünü sekiz dakika sonra anlarsın. O sekiz dakika boyunca hayatın sonsuza dek süreceğini sanırsın. Doğa yalan söyler sana." sf. 69

"Tanrı'nın Tanrısı yok. Biz ona inanıyoruz, ama o hiçbir şeye inanmıyor. Belki de tek gerçek tanrısız, Tanrı'nın kendisi. Tanrısızlık Tanrı'ya mahsus!" sf. 71

"Her ne kadar hiç kimse göründüğü gibi olmasa da, herkes göründüğü gibi olmaya çalışıyordu . Rahat gibi görünüyorsan rahat olmaya çalışıyorsundur. Görüntün, hayalindir." sf. 77

"Çamurdan bir maymun olmak, böyle bir şey olmalı." sf. 86

"Sonunda Tanrı sıkıntıdan patlamıştır. Buna da big bang denir." sf. 99

"Hava kararmıştı. Göz göre göre, ama kimseye görünmeden. Hem aniden, hem de yıllar içinde yaşlanan bir insan gibi." sf. 109

"Tanrı, insanlara nasıl yaşamaları gerektiğini söyleyecek kadar insanları ve kendini aşağılamak niyetinde değildi. Çünkü insan mükemmel yaratılmıştı. Ve din adında bir kullanım kılavuzuna ihtiyacı yoktu." sf. 112

"Hayat, insanın neyi bilmiyorsa onu öğrenmeye geldiği bir süreçti." sf. 113

"Gitmek, koşmak, kaçmak, yok olmak, buharlaşmak, havaya karışmak, rüzgarla savrulmak istedi." sf. 125

"Kollarını çırparak uçamayacağını anlayan ve gökyüzünde süzülen küçük kuşların ardından bakmakla yetinen ilk insan kadar sinirlendi." sf. 146

"İnsan,iyiliğe yakın olan bir kötüydü." sf. 149


sf.151

"Doğalı çok olmadığı için ölümü aklına getirmeyen bir çocuğa benziyordu, insanlık. Bu yüzden, ne cinsel gelişimini tamamlayabilmiş ne de şiddet eğiliminden vazgeçebilmişti." sf. 178

"Ayakkabıları, pantolonu ve üzerinde ne varsa hepsi uyudu. Ayakkabıları, pantolonu ve üzerinde ne varsa, hepsi sarhoştu." sf. 182

"Akıl, kelimelerle çalışır. Bu yüzden, her şeyin ve herkesin bir adı vardır." sf. 196

"Seninle buluşmak için değil, sevgilim, sensiz yaşayamadığım için kendimi öldüreceğim." sf.208





2 Aralık 2015 Çarşamba

MALAFA



MALAFA

Hakan Günday

2005

Doğan Kitap

6. Baskı - Haziran 2011

210 sayfa


Yine sıkıldığım, daraldığım, darlandığım bir Hakan Günday kitabı.

Fevkalade sıkılıyorum ama adamın bütün kitaplarını da okuyorum. Neden yapıyorum bunu kendime bilmiyorum.

*

Bir kuyumcuda, kuyumcu demek biraz küçük kalır aslında, kuyumcular çarşısı gibi bir yer, kuyum merkezi, Topaz Jewellery Center, evrenin en büyük kuyumcusunda işlerin nasıl yürüdüğüne dair bir roman.

Müşterilerin nasıl meterlendiği, tramlarının nasıl alındığı, ahçik ve meterlerin nasıl tokarlandığını anlatıyor.

Kitabın bir de böyle bir dili var.

Başlarda "Nece konuşuyon lan değişik?" diye sinirlenmiştim. İlerleyen sayfalarda alışılıyor.

Turistleri çok şık bir şekilde kazıklamak üzerine şekillenmiş bu dünyada kahramanımız, ava giderken avlanıyor. Bütün turistler gerizekalı değil sonuçta.

Okurken darlanmanın bir sebebi de yapışkan, yılışık esnaf. En tiksindiğim alışveriş şekli. Müşteri olarak benimle bu kadar yakın ve fazlaca ilgilenilmesinden rahatsızlık duyuyorum ben. Çünkü hemen kötücül algılıyorum bunu. "Lan kazıklıyor mu acaba?" diye. Fazlaca ilgilenmemesi ise, sattığı ürüne güven duyduğu izlenimi uyandırıyor bende. Alırsan ekime, almazsan s.kime der gibi. İşte ben böyle esnafı seviyorum :)


*

3 yıl önce de okumuştum bu kitabı. O zaman da daralmışım: http://birazkitap.blogspot.com.tr/2012/02/malafa.html




Altını Çizdiklerim

"Tevazu, iki kez iltifat almanın yoludur. Örnek: Ne kadar güzelsiniz! Hayır, değilim. Evet, öylesiniz. Etti iki!" sf. 35

"İnsanın en zor dayanabildiği çalışma koşulu olan tekrar, sağlıklı bir aklın ani ölümüne neden olur." sf. 35

"Tezgahtar, yanıtı sadece 'evet'olan sorular soran kişidir." sf. 45

"Her şey hayırla başlar. Müşteri 'Hayır!' der. Ben, 'Hayırdır!' derim." sf. 53

"Kimin hangi nedenle turiste ilk kez ikram ettiği bilinmese de, elma çayı, geleneksel Türk içeceğidir. Ancak Türkler bundan haberdar değildir." sf. 66


sf.126

"İlk görüşte aşka inandığım gibi, son görüşte aşka da inanırım. Ölürken yanımda kim varsa ona aşık olarak terk edeceğim dünyayı." sf. 126

"-İlk bilgi nedir sence? Bir insanın ilk öğrendiği şey nedir?
- Yürümek mi?
- Hayır dostum, düşünmek! Neden ile sonucu eşleştirmek. Yani düşünmek. Bir bebeğin öğrendiği ilk şeydir. Peki, söyle bakalım, bir insanın ilk unuttuğu bilgi hangisidir?
- Düşünmek mi?
- Zeki adamsın. Evet, düşünmek. Sevgili dostum, insanlar düşünmeyi unutmakla başlarlar hayvanlaşmaya. Neden ile sonucu eşleştirmeyi unutmakla başlarlar insanlıklarından uzaklaşmaya." sf. 161

"Odanın sessizliği o kadar gürültülüydü ki kimse birbirini duymuyordu." sf. 177


*

Hakan Günday'ın kitaplarında zaman zaman şarkılar geçiyor. Bu kitapta adı geçen şarkı:
"The Man Who Sold The World"

1 Aralık 2015 Salı

PİÇ




PİÇ

Hakan Günday

2003

Doğan Kitap

10. Baskı - Kasım 2011

224 sayfa


Dört arkadaş.

Dördü de birbirinden faydasız dört arkadaş.

Kımın zararlısı.

Ben olsam bulaşmam, ama bir kız var, Nilay, bunlardan birinden (Cenk olanından) hoşlanıyor. Kız bir de bu dördüne evini açıyor. 

Bunlar Hakan'ın evinde kalıyor. Ev, Hakan'ın teyzesinin. Teyze evi satacağını söyleyip Hakan'dan evi boşaltmasını istiyor. Bunlar da kızın teklifi üzerine hop onun evine yerleşiyorlar.

Kız sonra pişman oluyor tabi.

Suat var Nilay'dan hoşlanan. Normal insan o, piç değil. Nilay'ı ikna etmeye çalışıyor Cenk'ten ve diğer gerzeklerden kurtulması için.

Nilay da sonunda dayanamayıp evi boşaltmalarını istiyor. Sorun çıkarırlar diye endişelenmiştim ben ama bir sorun çıkarmadan gidiyorlar, iyi bari.

"Eğer sıradan insanlar olsalardı Nilay'ı döver, sonra tecavüz eder, son olarak da evdeki değerli eşyaları ve parayı alıp kaçarlardı. Ama piçler sabahın iki buçuğunda, evi sessizce terk etmekle yetindiler." sf. 143

Acaba zararlı diyerek haksızlık mı ediyorum? Zararlı demeyelim de işe yaramaz diyelim. Sevimsiz bir de.

Bir hiçbir şeyi ciddiye almama, boşverme, alaya alma halleri...

Bunlardan birine aşık kızın dediğine katılıyorum ben: "Salak! Evet, bence size çok uygun. Kusura bakmayın ama öyle. Bütün gün boş boş oturup saçma sapan şeylerden konuşuyorsunuz. Sonra da insanların size anlayış göstermesini bekliyorsunuz. Bence bu salaklıktan başka bir şey değil." sf. 47

Bence de.

Bunlar sokaklarda, barlarda, orada burada günlerini ve gecelerini geçiriyorlar.

Sonra, sadece beden güçleriyle çalışacakları bir iş arıyorlar. Fabrikada işçi olmak için işe başvuruyorlar. Ama işe alınmıyorlar. Tipleri biraz tuhaf çünkü. Yani fabrikada çalışmak için tuhaf. Sadece beden gücüyle çalışabilecekleri bir iş için fazlasıyla zihin gücüne sahiplermiş gibi bir görüntüleri var. Bu görüntü de iş verenlerini rahatsız ediyor.

Saçma sapan geçen günlerinin ardından kitabın sonunda hepsine ne olduğunu okuyoruz. 

Herkesin finali, kendine yakışan gibi oluyor. 

*

Bu kitabı daha önce de okudum: http://birazkitap.blogspot.com.tr/2012/01/pic.html

Şu an bu satırları, kitabı ikinci kez okumamın üzerinden iki ay geçmişken yazıyorum. Bir iğreti ile aldım elime kitabı. "Üfff pis salaklar" diye. Kitabın her sayfasında da "üfff ergen/ ay salak/ yemin ediyorum gerizekalı..." diye notlar almıştım. 

Sevmedim sizi piçler.

Uzaktan merhaba merhaba. Belki iki çift lafın belini de kırarız, ama hepsi o. İki saatten fazla sizi çekebileceğimi sanmıyorum. Baş ağrısısınız.



Altını Çizdiklerim

"Gerçek bir romancı olacak kadar hayal gücüne sahip olmasına rağmen binlerce cümle kuracak kadar sabrı içinde taşımaması." sf.18

"Her zaman yanındayım' diyen bir piç gerçekte şunu hissediyordur: 'Mezarına kadar gelir ve seninle gömülürüm." sf.36

"Bazen dünyanın bir kasa olduğunu düşünüyorum. Tanrı'nın parasını sakladığı bir kasa. Para biriminin insan olduğu bir evrende küçük bir kasa. Tanrı'nın paraya ihtiyacı olduğu zaman büyük savaşlar, felaketler, ölümler oluyor. Ölenler harcanıyor. kalanlarsa faiz yaratmak için ürüyor." sf. 38

"Çünkü Gonca aşkın IQ düşürücü yan etkisinin altındaydı." sf. 45

"Bence romanların iyi olup olmadıklarını anlamak için ikinci kez okumaya çalışmak lazım. Eğer okunabiliyorsa, iyi roman testini geçmiş demektir. Okunmuyorsa, en yakındaki ilkokulun kütüphanesine bağışlanmalıdır." sf. 47

"Hayat seni öyle bir noktaya getirir ki kendini sevdiklerinle savaşırken ve nefret ettiklerinle sevişirken bulursun. Üzülürsün. Pişman olursun. Sonra biraz zaman geçer ve tersinin bu dünyada işlemediğini görürsün." sf.55

"Okşayan elleri ısıranlar, tekmeleyen ayakları öperler." sf. 55

"Çünkü onlar bir yere gitmiyordu. Sadece duruyorlardı. Belki de en korkunç şiddet buydu: durmak. İnsan kaçarken başkasının, dururken kendi kanında boğulur." sf. 57

"Ben hissettiğim zekadayım." sf.82

"Yasalar huzurunda yetişkinliğe geçiş yaşının değişmesi gerektiğini düşünüyordu. Hayat şartlarının geçen yüzyıllara oranla rahatlamış olması ve hayat süresinin uzaması nedeniyle çocukluğun bitiş yaşının yirmü üç olması gerektiğini savunuyordu. Hakan'a göre yürümek yerine motorlu taşıtlar kullanan, düşünmek yerine televizyon seyreden, spor yapmak yerine PlayStation oynayan, kütüphane koridorları yerine internet sitelerinde dolaşan çocukların olgunlaşmaları gecikiyordu. Geçmiş kuşaklara göre tabii ki daha çok bilgiye sahiplerdi ancak bu bilgiyle ne yapacaklarını belirlemelerine onları zorlayacak bir hayat yaşamıyorlardı. Bilgili ancak bilinçsiz çocuklar on sekiz yaşından sonra da çocuk olmaya devam ediyor ve kendileri başta olmak üzere çevrelerine de zarar veriyorlardı. Ortaöğretim süresi uzatılarak çocuklar hayata alıştırılmalı ve ancak yirmü üç yaşından sonra yetişkin olarak kabul edilmeliydiler." sf. 97

"Açık gözlerle yürümek uyanmak anlamına gelmiyordu." sf.98

"Beni terk edenlerin hepsi kapı oldu. Çünkü sırtlarını bile görmeye vaktim olmadı. Kapıyı çekip çıktılar ve ben daha ne olduğunu anlayamadan kapıya dönüştüler." sf. 100

"Mozaik ancak tuvalet zemininde olursa iyi görünür. Toplumlarda olursa, adına 'karambol' denir." sf. 130

"Doğaya zarar veren doğanın kendisidir. Düzeneği böyle çalışır. İçinde barındırdığı insan zekasıyla, depremleriyle, harekete geçen volkanik dağlarıyla, doğa kendine zarar verme eğilimi olan yaramaz bir çocuk gibidir." sf. 157




sf.157

"Romain Gary'nin intihar mektubunun son iki cümlesi:
'Çok eğlendim, teşekkür ederim. Hoşça kalın." sf.165

"Günümüz siyaseti hayvanlara göre düzenlenmiştir. Hayvanlarla iletişim kurmanın iki yolu vardır: kandırmak ve korkutmak.1 sf. 187

"Bir kentin uçları arasında yürüyerek yol almak, tabanları şiştikçe yerden yükselen bir insana birinci saatte gezinti, ikinci saatte spor, üçüncü saatte savaş, dördüncü saatte yenilgi gibi gelir." sf. 195

"Cehenneme sadece bronzlaşmak için gideceklerinden emindiler." sf. 200

"Ziller çaldı. Okul binası çocukları yuttu. Ziller çaldı. Okul binası çocukları kustu." sf. 203

"Kitaplarla arası birkaç kilometreden fazladır." sf. 204

"Gizli eşcinsellik teorisi eşcinseller tarafından uydurulmuştur. 'Önemli olan ruh güzelliğidir' lafının çirkinler tarafından uydurulduğu gibi. (...) 

Biliyorsun: gizli eşcinsellik teorisine göre, ne kadar reddedersen o kadar eşcinselsindir.

İşte teorinin ibneliği burada. Homofobik bir insana gizli eşcinsel yakıştırmasını yapmak, bir Nazi'ye gizli Yahudi demekle aynı şey." " sf. 207

"Hayatla savaşlarına bir sonraki sabah kaldıkları yerden devam etmek üzere siperlerine çekiliyorlardı. Bazı binalar boşalıyor, bazıları doluyordu." sf. 208

"Issız ada fiyatlarının en çok merak edildiği saatlerdi." sf. 208



*

Kitapta bahsi geçen şarkı, film ve kitaplar:

Village People - i am what i am

Nico Icon- Femme Fatale

Steve Miller Band - Serenade

Sid and Nancy (film)

Dean Martin - Innamorata

Frank Sinatra - My Way

The Cure - Just Like Heaven

Crosstown Traffic - Jimmy Hendrix

Gölgesini Satmış Adam - Romain Gary (kitap)

Kelebek - Henri Charriere- (kitap)


30 Kasım 2015 Pazartesi

ZARGANA




ZARGANA

Hakan Günday

2002

Doğan Kitap

9. Baskı - Aralık 2011

205 sayfa


Koma ve Zo iki arkadaş.

Bir gün barda bir adamla tanışıyorlar. Zargana adamın adı.

Zargana, Koma ve Zo'yu evine davet ediyor.

Onlardan enteresan bir istekte bulunuyor. 

Zargana, Koma ve Zo'ya bazı senaryolar veriyor. Gerçek hayatta oynamalık senaryolar. Çeşitli insanların karşısında, Zargana'nın verdiği rolleri oynayacaklar ve istediği replikleri söyleyecekler.

Yani Zargana aslında bir çeşit Tanrıcılık oynuyor.

*

Zargana'yı da tanıyalım birazcık.

Zargana 12 yaşında evlatlık olduğunu öğrenip evden kaçmış.

Soğuktan donmak üzereyken polisler buluyor ve çocuk bakım evine götürüyor.

Ama Zargana buradan da kaçıyor. Sokakta tecavüze uğruyor.

Para çalıyor. Çaldığı parayla hamburgercide karnını doyuruyor. Orada garson Bethy ile tanışıyor.

Bethy (16 yaşında) Zargana'yı, kendi kaldığı otele götürüyor. 

Bethy'nin de hayatı kolay değil. Otelde kaldığı odanın ücretini, otel sahibi ile yatarak ödüyor mesela. 

Bir de belalısı var Bethy'nin, Victor. 
Bethy ve Zargana plan yapıp, Victor'u öldürüyorlar. Daha doğrusu Zargana onu bıçaklıyor.

İnsan öldürdüğü için bunalıma giren Zargana, kendisini öldürecekken otel sahibi müdahale ediyor. Sonra bu ikisini de kovuyor otelden, başının belaya girmesinden korktuğu için.

*

Bu zor çocukluğun ardından Zargana büyüyor. Bir trafik kazası neticesinde Fuscha ile tanışıyor. İki adam birbirini seviyor ve sevişiyor.

Zargana bir gün haber vermeden gidiyor. Fuscha arıyor ama bulamıyor. Zargana mektup yazıp Berlin'e çağırıyor onu.

Bu arada Fuscha, Zargana'yı Rio adıyla tanıyor.

Fuscha, buluşma yerine gittiğinde kendisini Rio diye tanıtan adamın Rio olmadığını söylüyor ama sonra adamın anlattıkları ve bildiği anılar nedeniyle ikna oluyor.

İşte bu Zargana'nın ilk oyunu oluyor. Koma, Rio rolünde.

*

Zo da üniversitede anarşist bir öğrenci rolünde. Zo, Bo adıyla üniversitelilere nutuk atıyor. Anarşist hareketinden bahsediyor. Lideri oluyor anlattığı hareketin.

*

Rollerine fazlasıyla kapılıyor çocuklar.

*

Zargana bu şekilde sanki hayatını temize çekiyor. Kaderin yapmasına müsaade etmediğini, Zargana kaderine yaptırıyor. Yani sanki Tanrı'ya "Sen bunu yazdın ve yaşattın bana ama ı -ıh olmamış bu, bak kader böyle yazılır." der gibi.

*


O zaman beğenmemiştim. Ama bu zaman beğenerek okudum. 





Altını Çizdiklerim:


"Dünyada iki tür insan vardır: trafikte sarı ışığı görünce frene dokunanlar ve aynı sarı ışık karşısında gazı kökleyenler." sf. 17

"Cahil ile anarşist arasındaki fark tüy kadardır. O aradaki tüyün üzerinde durur bütün okunan kitaplar." sf. 17

"Mutsuzluk mutluluktan daha çok ses çıkarıyordu." sf.52

"Batı hafiflemek, Doğu ağırlaşmak için kaldırır kadehini." sf. 81

"Öldürülmemiş bir tecavüz kurbanı pimi çekilmiş bir el bombası kadar tehlikelidir. En olmadık intikam biçimlerini hayal eder ve ilk fırsatta gerçekleştirmeye çalışır." sf. 95

"Siyahın zayıf değil, zayıfı gösterdiğini düşünürdü." sf. 104

"Lider kalabalık karşısında konuşurken asla o üç kelimeyi telaffuz etmezdi: lütfen, özür, teşekkür." sf. 108

"Çocuklar karşılıklı susarlarken sıkılmazlar. Genellikle yetişkinlerin sorunudur gözlerini birbirlerinden kaçırmak." sf. 122

"Senin için ne yapabilirim?
Beni öldürebilirsin. " sf. 173

"Bazen elimi yüzüme götürdüğümde bir burun, bir göz, bir ağız bulamamaktan korkuyorum." sf. 175


sf.186


"Hayatın da mesaisi olması gerektiğini düşündü Zargana. Yani yaşanacak zamanın tercih edilmesi gerektiğini. Gece ya da gündüz. İkisini birlikte yaşadığı için mutsuzdu insan. Kaldıramıyordu aynı hayatın içinde hem geceyi hem gündüzü. Onun için uyku vardı belki de. Ve onun için bu kadar mutsuzdu belki de uyuyamayan insanlar." sf. 187

29 Kasım 2015 Pazar

KİNYAS VE KAYRA





KİNYAS VE KAYRA

Hakan Günday

2000

Doğan Kitap

36. Baskı - Kasım 2014

531 sayfa


Yıllar önce okumuştum bu kitabı. 2011 yılında. Ergen hezeyanı gibi gelmişti o zamanlar okuduğumda. 

Şimdiki okumamda ise öyle gelmedi. Bu defa keyif alarak okudum.

Kitapların böyle dönemsel etkileri oluyor. 

*

"Asansör dördüncü katta durdu. Kapısında 17 yazan daireye girdik."

diye başlıyor kitap.

Kinyas ve Kayra, birbirlerini silah zoruyla yazmaya itiyorlar. Kafalarındaki her şeyi yazarak zihinlerini boşaltmaya çalışıyorlar.

"Yazdıklarım bana çok yardımcı oluyor. Bu kesin. Çünkü kağıtlara dökülen her kelime beynimden akıp giden bir hücre gibi...

Yazdıklarımı hatırlamıyorum, düşünmüyorum bir daha. İçimde hiçbir fikir tohumu kalmayana kadar 
yazmak istiyorum. Bitip tükenmek. Tek isteğim bu." sf.337

KİNYAS, KAYRA VE HAYAT başlıklı ilk bölümde Kinyas ve Kayra, kendilerini, birbrilerini, 
hayatlarını, anılarını, maceralarını anlatıyorlar sırayla. Sonra da zihinlerini öldürecekler.

Maceraları da macera ha. 

Macera gibi macera.

Afrika'ya gidiyorlar. (Ki Afrika ile ilgili güzel de bir tespit var: "Afrika'yı anlamak için dört rengi 
bilmek yeter. Sarı! Sıcağın rengidir. Yeşil! Her yeri kuşatmış olan ormanın rengi. Siyah! Karşında oturan benim derimin rengi. Ve kırmızı! Üzerinden oturduğunuz toprağın sahibi olabilmek uğruna dökülmüş kanın rengi." sf.344) Uyuşturucu işine giriyorlar. Mafyatik insanlara bulaşıyorlar. Sahte pasaport çıkartıyorlar. İsim değiştiriyorlar. Rüşvet veriyorlar. Kaçak yollarla ülke değiştiriyorlar. İnsan kaçırıyorlar. İnsan öldürüyorlar, parçalayıp gömüyorlar. Kadın dövüyorlar. Tecavüz de var. İtlik, piçlik, serserilik... ne varsa.

Aslında ikisi de iyi aile çocuğu. Öyle travmatik bir olayları yok geçmişlerinde. Ama tutunamıyorlar işte, durunamıyorlar bir türlü.

"Yaşama hastalığı...Bir çeşit alerji. Oksijene." (sf.331)

Tüm o maceraların ardından Türkiye'ye geri dönüyorlar. Bok var çünkü. 

Ama burada da duramayacaklar. 

Ve hatta yolları ayrılacak.

Bir gün Kinyas, arkasında bir mektup bırakarak gidecek.

Sonra KAYRA'NIN YOLU ve KİNYAS'IN YOLU diye diğer bölümleri başlıyor kitabın.

(Tabi kitabın yazıldığı yıllarda "Adını Feriha Koydum Emir'in Yolu" henüz yok. Olsaydı yazar eminim bu başlıkları kullanmazdı.)

KAYRA'NIN YOLU

Kayra, tekrar gidiyor Afrika'ya. Burada soygun işlerine bulaşıyor. Başarısız oluyor. Tetikçi oluyor, birilerini öldürmesi isteniyor. Derken zengin oluyor. Artık zihinsel ölümünü gerçekleştirmeye çok yakın. Zihinsel ölümü gerçekleşince bedenine bakacak bir bakıcı da buluyor. Anita adında genç ve güzel bir kızcağız. Onunla anlaşma yapıyorlar. Bedensel ölümü gerçekleşinceye kadar her ay artacak maaş ve bedensel ölüm gerçekleşince de ev ve bankadaki paranın kıza kalması.

Anita aşık oluyor Kayra'ya ama Kayra oralı değil. Kayra'nın nihai hedefi zihinsel ölümünü gerçekleştirmek. Bu hedefe yönelmiş bir ok gibi, hiçbir şekilde yolundan caymıyor.

"Anita'ya, onu sevmediğimi anlatmanın başka bir yolu var mıydı? Evet, belki kalbimi ve penisimi yerlerinden söküp, 'Tamam, al bunları. Git, ileride oyna!' diyerek de halledebilirdim sorunu ama yanımda steril bir neşter yoktu." sf.358

"Yoksulluk ve güzel bir vücut yan yana geldiğinde, dünyanın hemen hemen her yerinde aynı sonuçlar doğardı. Dünyanın en eski mesleği fahişelikse, dünyanın en eski hayal kırıklığı da aşktı... Bir türlü, başka bir insanın varlığını hayatımda vazgeçilmez kılamadım." sf. 399

Kayra, düzenini kurmuş ve Kinyas'ı da artık düşünmezken Kinyas, bütün yazdıklarını yolluyor Kayra'ya.

"Biz ailelerimizi, onları bir yere yollayamadığımız, öldüremediğimiz için terk etmiştik. Ve şimdi, Kinyas bulunduğu yeri terk etmek istemediği için geçmişini, yaşaması gereken Kinyas'ı bana yolluyordu. Evet, sen gidemiyorsan, o zaman yollarsın içindekileri." sf.376

"Bütün hayatımız, kağıtlar üzerinde kurumuş mürekkep lekelerinden ibaret olacaktı. mürekkebin içinde boğmuş olacaktık geçmişimizi." sf.377

Kayra da yazıyor her şeyi. 

"Artık sokağa çıkma yasağı vardı kafamda. Bulduğumu tutuklayıp atıyordum önümdeki kağıda." sf.415

Yazdıklarını kime göndereceğini düşünüyor. Aklına gelen isim Hakan Günday.

Evet Hakan Günday.

Yazar, kendisini de romana sokmuş. Kinyas ve Kayra, Afrika'dayken Hakan Günday ile tanışıyorlar. 

Kısa bir tanışma bu. 

Kayra, sonunda dilediği gibi gerçekleştiriyor zihinsel ölümünü. Evinde, bu iş için tasarladığı odaya çekiliyor ve son sözleri "Hiçbir şey yok! Hiçbir şey yok! Hiçbir şey yok!" oluyor.

KİNYAS'IN YOLU

Kinyas, ailesinin yanına gidiyor.

Anne babası, ondan yıllarca haber alamamış. Birden karşılarında görünce şaşırıyorlar tabi, ama ana baba işte, basıyorlar bağırlarına. 

Yalnız kız kardeşi pek sıcak davranmıyor Kinyas'a. Onları terkettiği için kızgın. Ama sonra o da yumuşuyor.

Kinyas, doktora da gidiyor iyileşmek için. "Gerçek dünyadan istemli kopma" diye bir teşhis koyuyor doktor. Başka teşhisler de koyuyor ama bence en doğrusu bu. 

Ailesi, Kinyas normal bir insan gibi yaşasın diye ellerinden geleni yapıyor. Kinyas'a iş buluyorlar mesela. Kinyas ve çalışmak? Peh! Çocukluk arkadaşı Salih, Kinyas'ın patronu oluyor. Salih eroinman. Bunu Kinyas'a itiraf eidyor. Kinyas da ona yardım ediyor. Yardım etme yolu da bir bağımlılığın yerine bir başkasını koymak. Eroin bağımlılığı yerine, babasına olan nefretini yerleştiriyor Salih'e.

Bu arada Kinyas, zamanında nasıl olsa ölmek istiyorum diye bile isteye HİV virüslü bir kadınla yatmıştı. Şimdi ise bu hastalığa kapılacağından endişe ediyor. Hayata mı tutunuyor ne?

İlk aşkını da görüyor. Evlenmiş ama tabi o.

Kinyas, normal insan olmaya çalışıyor. O sıradanlığa ulaşmak istiyor.

Kız kardeşinin arkadaşı ile sevgili oluyorlar.

Kinyas, sonunda normalleşiyor ve Kayra'ya öfke duymaya başlıyor. Kendisini yoldan çıkaranın o olduğunu düşünerek.

Bütün yazdıklarını Kayra'ya göndermeye karar veriyor. Kinyas'ın son sözü ise, Kayra'nın "Hiçbir şey yok"unun aksine "Her şey var." oluyor.

*

Kitapta iki şarkı var dikkatimi çeken.

İlki "I'm Coming Home - Tom Jones" İlk bölümde geçiyordu yanlış hatırlamıyorsam. Yersiz yurtsuz olduklarından yakındıkları bir esnada bahsi geçiyordu bu şarkının.

"Radyoda ise Tom Jones'tan I'm Coming Home çalıyordu. Coming home... Bulsak o evi, biz de döneriz bir gün belki." sf. 167

Bir diğeri de "Yaşamaya Mecbursun - Bulutsuzluk Özlemi" Tabi ki Kinyas'ın hayata tutunma bölümlerinde geçiyor.

"Ölmeye hepimiz mecburuz! Kolaysa yaşamaya mecbur ol!" sf. 504


*

Altını çizmelere doyamadım.

Altını çizdiklerim:

"Sabahın dördünün, o insana kendinden başka kimseyi dinletmeyen sessizliği." sf 13

"Zaten sarıyı hep ölüme yakıştırmışımdır." sf. 14

"Dünyada kendine böylesi gereksiz işler yaratabilen insanlar varken neden bu denli işsizlik var." 
sf. 14

"Paraşütünü açmış bir adamdan uçağa dönmesini beklemek gibi." sf 16

"Kendimi dinlemeyi öğrenmekti bu yaptığım. Çünkü duyulabilecek kadar yüksek bir ses vardı içimde. Bunu fark edince, dünya üzerindeki bütün insanlar birden yok olsalar dahi yalnız kalmayacağımı anladım." sf 18

"Sosyal devlet dedikleri, bana kalırsa Gestapo düzeninden başka bir şey olmayan sistemleri, sokakta biri düştüğünde ambulans gelene kadar, yerde yatanın kendileri olmadığı için şükretmelerinden ibarettir." sf.26

"Madem ölmedik, yaşayalım o zaman." sf. 34

"Ölümsüzüm ben. Ölene kadar." sf. 35

"En büyük acının kendininkinin olduğunu düşünüyorsun. Dünyadan haberi olmayan bütün geri zekalılar gibi." sf.36

"İnsanlar taşırlar insanları. Kundaktayken, tabuttayken. Hep taşıyacak birileri olur. Bazıları dostluktan, bazıları cepteki paradan, bazıları içinde bulundukları sistem bir gün onlara da taşınma sırasının geleceğini söylediği için, taşırlar insanı." sf.38

"Belki de ben dünyadan daha hızlı döndüm. Hepsi bu. Gölgesinden hızlı silah çeken o çizgi film kahramanı gibi." sf. 39

"1.999...9'u bize 2 diye yutturmaya çalışan bir dünyanın çocuklarıyız." sf. 39

"Bir türlü anlayamadı, dünyada sadece kendisinin 1'den sonra 2'yi getiremediğini. Onun dışında herkes, bu işi güle oynaya yapabiliyordu." sf.40

"1, 2'nin nedeni değilse, benim de varlığıma bir neden aramam anlamsız olur." sf. 40

"Boşalmanın, seks ne kadar uzun sürerse o kadar zevkli olduğunu düşünerek, hayat ne kadar sürerse ölümün de o kadar muhteşem olacağına inandım." sf.40

"Kendisini, uzaydan dünyaya düşmüşçesine yalnız hisseden bir adama ilgisini çekebilecek ne anlatılabilirdi ki?" sf. 43

"İnsan kendini ev sahibi olarak görmedikten sonra yüzlerce evin tapusunda ismi yazsa neye yarar?" sf.48

"O kadar derinden uyuyor ki, uyandırırsam ölür, diye düşünüyorum." sf. 48

"Hiçbir yere ait olmayanları iyi tanırım. Her yere aitmiş gibi davranırlar." sf.49

"O da uykusunu alamadan öleceklerden biri." sf. 52

"Çok geç alıştım ben yaşamaya." sf. 53

"Cehennemi de kundaklardım." sf.54

"Hiçbir travesti bir ev kadını olmak için giymez eteği. Amaç en güzel kadın olmaktır." sf.56

"Herhangi bir maddeye bağımlı olan ve daha sohbetin ilk basamağında söz konusu maddeyle ilişkisi sorulan her adam gibi nefret etti benden." sf. 57

"Politikadan daha pis bir iş değildi yaptığımız." sf.59

"İnsanların kalp atışlarının sesi ona saniyeleri hatırlatıyordu. Saniyeler de hayatı ve zamanı." sf.60

"Eğlencenin yemek yerine geçtiği bir ülkedeydim." sf. 61

"Biz ne istediğimizi bilememiştik hiçbir zaman. Ve dolayısıyla her şeyi deniyorduk. Belki görünce istediğimiz, uğruna yaşadığımız şeyi hatırlarız diye." sf.64

"Platon ismindeki dünyanın okuma yazma bilen ilk faşisti." sf.64

"Mucizeler bitti. Doğmak yeterince mucizevi. Başka bir tane daha beklemek aptalca. Ölmek de ikincisi. Bunların arasında da hiçbir şey yok. Kimse beklemesin." sf.66

"Robinson'un bile yanına Cuma'yı veren dünya, üzerinde yaşayan bütün insanları tanıştırma gibi hastalıklı bir saplantıya sahipken uzak kalmamız çok zor olacak gündüzün ve gecenin seslerinden. "sf.67

"Yanıtı olmayan bir soru olarak geldim dünyaya. Ve sorusu olmayan bir yanıt gibi de gidiyorum." sf. 68

"Zaten geceleri sağır olur insanlar. Gündüz gördüklerini görmezler. Duyduklarını duymazlar. Gecenin vahşiliği doğaldır. Görmezden gelinir. Yadırganmaz." sf. 73

"Sabah olmuştu. Hep olurdu zaten. Büyük bir sürpriz değil." sf.73

"Hep nefret ettim çalan, garip sesler çıkaran saatlerden. Oysa o kadar güzel uyanma biçimleri vardır ki." sf.73

"Bir ülkenin vatandaşı başka bir ülkede kendi vatanına daha çok yaklaşır. Önceleri doğduğu topraklarda sahip olmadığı yöresel özellikleri başka yerlerde daha çok benimser. Türk, Almanya'da daha çok Türk'tür. Ve mantısına, dönerine daha çok özen gösterir." sf. 75

"Dünyada aslında iki tür ırk vardır. Dolandırılanlar ve tecavüz edilenler. Beyazlar dolandırılır. Onun dışındaki renklerinse ırzına geçilir aynı beyazlar tarafından." sf.75

"En büyük hatam insanlardan cümlelerimi bitirmelerini beklemekti." sf. 84

"Hayatımızdaki tek gerçek nefsi müdafaa intihardı. Bedenimize ve hayatımıza saldıran aklımızdaki düşünceleri yok etmekti." sf.87

"İnsanların haberdar olamayacağı, hakkında fikir yürütemeyecekleri tek şey insanın kafasını içinde koşturanlar." sf.90

"Yalan ancak ayrıntılarla gerçek olur. Birini kandırmanın en iyi yolu ayrıntılardır. Tabii bu ayrıntıların sayısı arttıkça, daha sonra hatırlanması gerekenlerin de sayısı artar." sf. 95

"Bazı meslekler insanı şizofrenliğe iter. Gardiyanlık, polislik, askerlik, politikacılık... O kadar zordur ki, yapılan işi hayattan ayırmak. Kişinin karakterinden söküp atabilmesi. Hele çalışma saatleri sonunda gündelik hayata maruz kalmaları, otoritesiz ve üniformasız. Delirmelerinin nedenidir bütün bunlar." sf.96

"Dünya üzerindeki insanların hepsi Kuzey Yarımküre'de toplansa, sadece ben Güney Yarımküre'de kalsam yine de dengenin bozulmayacağını bilmenin zevkini keşfettim." sf.96

"Vahşi bir entelektüel kadar boktan bir şey yoktur! Hele hele felsefesini Nietzche'den, Schopenhauer'dan ya da adını bilmediğim, toplumdışılığı zeka pırıltısı sanan herhangi bir salaktan alan düşünce adamı ise gerçek bir skandaldır." sf.97

"Romanlar, elleri nasırlaşmamışlar için. Daktiloyla sevişenler için. Edebiyat, içki içtikten sonra sarhoş olup,sızmadan önce önlerindeki peçeteleri karalayanlar için.
Hiçbir zaman din kitaplarından daha fazla okunmayacağı bilinirken, hikayeler uydurmanın ne anlamı var?.. "sf. 98

"Eğer sıtmadan ölseydim çok üzülürdüm. Beni boktan bir mikrop öldürmemeliydi." sf. 101

"Bir şey aramayan asla kaybolmaz." sf. 103

"Ölümü herkesten çok arzulayan, intihar eğilimleri fazlasıyla gelişmiş ve kendine zarar vermeyi ibadet haline getirmiş bir insanın bedeninin hayatta kalmaya çalışması çok büyük bir çelişkiydi." sf. 107

"Eğer okuyamasaydım kimsenin ne düşündüğünü bilemezdim. Dünyanın döndüğünden habersiz olurdum. Ve her şeyi kendim keşfederdim. Cehaletimi bilemek harika olurdu." sf. 109

"Dünyayı versem Tanrı'ya, damlasını vermez bana mutluluğun." sf.110

"Her devlet memuru aslında bir süpermarket işletir oturduğu makamın koltuğunda. Satabilecekleri bellidir." sf. 113

"Eğer geçmeseydi Kuranıkerim'in üstünden onlarca kuşak, ben inanırdım yazılanların hepsine. Ama inanmıyorum o onlarca kuşağın dürüstlüğüne. O onlarca kuşağın dinine sadakatine inanmıyorum. Çünkü insanı tanıyorum. Çünkü kendimi tanıyorum. Canı öyle çektiği için duaları değiştirecek her dinden kuşaklar tanıyorum. İnsan dokunduğu her şeyi kirletmiştir bugüne kadar. Dinin kendini bundan koruması o kadar uzak bir ihtimal ki!" sf.115

"Arkama dönüp bakmak boynumu ağrıtacağından gözlerimi son bir kez çevirmedim bile." sf.126

"Bütün dünya uyuyor. Bütün hayvanlar, bitkiler, adına insan denmiş yaratıklar. Hepsi. Toprak bile uyuyor." sf.135

"Bir şey kalır geriye: sabah olunca kalkılıp gidilecek işler, okullar... "sf.135

"Varlığıma nedensizlikten delirdim ben. Hiçbir nedeni kendime yakıştıramadığımdan. Hepsini giydim. Hiçbiri olmadı. Hepsi dar geldi. İnansaydım herhangi birine uğruna gerekirse dünyayı kan gölüne çevirirdim. Okyanuslar kırmızı olurdu.Pıhtılaşmış kanlardan siyah dağlar yükselirdi. Ama inanamadım. Bir türlü inanamadım... Bütün hayat bir illüzyon. Benim gibi." sf. 136

"Uykusuzluktan rüyalarını ayakta görüyordu." sf.136

"Bir bokluk var bu işte! Türkçe'nin sihri yine karşımızda. Anlatamazsın böylesi muammalı bir konuyu ikizi gibi benzeyen tek bir kelimeyle başka bir lisanda. Bokluk her şeyi ifade ediyordu. Daha doğrusu bilinmeyen her şeyi. Ne kadar hesap yapılırsa yapılsın, karanlık kalacak tarafı." sf.142

"Ölü bir devlet başkanının pek bir farkı yoktur yaşayanından. Konuşmaması tek fark! Bir de makam arabası yok. Ama bunun yerine bir anıt mezarı var." sf.143

"Kaçacak bir yer kalmadı. Gidecek bir yer kalmadı. Ölüm kaldı. Görmediğimiz bir o kaldı. Ölüm ve sonrası. Eğer varsa." sf.144

"Hırs taşımayan insanlar için çok zordur oyun oynamak, rekabete girmek." sf.147

"Ne yapmak istediğini bilmiyorsan, ne yapmamak istediğini düşün." sf.155

"Ülkemdeyken yat borusu sabah ezanıydı. Onu duyunca paniğe kapılırdım. Çok geç kalmışım, derdim. Bir an önce uyumalıyım." sf.155

"Dünya artık o üzeri kalabalık toprak parçası değil. Dünya işte bu! Zihin. Dünya benim zihnim! Dünya benim aklım." sf. 157

"Doğal nedenlerde ölmeyecek kadar doğa düşmanıyım." sf.163

"Dünya boşuna dönüyordu. Kaza yapıp ters dönmüş bir arabanın boşa dönen arka lastiği gibi." sf. 167

"İlkellik mıknatıs gibidir. Dev bir mıknatıs. Biz istemesek de, vücudumuzdaki demir ona doğru gider. Beynimize işlenmişbir ilkel insan dövmesiyle doğarız. Yemek, uyumak, bağırsaklarımızdakileri çıkarmak dışında yaptığımız her şey fazladandır. Üremk dahil. Geriye kalan her şey uydurulmuştur. Dünya uydurulmuştur! Cadeler, evler, giysiler... Her şey. O üç eylem dışındaki her şey! Aşk, siyaset, tıp, savaş. Bunların hepsi insanoğlunun boynuna astığı aksesuvarlardır. Teke teker hepsinden kurtulunur ve üç ana eyleme dönülürse insanlık kendini hatırlayacaktır. Bunların yerine getirilebildiği dev bir yatakhane olmalıydı dünya." sf.168

"En sevdiğim ve tek dinlediğim grup: atardamarlar." sf.170

"Çok yürüdüğümü sanıp, sönüp arkaya baktığımda başlama noktasından hiç de o kadar uzaklaşmadığımı görmek dünyanın en iğrenç duygularından biriydi." sf.171

"Ölümlü olduğumu unutamadıktan sonra ne gereği var anlamanın? Tutunsan da aşıklarına, zincirlesen de kendini dostlarına yine de gömülürsün toprağa. Gerekirse hepsiye beraber gömerler. Firavunlara yaptıkları gibi. Anlayan şöyle der:
Anlayamasaydım da ölecektim. Daha çok anlamak yormayacak tabutumu taşıyanların kollarını. Çünkü ne daha ağır oldum, ne daha büyük.!"
sf.179

"İnsanların birbirlerine aşıkken gündelik hayatlarına devam etmelerini anlayamıyordum.(...) Aşık oldukları halde okullarına, işlerine giden, sanki hiçbir şey değişmemiş gibi davranan insanlardan hep iğrenmişimdir. Midemi bulandırır vasat sevgililer." sf. 186

"Sen, Baudelaire'in bahsettiği kötü tohumsun. Sen, cehennemin üzerine kurulduğu arsanın hissedarı olacak kadar kötüsün. Şeytan bu yüzden göz yumuyor yaptıklarına ve seni hayatta tutmaya çalışıyor, bütün oynadığın ölüm oyunlarına rağmen. Ölüp de onun yerine göz koymaman için!" sf. 188

"Yalnız kalma isteğim gökdelen gibiydi. İçinde kırk sekiz neden barındıran kırk sekiz daireli bir gökdelen!" sf.199

"Ya deli olduğumu itiraf edip tedavi edilmeliydim ya da normal olduğuma kendimi ikna etmeliydim. (...) Sürekli kilo alıp veren bedenlerdeki sarkmalar, çatlamalar, zihnimin, bilincimin sınırlarıyla sürekli oynamamdan ötürü beynimde oluştu. (...) İçimde bir stadyum dolusu adam vardı." sf.201

"Böyle bir insandan sosyallik beklemek Tanrı'nın yüzünü göstermesini istemek kadar safça olurdu." sf.203

"İçkiyi bırakıyordum. Daha da sarhoş olmak için. Hayattan sarhoş olmak için!" sf.204

"Şimdiye kadar rakıyı suyla, viskiyi buzla karıştırır gibi hafifletmek için hayatı da içkiyle karıştırmıştım." sf.204

"Medeniyetten daha kötü bir şey varsa, o da medeni olmaya çalışan bir medeniyetsizlik." sf.206

"Kaldırımlar güzel. Ama bir de üzerinde yürüyen şu insanlar olmasa!" sf.207

"Eğer bir insan babasının hıçkırıklarını umursamazsa hiçbir şeyi umursamıyor demektir." sf.209

"Medenileşmenin bedeli. Yerde yatanlarla ilgilenmemeyi öğrenmek." sf.213

"Herkes kalp krizi geçirir, benimkisi tıp tarihine geçecek. Beyin krizi!" sf.216

"Üçüncü Dünya ülkelerinde insanlar arabalarını, kamyonlarını boyarlar, üzerlerine resimler çizip, yazılar yazarlar. Çünkü Üçüncü Dünya ülkesi insanı bindiği makineyi icat etmemiştir. İcat etmediği için de yakın hissetmez kendini. Sahibi gibi görünmesi, karakter kazanıp kişileştirilmesi gerekir arabanın. Kullandığı her ithal makineye isim takıp sadece kendine has şekil ve yazılarla damgalaması, Üçüncü Dünya'nın asla yok olmayacağını gösterir." sf.217

"Dinlemek ve inanmak en zorudur. Anlatmak ve uydurmaktan daha zor. Olağanüstü bir saflık ister. Kulak ile beyin arasında tertemiz bir yol ister." sf.228

"Ne kadar yalnızsan o kadar uzağa gidersin. Ne kadar terk edersen o kadar ölürsün." sf.242

"Doğanın seksen yılda büyüttüğü bir insanı bir saniyede öldürmesi." sf.247

"Ne istediğini bilememek insana verilmiş en yırtıcı işkence türlerindendir." sf. 248

"Ne iş yaptın bu dünyada? Yalnız kaldım. Kalabildim. Altı milyarın arasına doğdum. Ve hiçbirine çarpmadan geçtim aralarından." sf.251

"Kimse delirerek ölmez. Onlar frengiden öldüler. Ama deliliğe yakıştılar." sf.251

"Yalnızlığın teknik desteği kulaklıklar." sf.256

"Kimyasal bombalar atmak istiyorum İspanya'ya, Portekiz'e, İtalya'ya keşfettikleri için Amerika'yı!" sf.263

"İnsanın en büyük hatası kendini seyretmemesidir. O kadar çok ilgilenir ki dekorla! Tanıyamaz bir türlü başaktörü." sf.266

"Çünkü anlamamışlardı. En büyük duvarın, televizyon ekranı olduğunu. Ne  geçebilirsin öbür tarafa, ne de uyurabilirsin sesini. Dünyanın en yüksek ve sağlam duvarı, televizyon ekranı!" sf.270

"Her basamak dört saniye hayat uzatıyormuş. Asansöre binerek intihar mı etseydim." sf.280

"Çalan bir telefonu susturmanın en iyi yolu açmaktır." sf.284

"Hayatı boyunca spor yapmamış birinin bir sabah uyanıp gün boyunca ağırlık çalışmaya başlaması sonucu on beş gün süresince bütün kaslarının kabuslar gördürtecek kadar acımasına benziyordu beynimin ağrısı." sf.303

"Sihirbazın numaralarının gerçek yüzünü bilen ve eğlenemeyen bir çocuk gibi hissediyor." sf.319

"Komşularının hıçkırıklarını duymazdan gelen insanların kaderinde sessizce ağlamak vardı." sf.345

"Kimse uyandırmasın kimseyi. Herkes mutlu uyurken. En kötü kabus bile iyidir hayatın kendisinden. " sf.346

"Daha anlayamamıştı sonunda ölüm olan bir hayatta mutlu son olmasının mantığa aykırı olduğunu." sf.354

"Eskiden kalma bir teorim vardır, uzun boylu insanlar hakkında. Belli bir uzunluğu -ki bu 1.85 metredir- aştıktan sonra karşılarına iki yol çıkıyordu. Birincisi, iriliklerini kullanabilecekleri işler, ikincisiyse kadın olmak! Böyle bir sonuca varmam için ülkemde ve dünyanın çeşitli ülkelerinde travestilerle ilgili kısa bir gözlem yapmam yetmişti." sf.372

"Belkiler, bando eşliğinde zihnimde resmi geçit düzenliyordu." sf.375

"Neden insanlar yazdıklarını başkalarının da okumasını istiyordu? Neden yazdıklarını defalarca okuyup kendilerini daha iyi keşfetmeye çalışmak yerine başkalarının kendilerini keşfetmelerini tercih ediyorlardı?" sf.375

"Dünyayı bacaklarının arasından çıkarmış bir kadın gibiydim. Her yerini ve her şeyini biliyordum, doğurduğu bebeğini tanıyan bir anne kadar... Her şeyi bildiğim için vasiyetimde tek bir cümle olacaktı:
Beni yüzstü gömün. Çünkü yeterince gördüm!"
sf.379


sf.380


"Çocuklarım olsaydı, içlerine on sekiz yaşlarına geldiklerinde patlayacak bir bomba yerleştirirdim. İlk on sekiz yıldan sonrası tekrarlarla doluydu, hayatın. Ve ne yazık ki, her bir bokun tekrar olduğunu bilen bir hafızamız vardı..." sf. 383

"En tepesine varamayacağım bir kuruma, en aşağısından başlamak anlamsız gelmişti. Eğer herhangi bir ülke, askere aldığı adamlara, kara kuvvetleri komutanlığı makamını hedef gösterebilseydi, belki daha geçerli olurdu askerlik." sf.390

"Belki yeterince insanla karşılaşmadım, belki de tesadüfler tanrısı izin vermedi. Ama bana benzeyen biriyle tanışmadım. Çok istiyordum bir zamanlar, cümlemin sonunu getirecek bir erkek ya da kadın bulmayı." sf.404

"Yetmemişti hayal etmek! Bir de , gerçek olsunlar istedim." sf.404

"Hepimiz hapistik aslında, dünyada. Hepimiz de bir yerlere kapanmıştık, isteyerek.(...) Hapsolmuşuz görünmeyen duvarlı hücrelere. Herkesin kendine göre bir hücresi var. Bazılarınınki daha genişse, neyi değiştirir? Mahkum olduktan sonra hayata, fark eder mi üçe üç bir oda ya da binlerce kilometrekarelik bir ülke?"  sf.407

"Bense oturmuştum,kanımda dünyanın en büyük uyuşturucusu olan acıyla." sf.407

"Bütün orta yaşını geçmiş insanlar gibi onlar da uyuyamıyor, erkenden kalkıyorlardı demek ki. Rahat, kuştüyü yastıkları daha güneş doğmadan en sert kayaya dönüşüyordu." sf.409

"Hayat, ölene kadar hissedilen zevklerden, çekilen acılar çıkarıldığı zaman geriye kalandır. Hayat = zevk - acı. Sonuç pozitifse yaşamışsındır hayatı. Negatifse ölmüşsündür doğduğun gün. Tabii bir de sıfır ihtimali var. Bu durumda ise zamanın yetmemiştir hayatı anlamaya." sf.421

"Hayatı yok etmenin zamanı asla gelmez, çünkü bir saat sonra yaşayacakalrını bilemeyeeck kadar insansındır." sf.424

"Uyku. İnsana verilmiş tek mucize. Kendinden geçmek. Gözleri kapatıp huzura dalmak. Ve uyanıldığında yeniden başlamak." sf.438

"O an, garsonlar geldiği için bugüne kadar kesilmiş bütün konuşmaları düşündüm. Ne ölüm tehditleri ne evlenmek teklifleri beklemişti kim bilir, masanın verilen siparişlerle donatılmasını." sf.441

"Dünden iğrenen bütün insanlar gibi biz de gelecekten konuştuk sürekli. Yarın, bugünü yaşanabilir hale getiriyordu. Kendimizi bir binanın tepesinden hep beraber boşluğa bırakmayışımızın tek nedeni yarındı! Lotonun çıkma ihtimalini, aşık olunacak insanla tanışma ihtimalini, sonsuz mutluluk ihtimalini içinde barındıran o sihirli sözcük: yarın. Gelecek iyi bir sermayeydi. Yaşadığımız sürece bitmeyen bir anapara gibi. Gelecek zamanda çekilmiş fiiller kulağa çok tatlı bir melodi yayıyordu." sf.443

"Öleceğini bildiği insanları kurtarmaya çalışmak. Doktorluk! (...) Belki de mezarlıklara verilmelidir adları. 'Doktor X sayesinde bu kadar uzun yaşadık ve rahat öldük.' benzeri yazılar süslemelidir mezarlıkların girişini." sf.455

"Kafam, bir politikacıdan il olma sözü alacak kadar kalabalıktı." sf. 462

"Yalnız olmanın ne anlama geldiğini biliyordum uyandığımda. Ben ki, Tanrı'yla yarıştığımı düşünürdüm o kulvarda." sf. 463

"Soyluluk sadece şatolarda yaşamak değildi. İşte buydu! Sormamak. Sadece anlatılmak isteneni dinleyecek kadar meraka sahip olmak..." sf.463

"İki gerçek ve bir insan var. Ölüm, hayat ve insan. Mahşerin üç boku. Sadece insanın ayakları olduğuna göre aralarında, o koşar ya birine ya diğerine. Eğer mutluluk ölümden gelmezse, o zaman sadece hayat kalır geriye." sf.470

"Bugünlük düşünebileceğim başka bir şey var mı diye baktım, aklımın sağına soluna. Yok. Peki! Zaten hayat da yetmeyecek düşünmeye her şeyi... Biz insanlar, sadece iyi bir performans gösterip öyle ölmek istiyoruz. Yoksa, başka yapacak bir şey yok!" sf.471

"Hiçbir şey hayatın sonu değildir. Hayatın sonu bile hayatın sonu değildir! Çünkü sen ölürsün, başkaları yaşar!" sf.474

"Mucize değildi! Dünyanın en aşık adamı ile en aşık olunacak kadınının karşılaşması mucize değildi. Hayattı!" sf. 483

"Ben kimseden hoşlanmazdım. Ya aşık olurdum ya da nefret ederdim eskiden, ama şimdi bu orta şekerli lafları da öğreniyordum yavaş yavaş. Hayat, mütevazı duyguların mütevazı sıfatlarda anlatılmasından ibaretti." sf. 491

"Mutlu olmanın ilk yolu taklidini yapmaktan geçer." sf. 492

"Sırf kendime tekme atabilmek için yogaya başlamak istiyorum." sf. 500

"Bazen normalliğin, bazı insanlara doğuştan verilmiş bir yetenek olduğunu düşünüyorum." sf. 500

"Eğer düşünüyorsam ölümümden sonrasını, geride kalanların gözyaşlarını, hala bir ihtimal vardır." sf. 501

"İnsanın çalışmadan, ter dökmeden elde ettiği iki şey bardır. Bunların ilki, herhangi bir talih oyunundan gelen para, ikincisiyse bir ülkede uzun süre kalınca farkında olmadan öğrendiği ve ister istemez konuşmaya başladığı o toprağın lisanı." sf.504

"Uyuşturucu sadece, dünyanın farkında olacak kadar akıl sahibi ancak üzerinde yaşayamayacak kadar sakat bedenli olanlara sunulması gereken bir maddedir oysa." sf. 508


sf.512


"Sokakta gördüğüm her eczane tabelasında ben, 'cenaze' kelimesini okuyordum." sf 513

"Satranç, briç ve tenis... Bunları bilmeyen biri uluslararası ilişkilerde doktora yapsa neye yarar?" sf. 529