19 Aralık 2013 Perşembe

ÖLÜMSÜZ ATATÜRK





ÖLÜMSÜZ ATATÜRK

Yazarı: Vamık D. Volkan - Norman Itzkowitz

Yayınevi: Bağlam Yayıncılık

Basım Yılı: 1. Basım - Ekim 1998 , 5. Basım - Kasım 2008

Sayfa Sayısı: 480


Reklamcı bir arkadaşım önerdi bu kitabı bana. 

Reklamcılıkla ne ilgisi var diye soracak olursanız;

Şimdi benim bu arkadaşım (baş harfi Yelda) reklamcılığın piri bir insan. 

Yani benim gözümde öyle.

Ben şimdi reklamcılıktan hiçbir şey anlamadığım için, o benim gözümde reklamcılık alanında pir bir insan oluyor. 

Reklamcılık - satış teknikleri- psikoloji -  bilinçaltı...

Anladın?

Bunlar hep birbiriyle bağlantılı.

İşte buna bir gün hocası, konu açılmış, bu kitabın adını zikretmiş. Atatürk'ün psikolojisini anlatıyor diye. Atatürk'ün ölümsüz olma isteği, bu isteğin kaynağı falan gibi konuşmalar geçmiş.
Bizim kız da kitabı aklının bir köşesine not etmiş.

Sonra bir gün geldi. Yana yakıla bir kitap arıyor. Reklamcılıkla ilgili teknik bir kitap. Sormuş bir sürü yere. Kitabın en son baskısı yıllar önce olduğu için piyasada kolay bulunmuyor. Çünkü kitabı sorduğu yerler "D&R" gibi, "Alkım" gibi piyasa yerler.

Eski bir kitap arıyorsan oralarda işin ne? "Gel" dedim, "Seni bir yere götüreceğim."

Galatasaray Lisesi'nin karşısındaki sokakta bir pasajda sahaflar var. Tuttum bunu kolundan, gittik o pasaja.

Hemen girişteki ilk kitapçıya sordu aradığı kitabı. Ama hiç umudu yok bulacağından.

Kitapçı laps diye çıkardı kitabı önüne. 

Bu da bir sevinçle artık"O kitap varsa bu kitap da vardır burada" diye düşündü herhalde. 

"Ölümsüz Atatürk kitabı da var mı sizde?" diye sordu. 

Tak diye onu da çıkardı mı adam?

Bizim kız bir sevindi bir sevindi. 

O aşkla bu bir çılgınlık yaptı. Dilek Pastanesi'nde bana kahve ve tatlı ısmarladı. Çılgın şey.
Sonra da bu kitabı övdü.

"İyi ver o zaman, bir okuyayım madem ben." dedim.

Sağolsun verdi. Okuması gereken zibilyon tane kitabı olduğu için vermekte tereddüt etmedi. Bu kitabı okumaya kimbilir ne zaman sırası gelir? 

Yoğun bir insan kendisi.

Kitapla böyle tanıştık. Bu bizim tanışma hikayemiz.

Kendisinin huyuna suyuna gelince;

Yelda, psikolojik bir kitap olduğunu söylediği için ben yoğun psikolojik tahliller bekliyordum ama hiç de öyle değil.

Bir roman akıcılığında Atatürk biyogrofisi bu.

Atatürk'ün bazı davranışlarının arka boyutundaki psikolojik analizler zaman zaman dipnotlarda belirtilmiş.  Ama yoğun, teknik açıklamalar değiller bunlar. 

Kitap, öncelikle Osmanlı'nın son dönemlerindeki vaziyetini anlatıyor. Askeri, siyasi açıdan Osmanlı'nın son dönemlerini değerlendirerek Atatürk'ün Osmanlı arka planını gösteriyor.

İşte daha bu ilk sayfalarda nerdeyse kitabı elimden bırakıp, daha fazla okumayarak arkadaşıma iade edecektim. 

Bütün kitap bu şekilde bir ders kitabı içeriğyle giderse işimiz var, diye.

Ben çünkü kitapları genelde yolda okuyan insanım. Ben bu kitabı otobüslerde, vapurlarda nasıl okuyup anlayayım. 

Bir yandan böyle düşünüyorum, bir yandan da başka okuyacak kitabım yok. Çantamda duruyor bu.

Bir gün yine İstanbul'un bitmek tükenmek bilmeyen trafiğinde otobüste mahsur kalmışım. Neyse ki oturuyorum ve bu yüzden nispeten konforlu bir mahsuriyet halindeyim.

Zaman geçsin diye el mecbur, kitabı çıkardım çantadan. Okumaya devam ettim.

Ay sonra bu beni bir sardı, bir sardı. 

Ayy, dedim. Ben az kalsın bu kitabı geri verecektim. Hiiiiii.

Sonra okudum, bitti.

Adından da anlaşılacağı üzere bir Atatürk biyogrofisi bu. 

Hepimiz biliyoruz, Atatürk 1881 yılında doğdu, 1938 yılında öldü. Annesi Zübeyde Hanım, babası Ali Rıza Bey.

Bu temel bilginin yanısıra hani okul sıralarında Atatürk hakkında okuduğunuz, duyduğunuz bilgiler vardır ya. 

İşte tarlada karga kovalaması, birdirbir oynarken eğilmeyi kabul etmemesi, ona Matematik öğretmenin Kemal adını koyması,  askerlere "Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum" demesi, "Merminiz yoksa süngünüz var" diyerek yılmış askerlere cesaret vermesi, "Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz, ileri!" emri,  bir maskeli baloya yeniçeri kostümüyle gitmesi, Yunan bayrağını yerden alması...

Okuldaki tarih derslerinden insanın aklında kalan böyle bölük pörçük anektodlar var ya.

İşte onların hepsinin şahane bir nizam içerisinde kolajlandığını düşünün.

Bir de bunlar fotoğraflarla desteklenseydi, tadından yenmezdi.

Fotoğraf demişken, Atatürk bütün fotoğraflarında son derece fotojenik malumunuz. Çünkü kendisi, çekilen fotoğraflarını inceler, çirkin çıktığı fotoğrafları imha ettirirmiş.

Bir ilginç özelliği de -ilk defa bu kitapta öğrendim- Atatürk şiir yazarmış. Ama pek mahir değilmiş bu konuda. Hatta bir hocası "Şiir yazma demiyorum, hobi olarak gene yaz" bile demiş. Daha doğrusu onun şiire olan ilgisi, askerliğini olumsuz etkiler diye düşünüp hocası onu şiirden uzaklaştırmış. Bugüne kadar hiçbir şiirinin bulunmamasını da kitap yazarları, bu şiirlerini de imha etmiş olabileceğine bağlıyorlar.

Kitap Atatürk'ün "yaşamı ve iç dünyası" alt başlığını taşıyor. İç dünyası için de psikolojiye girmek lazım. 
Psikolojik analiz bağlamında aklımda kitapta sık sık geçen "abartılı öz kavramı", "abartılı özimge", "kederli anne", "ülküleştirilmiş baba"... gibi kavramlar kaldı.

Kederli anne tanımı şuradan geliyor:

Mustafa, Zübeyde Hanım'ın dördüncü çocuğu. İlk üç çocuğu ölmüş. Sonra Mustafa doğmuş. Ama Zübeyde Hanım'ın sütü ona yetmemiş. Süt anne emzirmiş Mustafa'yı. Bu da onda kendi kendine yetebilme yeteneği kazandırmış.
Burada Mustafa'nın annesini yetersiz görmesi gibi bir çıkarımda bulunulmuş.

Ali Rıza Bey, Mustafa 7 yaşındayken ölmüş. 
Mustafa 13 yaşındayken annesi yeniden evlenmiş.
Mustafa bu evliliği kabul etmemiş.
Zübeyde Hanım, kocasına Mustafa'ya iyi davranması, ona saygı duyması yönünde telkinlerde bulunmuş. Üvey babası tarafından saygı gören Mustafa'nın da tavrı değişmiş.

Burada Atatürk'ün böyle bir huyunun olduğunu görüyorum.
Eleştirelere pek tahammül edemiyor. Akıllı, becerikli insanları seviyor. Öyle olmayanları yanından uzaklaştırıyor. Sevmiyor onları. Ama kendisine iltifat edildiğinde, sevmediği bir insan bile olsa, biraz yumuşuyor. 

Liderlerin, iyi de olsalar kötü de, dalkavuklara ihtiyacı olduğunu sonucunu çıkarıyorum ben buradan. Ya da ihtiyacı olmak demeyelim de, hoşlarına gidiyor. Belki de yüksek egolarını tatmin ettiği için.
Atatürk'ün yüksek bir egosu olduğu muhakkak. 
Bunun kitaptaki açıklaması "Kendisini ortalama insanların ilgi ve kaygılarının üzerinde görüyordu." şeklinde. sf 68

Daha aslında yaz yaz bitmez, dünya kadar not aldım kitabı okurken. Artık onlar da aklımın bir köşesinde bulunsun. Bir dost meclisinde yeri gelir anlatırım. 

Kitabı tavsiye de ederim.

Çok düzgün ve akıcı bir şekilde, adeta Atatürk'e o sıralarda eşlik ediyormuşsun, o anların içindeymişsin gibi hissettiriyor kitap.

Bu nedenle benim için psikolojik bir biyografiden ziyade roman tandansı vardı.

Ofiste bir gün elektrikler kesildi. Bilgisayar çalışmaz hale geldi tabi. Bilgisayar çalışmayınca da hiçbir iş yapılamıyor. İşte elektriklerin gelmesini beklerken ben.
 
Uçakta


2 yorum:

  1. Ekşi üzerinden buraya savrulup kitaplar arasında saatlerdir güzel vakit geçirken oldu mu şimdi o ofisteki fotoğraf. Yapmayın etmeyin .Bizler sizleri hayalimizde yücelten idealleştiren gerçek olmadığını bildiğimiz halde 'tanrıça' olarak gören zavallılarız. Böyle fotoğraflarla bizi ölümlü insan olduğunuz gerçeğiyle yüzleştirmeyin lütfen. Tam da vay be tam dozunda kitap yazıları ben ayrıksı otuyum demeden ne güzel anlatmış okuduklarını derken .Çok lezzet aldım sayfadan mideme oturanıda çıkarıp rahatladığıma göre ben inime döneyim.Lütfen diyorum .

    YanıtlaSil
  2. Iste bu fotograflarla mesaj veriyorum. "Kimseyi buyutmeyin oglum gozunuzde. Yok birbirimizden farkimiz."
    Daha ne fotograflar var buralarda bir yerlerde. Bazilarini hangi kafayla cekip buraya koydugumu ben de su an bilemiyorum.Onlara da denk gelirsen rica edecegim, onlar hakkinda da boyle seyler yazip beni rencide etme.
    Iltifatlar icinse cok tesekkur ederim.
    Sevgiler

    YanıtlaSil