28 Aralık 2015 Pazartesi

SON KUŞLAR



SON KUŞLAR

Sait Faik Abasıyanık

1952

Yapı Kredi Yayınları

27. Baskı - Mart 2011

102 sayfa


Bugün benim doğum günüm. Az biraz depresifim. (Yılın diğer günleri değilmişim gibi.)  
İlk 25 doğum günü iyiydi de bu yaştan sonrası biraz düşündürücü oluyor.

Dün akşam yine Sait Faik okuyordum. Şu satırlarına denk geldim:

"Milyonluk şehirlerde de yaşasa, insanoğlunun içinde yalnızlık, kendi içine çekilme,s inme günleri doludur. Bitişik doğmadığımıza göre içimizdeki sevinçleri, kederleribaşkalarıyla her an paylaşmamıza imkan mı vardır? En yakınlarımızdan bile bucak bucak kaçtığımız, derdimizi kimselere söyleyemediğimiz günlerimiz olmaz mı?

Karı koca, ana oğul, kardeş, baba, hep ayrı ayrı kederlenmez, üzülmezler mi? Müşterek kederler, müşterek sevinçler ne kadar azdır. Kendi kendimiz kadar kim paylaşır derdimizi? Gün olur dost, sevgili, arkadaş, baba, ana oğul, kardeş hep elimizi bırakıverir. Hem yapayalnız doğup kendi başımıza ölmüyor muyuz?" 

(Havuz Başı) 

Oha!

Sait Faik bile? 

Sait Faik bile yalnızlıktan yakınıyor. 

Dağarcığında yüzlerce insan olmasına rağmen Sait Faik bile yalnızlığı keşfetmiş, tatmış, yaşamış ve bundan yakınmış.

Sait Faik gibi, insanları dinlemeyi, onları incelemeyi, onlar üzerine düşünmeyi seven bir adam bile yalnız kalmış.

Ben öleyim o zaman.

İnsanları sevmeyen, onları umursamayan ben vallahi öleyim.

Yalnızlık çok can sıkıcı, çok boğucu olabiliyor. 

Buradan da Oğuzcuğum Atay'a atlayacağım:

"Yalnız kalmaktan korktukça yalnızlığım artıyor." 

"Ben, yalnızlığı istemekle suçlanıp yalnızlığa mahkum edildim."

(Korkuyu Beklerken)

Çağımızın vebası bu olabilir mi acaba? Yalnızlık. Ya da sadece benim tutulduğum bir rahatsızlık. Hastalık hatta bence. Bu hastalıktan muzdarip olan herkes doktora gidip yalnızlıklarını aldırmalı. 

- Neyiniz var?

- Yalnızlığım var.

- Hemen ameliyathaneyi hazırlayın, hemen!



İçindekiler:

Son Kuşlar

Bulamayan

Yaşayacak

Kendi Kendime

Radyoaktiviteli, Röportajlı Hikaye

Bir Kaya Parçası Gibi

Gün Ola Harman Ola

Ağıt

Balıkçısını Bulan Olta

Barba Antimos

Haritada Bir Nokta

Sivriada Geceleri

Sivriada Sabahı

Türk Ülkesi

Yandan Çarklı

Pay

Korentli Bir Hikaye

Kırlangıç Yuvasındaki Kadın

Dondurmacının Çırağı


SON KUŞLAR
1952

Kuşların bol olduğu dönemde avlanmışlar. Kuşlar da artık gelmez olmuş. 

Sonra yeşilliklere göz dikmişler. Bir mühendis, yol kenarındaki çimenlikleri yolup kendi bahçesine dikmiş. Şikayet edilmiş ama bir ceza almamış.


"Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikayesi." sf. 13


BULAMAYAN
1948

Suyun kaldırma kuvvetini bildiğini düşünerek çocuklara anlatan bir amca var. Aslında pek bilmiyor ama çocuklar da bilmediği için sorun yok. Ancak çocuklar büyüyünce onlara bunu anlatmak eskisi gibi olmuyor. Bir tanesi amcaya, aslında yanlış bildiğini söyleyince amcanın o anlatma hevesi kalmıyor artık. 

"Felaketlerin en büyüğü akıldır. Onu yarım yamalak bile olsa, bulduktan sonra kaybetmek, ölümlerin içinde en dehşetlisidir." sf. 16


YAŞAYACAK

Denizi ve denizle uğraşan insanları seviyor. Elli yaşını aşmış ama hala dinç bir balıkçıvar. Ona bakıp onun daha uzun yıllar yaşayacağını düşünüyor. 


KENDİ KENDİME
1944

Kendi kendine denizi anlatıyor, oradaki sandalı, Bozburun'u, vapuru.

Ve hepsinin, her şeyin insanla güzel olduğunu.


RADYOAKTİVİTELİ, RÖPORTAJLI HİKAYE
1952

Kaplıcalı bir köye gidiyorlar. Kodamanlar, zenginler için bir otel yapmışlar. Köylüler ve fakirler yararlanamıyor. Özel arabalarıyla köye gelenleri de bu kodamanların uşakları karşılıyor ki köylülerle karşılaşmasınlar.


BİR KAYA PARÇASI GİBİ
1952

Balığa çıkıyorlar ama karanlık ve sisten yolu bulamıyorlar. O esnada gökyüzünde çeşitli ışık oyunları görüyorlar. Ama oyun onların neyine. Balık tutmaları lazım. Tutuyorlar da. 


GÜN OLA HARMAN OLA

Ayakkabı boyacısı Mercan Usta'yı anlatıyor öve öve.O kadar övüyor ki onu sevmeyen ölsün, o derece.

Mercan Usta aynı zamanda çok güzel boya sandığı yapıyor. Bir genç boyacı, ondan boya sandığı yapmasını rica ediyor. Sandığın üstünde de "Gün ola harman ola" yazmasını istiyor. 

Bu sandık bir sanat eseri aslında ama işte anlayana.


AĞIT
1952

Yine bir balıkçı. Denize açık. 

Ölüyor bu balıkçı. Yazar, bu adamın ağlarıyla beraber gömülmesini teklif ediyor ama kimseye dinletemiyor. Halbuki bu balıkçı, ağlarıyla gömülmek isterdi.


BALIKÇISINI BULAN OLTA

Olta almış, balık tutacak, kazandığı parayla da içecek.

Ama bür türlü balık gelmiyor oltasına. Sıkılıyor. Oradan geçen bir çocuğa veriyor oltayı biraz tutsun diye. Çocuğun oltasına bir sürü balık geliyor.

Adam biraz uzaklaşıyor oradan. Çocuk oltayı ve balıkları alıp giderken, adam da peşinden. Adamı gören çocuk, "İleride daha çok balık var, orada tutacaktım" diyor. 


BARBA ANTİMOS
1952

90 yalında duvarcı. Adadaki bütün duvarlarda onun izi var. Öyle ki duvarlara yaslandığınızda, duvarcının tüm dertlerini duvarlara anlattığını duyarsınız. Duvarlar zangır zangır titrer.


HARİTADA BİR NOKTA
1952

Haritalarda en çok adalar dikkatini çekermiş. Kendini o adalarda hayal edermiş.

Bir gün hayal ettiği gibi bir adaya atmış hayat onu. Burada şehrin gürültüsünden uzak yaşayacak. 

Ama duramamış. Bir balıkçı teknesindeki haksızlığa denk gelmiş. Teknede çalıştığı halde payı verilmeyen birinin olması ve diğerleri tarafından bunun yadırganmaması canını sıkmış. 

"Yazmasam deli olacaktım." sf. 61
(Sait Faik'in meşhur lafı. Bu hikayede geçiyor bu cümle.)


SİVRİADA GECELERİ
1952

Yine bir balıkçılık anısı.

Bir martının ölüm anına denk geliyor ve bu ona çok dokunuyor. Dalga geçiyorlar bu yüzden onunla.


SİVRİADA SABAHI
1952

Bir önceki "Sivriada Geceleri"nin sabahında devam ediyor hikaye. Balık tutmaya devam. Yazar biraz acemi olduğu için azar işitiyor sık sık.


TÜRK ÜLKESİ
1951

Önce Türkçe şarkıların iğretiliğinden bahsediyor. Özellikle tangoların. 

Sonra sazıyla türkü söyleyen bir ses işitiyor. İçinde gurbet, kaza, kader, ölü, zeval, dağa sordum... gibi kelimelerin geçtiği bir türkü. Bayılıyor. Seviyor bu sesi.


YANDAN ÇARKLI
1952

Vapur seyahatinde.

Daha önce vapurda tanıdığı bir kadını hatırlıyor. Kadın, kaptanla, ikinci kaptanla, kendisiyle herkesle ahbap olmuş. Herkes kadını kendisine aşık etmeye çalışmış. Kimse başaramamış. İskelede kadını, nişanlısına teslim etmişler. 

"Ölesiye yalnız, ölesiye mesudum." sf.78

"Şu vapur yolculuğu olur şey değil. Kısasında iş yok. Uzunu matrak, uzunu fiyakalıdır." sf. 80


PAY
1952

Herkes birbirinden çalıyor. Gücü yeten yetene.


KORENTLİ BİR HİKAYE
1952

Yunan bir hikayeci ile tanışmış. Birbirlerine hikayeler anlatmışlar. Ondan dinlediği bir hikaye bu.

Nahiye müdürü değişmiş. Bu değişimle birlikte nahiye de değişmiş. Çirkin binalar, sevimsiz insanlar doluşmuş her yere. Kalmamış eski güzelliği.


KIRLANGIÇ YUVASINDAKİ KADIN
1952

Kırlangıç, kahvehaneye yuva yapmış. Kahveci kadın pek severmiş bu kırlangıçı. "Kiracım" diyor onun için.

Kırlangıç yuvasında kadın olur mu, diye sorup çok güzel özeleştiri yapmış kendisiyle ilgili.  


DONDURMACININ ÇIRAĞI
1953

Çocukları sabahtan akşama kadar yok pahasına deli gibi çalıştıran bir dondurmacı.

Çocuklardan biri daha fazla dayanamıyor, gidiyor zaten. 


arka kapak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder