25 Mayıs 2023 Perşembe

DÖNÜŞ

 

DÖNÜŞ

(Spin)

Robert Charles Wilson

2005

Çeviren: Burak Kara

İthaki Yayınları

5.Baskı - Aralık 2020

435 sayfa


Bir gün Güneş artık eski Güneş değildir.

Bir gün yıldızlar artık yok olur.

İşte öyle bir günün ardından yaşananları anlatıyor kitap.

*

Diane ve Jason ikiz kardeşler. Büyük Ev adı verilen bir evde yaşıyorlar. Babaları E.D saygın ve zengin bir bilim ve iş insanı. Anneleri Carol eskiden doktormuş ama alkol bağımlılığından ötürü çalışamaz duruma gelmiş. Tyler arkadaşları. Tyler’in annesi Büyük Ev’in hizmetçisi.

Diane, Jason ve Tyler, bir gece dürbünle gökyüzüne bakarken yıldızların, ayın ve uyduların birden yok olduğunu görüyorlar. Güneş de bir yıldız ve acaba o da mı yok oldu diye endişelenip sabah güneşin doğmamasından korkuyorlar. Neyse ki güneş doğuyor ama bilmiyorlar ki bu sahte bir güneş.

Dünya'nın etrafında bir bariyer peyda oluyor. O bariyerin dışında zaman farklı akıyormuş. Burda bir yıl geçmesi, bariyer dışında milyon yıl geçmesi gibi. Bu da güneşin ömrünü tüketiyormuş.

*

İnsanlar, insan ırkı için güneş sisteminde ikinci bir şans yaratmak amacıyla Mars’ta yaşamanın yollarını araştırıyorlar. Orada yapacakları çalışma normal şartlarda yüzlerce hatta binlerce yıl sürecekken içine girdikleri zaman bariyeri yüzünden birkaç ay sürecek.

Dünya'yı bu hale Varsayımsallar diye adlandırdıkları dış mihrakın getirdiğini düşünüyorlar ama varsayımsalların kendilerine bunu neden yaptığını anlamıyorlar.

*

Bu esnada YK (Yeni Krallık) adlı bir tarikat ortaya çıkıyor.  Dünya’nın bu halinden korkan insanlar bu tarikat içinde bir araya geliyor. Diane de bu tarikata bağlanmış, erkek arkadaşı Simon da tarikatın fanatiği. Diane ve Simon evleniyor. Tarikat daha sonra ortadan kalkıyor ama bağnazlık devam ediyor. Diane, kocası Simon ile ailesinden hem fiziken hem ruhen uzak yaşıyor.

*

Tyler doktor oluyor.

Jason, babası ile Perihelyon denilen bir yerde uzay çalışmaları yapıyor, Tyler'ı da yanına alıyor.

Mars’ta yaşam için araştırmalar yapıyorlar.

Mars’a tohumlar, hayvanlar ve insanlar gönderiliyor. Burada geçen birkaç yıl orada binlerce yıla tekabül ediyor ve Mars’tan Dünya’ya ilk yolcu geliyor. Bu fikri beğendim ve çok şaşırttı beni, beklemiyordum.

Mars’tan gelen Wun Ngo Wen, bir buçuk metre boyunda, siyah tenli bir tarihçi doktor.

Tyler ve Wun birbirleriyle fikir alışverişinde bulunuyorlar. Tyler, ona Mars’tan bahseden yazarları sayıyor: Burroughs, Wells, Bradbury... Wun çok merak edince onların kitaplarını veriyor Wun’a: Dünyalar Savaşı, Marslı Bir Prenses, Mars Yıllıkları, Yaban Diyarlardaki Yabancı, Kızıl Mars...

Wun’ın anlattığına göre Marslılar daha uzun yaşıyor. Çocukluk, büyüme ve yetişkinlikten sonra dördüncü evre dedikleri bir dönem var. İsteyene birtakım ilaçlar ile uzun ömür ekliyorlar. Ancak Dördüncü dedikleri bu kişilere oy verme hakkı tanınmıyor, çünkü kimse gezegenin “fi tarihinden kalma yaşlılar” tarafından yönetilmesini istemiyor. Çocuk yapmaları da mümkün değil, çünkü uzun ömür için kullandıkları ilaçlarda bunu engelleyen maddeler var.

Jason çok hasta ve bu ilaçlardan istiyor. İçinde ne olduğu, yan etkilerinin neler olacağı belli değil ama Jason işinin başında olabilmek için her şeye razı. Tyler ile birlikte Büyük Ev’e, çocukluklarının geçtiği eve gidiyorlar ve Tyler bu ilacı Jason’a vermeye başlıyor.

*
Kimileri Wun Ngo Wen’i çok severken kimileri ondan nefret ediyor. Onu Deccal gören tarikatlar türüyor. Ve Wun bir gün öldürülüyor. Suikast değil, yol kesici haydutlar tarafından adi bir cinayete kurban gidiyor.

*

Wun ölmeden önce onun önerisiyle uzaya replikatör yolluyorlar. Kendi kendilerine üreyen, çoğalan ve bilgi toplayan cisimcikler. Bir süre başarılı gidiyor ama bir zaman sonra çelişkili bilgiler geliyor. Sebebini anlamıyorlar. Ya replikatörler ölüyor ya da birileri daha replikatör gönderip onlarınkini bozuyor.

*

Simon bir gün Tyler’ı arıyor. Diane hastaymış. Tyler hemen onun yanına gidiyor. Sığırlardan bulaşan ölümcül bir hastalık var. Diane da o hastalığı kapmış. O sırada da kırmızı bir güneş ortaya çıkıyor ve insanlar Dünya’nın sonunun yaklaştığını düşünüyor. İntiharlar, cinayetler, yağmalar vb panik hali başgösteriyor. Tyler, Diane’i Büyük Ev’e götürmeye karar veriyor. Orası güvenli bir yer ve onu orada iyileştirebileceğini umuyor. Yolda Simon, tüm bu olanları ve Diane’e iyi bir eş olmadığını düşünüp onları terk ediyor.

Büyük Ev’de Jason da var, o da ölüm döşeğinde. Kullandığı ilaçlar onda iyi etki etmiyor. Varsayımsallar tarafından bedeninin ve zihninin ele geçirildiğini düşünüyor. Bazen onlardan haber ya da bilgi alıyor. Dediğine göre; Varsayımsallar Dünya'yı ele geçirip yeni bir tabiat kurmak istiyorlarmış. Wun öldükten sonra Jason ve ekibi onun ölü bedeni üzerinde gizlice inceleme yapmışlar ve onda bazı sonradan  yapılan değişimlerin izini görmüşler. O yüzden  Marslılar zannedildiği kadar dost ve barışçıl olmayabilirmiş. Jason son sözleri olarak bunları açıklayıp ölüyor.

Tyler, Diane’e iyileşmesi için Mars ilacı veriyor. Dördüncülük denen ömür uzatan ilaç.  İyileşen Diane, Simon’u bulmaya gidiyor. Buluyor da. Ondan boşanmak istediğini söylüyor. Boşanıp Tyler’ın yanına geliyor.

Tyler ve Diane farklı kimliklerle beraber yaşıyorlar. Bu arada Diane’nin annesi ve babası da ölüyor. Annesi demişken, Diane’nin annesi Carol, bir gün Tyler’a bir itirafta bulunuyor. Meğer Carol, Tyler’in annesine aşıkmış. Ona isimsiz aşk mektupları gönderiyormuş. Hiçbir zaman söylememiş bunu kimseye.

Zamanla Güneş yeniden normale dönüyor.

Tyler, geçmişte yaşanan bu olayları hasta yatağından yazarak anlatıyor. Tyler da Mars ilacından almış ve geçiş süreci sancılı oluyormuş. Kendisine Ibu İna adlı bir kadın, eski kocası Jala ve oğulları En yardım ediyor. Ona yardım ediyorlar, çünkü Tyler, onların çok sevip saygı duydukları Jason ve Wun ile yakınlık kurmuştu zamanında. Tyler ve Diane’in saklanmasına yardım ediyorlar. Tyler ve Diane saklanıyor, çünkü Mars ilacı içtiklerinin ortaya çıkması başlarının belaya girmesine sebep olabilir.

Bir gün Hint Okyanusunda Kemer adı verilen gizemli bir geçit peyda oluyor. Oradan geçenler Dünya’ya benzeyen ama Dünya olmayan bir yere vardıklarını söylüyorlar. Tyler ve Diane de bir gemiyle Kemer’den geçiyor. “Kemer şimdi gerimizde kalmıştı. Artık bir çıkış değil, geriye dönüş kapısı olmuştu.” diyorlar. Sf.434

*

Üç kitaplık bir serinin ilk kitabı bu. Devamını okur muyum? Bilmem. Bakarız.

Ama şu Mars’a insanlar gönderip sonra da o insanların nesiller sonrasından bir insanın Dünya’ya gelmesi fikri çok iyi. 

*

-İKİ AY SONRA- 

Devamını okudum.

Bkz: Eksen 


NAGASAKİ'NİN ÇANLARI

 

NAGASAKİ’NİN ÇANLARI

Takaşi Nagai

1949

Japoncadan Çeviren: Esmanur Yiğit - Esranur Yiğit

İthaki Yayınları

1.Baskı - Ağustos 2022

136 sayfa


Yazar aynı zamanda bir radyolog. 1945’te Nagasaki’ye atom bombası atılması sırasında orada. 

Yaralanıyor, ama hayatta kalıyor. Geride kalanlara yardım ediyor ve elde ettiği tıbbi gözlemlerden bir rapor hazırlıyor. Bombalamanın birinci yıl dönümünde bu kitabı bitiriyor. Ama Japonya o dönem Amerikan işgalinde olduğundan yayımlanmasına izin verilmiyor. Ancak 1949’da yayımlanabiliyor kitabı.

Bombalamayı bizzat yaşayan birinin kaleminden okumak çok çarpıcı. 

*

Nagasaki’de bir tıp okulu... Öğrenciler, hocalar, yerel halk anlatılıyor önce kitapta. Bir savaşın içindeler. Bu yüzden sığınaklarda yaşamak, yaralılara ilk müdahalede bulunmak vb konularda deneyimliler. Ama atom bombası… Bunda deneyim ya da kaçış mümkün mü?

Kitapta çeşitli insanların atom bombası atılmadan az öncesi ve az sonrası anlatılıyor. Çarpıcı ve acı tabii. Kendi hallerinde her şeye rağmen bir şekilde hayatlarına devam ettiklerini okurken birden şu cümle kahrediyor: “Bulundukları yere atom bombası düştü.”

Hayatta kalanlar yaralılara yardım etmeye çalışıyor ellerinden geldiğince. Kolay değil çünkü ellerinde malzeme kalmadı, hepsi ve her şey yandı.

“Ayakları koparılmış bir sivrisinek gibi, kıskaçları alınmış bir yengeç gibi biz de elimizde avucumuzda hiçbir şey kalmamış halde bunca yaralıyla yüz yüzeydik. Gerçekten ilkel tıptı bu. Bilgimiz, sevgimiz, yeteneklerimiz. Sadece bunlarla hayat kurtarmak zorundaydık.” Sf.43

Atılan bombanın atom bombası olduğunu Amerikan uçaklarının attığı bildiri ile öğreniyorlar. Bildiride Amerika, elimizde çok güçlü etkisi olan atom bombası var, imparatorunuzu savaşı bitirmesi için ikna edin, teslimiyeti kabul edin, yoksa biz bu bombayla savaşı bitireceğiz… yazıyor.

Kitabın anlatıcısı olan doktor yazar, atom bombası yapılması karşısında hayrete düşüyor. Sonunda yapıldı demek, diye şaşırıyor. Yani yapılmasına bir yandan ihtimal verilen bir yandan da çok zor olduğundan yapılamayacağı düşünülen bir işmiş atom bombası.  Bir an için can derdini unutup işin bilimsel ve teknik yanını konuşmaya başlıyorlar.

Çok sayıda ölü ve yaralı gördükten sonra atom bombasının yol açtığı yaralar hakkında birtakım gözlemlere varıyorlar. Atom bombası ya doğrudan etkiliyor ki bu basınç, sıcaklık, bombadan dağılan ateş topları vb kaynaklı yaralanmalar ya da dolaylı yaralanmalar oluyor ki bunlar da çöken evler, yangınlar, saçılan nesneler, radyasyon nedeniyle. Ayrıca şok nedeniyle ortaya çıkan zihinsel bozukluklar da oluyor.

Bomba yakınında patlayan insanların betimlemeleri yer alıyor kitapta, korkunç. “Annenin bacaklarının arasından göbek kordonuyla bağlı bebeği görünüyordu” diyeyim gerisini anlayın. Sf.76

Hastalara uygulanan tedavilerden de bahsediyor. Kimisine kaplıca, kimisine ilaç tedavisi uygulanmış.

Yerel halkın savaşı kaybetmenin ardından Tanrı muhasebesi de yer alıyor kitapta. Tanrıya o kadar dua ettik ama neden yenildik diye. Doktor bu Tanrıların gerçek olmadığı, insan yapımı olduğu cevabını veriyor. Devlet tarafından dikte edilmiş dinlerden bahsediyor.

Sonra da ölenler kötüydü, o yüzden Tanrı onların canını aldı diye düşünenler çıkıyor. Ama sonra böyle düşünen kişi kendi eşi ve çocuğunun ölümünü düşününce onlar da mı kötüydü diye soruyor kendi kendine. Bu defa kalanlar kötü, ölenler masum olanlar diye inananlar çıkıyor. Hatta ölenlere imrenenler oluyor. Ülkelerinin mağlubiyetini görmeden öldükleri için.

Bölgede uzun yıllar boyunca yeniden yaşamanın imkansız olduğu düşünülüyor. Küçük hayvanları (karınca, solucan vb) inceliyorlar, hayatlarını sürdürdüklerini görüyorlar, o zaman insanlar da yaşar diye düşünüp yavaş yavaş yeniden inşaya başlıyorlar. Yeniden aileler kuruluyor.

Kitap, bir daha böyle bir acı yaşanmasın, burası dünyanın son atom bölgesi olsun temennisi ile bitiyor. Aminlerce...

 

SİYASİ BİR HİKAYE

 

SİYASİ BİR HİKAYE

(A Political Romance)

Laurence Sterne

1759

İngilizce aslından çeviren: Ergin Özler

Can Yayınları

1.Basım - Aralık 2022

75 sayfa


Gerçeklerden devşirme bir hiciv.

Yazar Laurence Sterne kendisi dışında gelişen birtakım olaylara adı karışınca adeta “Madem bana bulaştınız, alın size” diyerek bu kitabı kaleme alıp bir güzel alay etmiş.

*

Mektuplardan oluşuyor kitap. Bir kilisedeki durumu rapor eden mektupta anlatılana göre;

Kilisede sahipsiz bir parka asılıymış yıllardır. Zangoç Trim, papazdan bu parkayı istemiş. Kendisine yelek ve karısına jüpon yapacakmış parkadan.

Papaz, bir araştırayım diyor. Kilise defterlerine bakıp görüyor ki o parka iki yüz yıl önce alınıp kiliseye konmuş, soğukta üşüyen fakir zangoçlar giyip ısınsın diye. Bu nedenle papaz parkayı Trim’e veremeyeceğini söylüyor. Trim bunun üzerine papaz için yaptığı hizmetleri sayıp döküyor ve karşılığının bu olmasına öfkeleniyor.

Bir gün de kilisede katip John, eski bir pantolonunu Trim’e vereceğini söylüyor. Ama sonra çok daha zor durumda olan bir adama vermeyi daha uygun buluyor. Trim hakaretler ediyor.

Aslında Trim küçük büyük pek çok iş yapıp para kazanıyor ama yine de bu bedava ve değersiz şeylerin peşinden koşuyor. Bunu yaparken de çirkinleşiyor. Bu yüzden ahali tarafından dışlanıyor.

Bunların yazılı olduğu mektuplar bir kilise bahçesine düşüyor ve şehirdeki bir siyasi kulübün üyeleri tarafından bulunuyor. Üyeler, yazılan bu hikayenin siyasi bir hikaye olduğunu düşünüyorlar ve hikayede bahsi geçen kişilerin gerçekte başka kişileri temsil ettiği kanaatine varıyorlar. Örneğin Trim Fransa kralı, karısı kraliçe, parka Avrupa, Trim’in pantolondan vazgeçmesi Fransa kralının İspanya ve Batı Hint Adaları’ndan vazgeçmesi... anlamına geliyor şeklinde yorumluyorlar.

*

Olayın aslı şu. Aukat Dr. Topham’a başrahip tarafından bazı memuriyetler verileceği sözü verilmiş. Ama bu sözler tutulmayınca Topham, başrahibe bir mektup yazıp bu durumdan şikayet etmiş.  Başrahibin verdiği cevabî mektubu alan Topham, başrahibin bu mektubu yazar Laurence Sterne’e yazdırdığını iddia etmiş. Sterne de bu iddiayı edebî olarak değerlendirip bu kitabı yazmış.

*

Kitabın yayımlandığı dönem toplatılması söz konusu olmuş. Yazarın kitabı yayımdan kaldırmak için koştuğu şart, kitaptaki hicvin hedefi olan Avukat Dr. Topham’ın kitapta bahsi geçen suçlamalarından ve taleplerinden vazgeçmesiymiş.

*

Kitap ancak yazarın ölümünden sonra bazı bölümleri atılarak basitleştirilmiş olarak yayımlanmış. Orijinal hali bir bibliyofil kulübünde bulunmuş. Ardından orijinal hali basılmış.



18 Mayıs 2023 Perşembe

TEKVİN

 

TEKVİN

Arif Ergin

2018

Doğan Kitap

1.Baskı - Eylül 2018

593 sayfa


Dan Brown romanları gibi bir roman. İlluminati, gizli bilgiler, tablolar vb. Bu tarz hikayeler beni manyağa çevirir, oradan oraya sürüklenir beynim. Nasıl sürüklendiğimi yazmaya çalıştığım özetten de anlayabilirsiniz. Bilgi bombardımanı altında kaldım. Konular arasında bağlantı kurmakta zorlandım ve  dağıldım. 

 *

Osman Hamdi Bey’in “Tekvin” adlı kayıp tablosunun izi sürülüyor kitapta.

Melek ve Hakan kardeş gibi büyümüş iki arkadaş.

Melek’in kocası Attila ünlü ve zengin bir avukat.

Melek’in dedesi Yakup Ruzly, yıllar önce öldürülmüş. Melek bir gün dedesinin yalısında bir defter buluyor, içinde Osman Hamdi Bey’in eskizleri var. Dedesinin bu defter için öldürüldüğünü düşünüyor.

Bir gün kardeş gibi büyüdüğü çocukluk arkadaşı Hakan’ın yanına gidip defteri ve dedesinin ölümünden duyduğu şüpheleri anlatıyor. Ertesi gün Melek kayboluyor.

Melek’in kocası dünyaya hakim güçlerin oluşturduğu bir Konseye üye. Konsey de bu defterden rahatsız.

Attila, karısının kaybı ve yıllar önce karısının dedesinin ölümünü Hakan’a yükleyip Hakan’ı ortadan kaldırma peşinde.

*

Hakan sekreteri Ahu ve  Sanat Tarihçisi arkadaşı Derya’dan yardım alıyor.

Derya, defterde bir tablonun eksik olduğunu fark ediyor. Tekvin adlı tablo. Osman Hamdi Bey tarafından tablonun ismi “La Genese” olarak koyulmuş. “Tevrat’ın ilk bölümüne de ismini veren Genesis veya Yaratılış, Osmanlıca Tekvin.”  Ama tablo, bir kitapta kitabın yazarı tarafından adı bilinmeyip Mihrap olarak adlandırılmış. Tablonun bilinen son sahibi Demirbank imiş. 2000 yılında banka batıp TMSF’ye devredilmiş ve bu Tekvin tablosu ortadan kaybolmuş. Bir daha da gören duyan olmamış.

Tablonun ölçüsü az bir sapma ile altın oranmış.

*

Öğreniyorlar ki Yakup Ruzly’nin öldürüldüğü gün Nurettin İslamoğlu ve Silvio Durham da öldürülmüş. Üçü de yaşlı ve zengin iş adamları. Üçü de 42 bıçak darbesiyle öldürülmüş. Üçü de sır koruyucusuymuş ve Konsey tarafından öldürülmüş. Ne sırrı ve ne konseyi bilmiyorum.

*

Melek’in bir arkadaşı İrem, Hakan’a ulaşıyor telefonla. Melek kendi başına bir şey gelirse Hakan’a ulaştırması için bir emanet bırakmış İrem’e. İrem, öldürülen Silvio Durham’ın torunu. Ayrıca Melek’in abisi rahmetli Kenan’ın kız arkadaşıymış. Hakan ile İrem, Taksim’de kilisede buluşuyorlar ama İrem yüzünde çıbanlar çıkmış, kötü durumdaymış. Meğer oraya giderken takip edilmiş ve fark ettirmeden bacağına iğne saplayıp zehirlemişler. İrem, zehir yüzünden ölmeden önce Hakan’a Kenan’ın yüzüğünü ve Mihrap tablosunun eskizini veriyor. Ama bir de zarf varmış ve onu İrem’den almışlar. Sonra da İrem ölüyor.

*

Derya’nın hocası Mahmut Sami’ye gidiyorlar daha ayrıntılı bilgi almak için. Mahmut Sami, Osman Hamdi Bey uzmanı bir sanat tarihçisi. Ama din ve komplo teorileri üzerine çok konuştuğu için biraz sevimsiz. Osman Hamdi Bey’in Mihrap tablosu ile ilgili de tablodaki kadının Kuran okunan rahle üzerine oturması, mihraba yani kıbleye ters oturması, başı açık ve dekolteli olması, yerlerde Kuran sayfalarının olması, kadının başı ve ayaklarından çizilen iki ters üçgenin Davut yıldızını vermesi ile resmin bir İlluminati vakası olduğunu söylüyor.

*

Osman Hamdi Bey her resminin bir ikizini yaparmış. Tekvin’in ikizi olup olmadığı bilinmiyormuş. Ama Hakan’ın arkadaşı Ali öğreniyor ki Tekvin’in bir ikizi varmış ama bir fotoğrafı bile yokmuş bu eserin. İki resim arasında farklılıklar varmış. Tekvin’deki kadın sarı elbiseli, ikizdeki kırmızı. Osman Hamdi Bey sarı tekvini bir arkadaşına hediye etmiş, kırmızı olanı Cercle d’Orient’taki özel bir salona koymuş. Cercle d’Orient’ın borçları için kırmızı tekvini istemişler zamanında ama bulamamışlar.

*

Bir teoriye göre; Osman Hamdi kendisine bir hazine ayırmış ve hazinenin yerini Tekvin tablosunda şifreli şekilde işlemiş. O hazine nesilden nesile korunmuş ve son koruyucusu Yakup Ruzly imiş.

*

Tekvin’in bir de nesil/soy anlamı varmış. O esnada da Derya bir doktor arkadaşına resmi gösteriyor ve doktor, resimdeki kadının hamile olabileceğini söylüyor. Böylece resimde belki de bir nesli anlatıyor ressam sonucunu çıkarıyorlar. Ayrıca resimdeki şamdanda Latif yazdığını fark ediyorlar. Kuranda geçtiği süreye bakıyorlar.Yasin Suresi 100.ayet: Anne babasını tahtın üzerine oturttu. Hepsi onun için secdeye kapandılar.

*

Ordo ab chao: Önce kaos olacak, sonra bu kaosun içinden düzen çıkacak.

*

Ellerindeki defterde IC tarafından Osman Hamdi Bey’e para verildiği yazıyor. IC Isaac Camondo. Camondo ailesi Rostschild ailesinden daha zengin o dönem. Rostschild’ler Yahudilerin kendilerine ait bir ülke idealine sahipler. Camondolar ise Yahudilerin bulundukları ülkede uyumla yaşamalarından yana. Bu çatışma nedeniyle Camondoların yok edildiğini düşünüyorlar. Oğulları öldürüldü, kızları da gaz odasında. Ancak Isaac Camondo’nun Osman Hamdi Bey’e yaptırdığı tablo ile neslin devam ettiğini ama bunun bir sır olduğunu düşünmeye başlıyorlar. Hem Tekvin’in aynı zamanda nesil anlamına gelmesi, hem de resimdeki Yusuf süresine atıf yapan ayet görselinden ötürü. Yusuf suresinde de Yusuf başka bir kimlikle hayatına devam ediyor bir süre.


Isaac Camondo, Cercle d’orient kulüpten tanıdığı Osman Hamdi’ye hamile sevgilisinin resmini çizdirmiş olabilir.

*

Yakup Ruzly’yi araştırıyor Ahu. Melek’in tablodaki kadının torununun torunu yani Camondoların varisi olduğu sonucuna varıyor.

Ama sonra Derya bir araştırma yapıyor. Hakan’ı araştırıyor. Öğreniyor ki Hakan aslında Kenan Ruzly. 2003’te bombalı saldırıda ölen aslında Kenan değil, gerçekte Hakan Turan isminde kimsesiz bir çocuk. Yakup Ruzly, Camondo’ların soyunu koruyabilmek için öz torunu Kenan’ın kimliğini değiştirerek onu kimsesiz bir çocuk olarak kaydettirmiş. Melek de evlatlıkmış.

O sırada Hakan(Kenan) bunu bilmeden Taksim Maksem’den girdiği tünelin Galata Kulesinin altındaki kısmında bir sandık buluyor. Sandığı açtığında Kırmızı Tekvin tablosunu buluyor. Tablonun arkasında Camondo ailesinin soy ağacı var. Yakup (Camondo) Ruzly- Simon Ruzly- Kenan Ruzly

Hakan tünelden çıkınca Derya ona aslında Kenan olduğunu söylüyor.

Melek’in evlatlık olduğunu, Ruzly olmadığını, dolayısıyla zengin olmadığını öğrenen Attila Melek’i öldürmek istiyor. Hakan engelliyor. Attila, Konsey’in emirlerine sık sık karşı geldiği için Konsey tarafından öldürülüyor.

Hakan, Melek ile birlikte sanat simsarı Kirkor’a gidiyor. Tabloyu ona satıyor. Aldığı parayla uzaklara gidiyor.

Bu arada Ahu, gençkenki görüntülerini bulduğu ve o CD’yi verecek vaadi ile Attila Taşkent’e hizmet edip Hakan’a ihanet etmiş.

Hakan, geride bıraktığı evin Camondo Müzesi yapılmasını istiyor Derya’dan. Derya hocası ile eve gidiyor. Kenan’ın TC nosundan hoca onun Zulkarneyn olduğu sonucunu çıkarıyor.

*

Yani güzel akıyor kitap ama olayların hızı karşısında yoruldum ben. 


YABAN KAZI

 

YABAN KAZI

Ogai Mori

1911

Japoncadan Çeviren: Alper Kaan Bilir

İthaki Yayınları

10.Baskı - Ekim 2022

142 sayfa


Japonya'da 1800'lü yılların sonundan bir metreslik, aşk ve öğrencilik hikayesi.

*

O-Tama güzel, iyi huylu bir kız. Babası ile birlikte yaşıyor. Fakirler.  


Suezo, evli ve çocuklu bir adam. O-Tama’yı metresi olarak istiyor. Baba ve kız, bir aracı vasıtasıyla Suezo ile görüşüyor. Yıl 1880’ler ve bu işler hoş karşılanmasa da garip de karşılanmıyor. 

O-Tama'nın daha önce kötü bir macerası daha olmuş. Bir polis, kıza kafayı takmış Kızla evleneceğini söylemiş, fakat baba ve kız evlilik prosedürü hakkında hiçbir şey bilmediği için kızın polisle evlendiğini sanmış. Halbuki polis evliymiş ve O-Tama ile evlenmemiş.

O-Tama ve babası bu teklifi kabul ediyor. Suezo, kıza ve babasına ayrı ayrı ev tutuyor, emirlerine hizmetçi de veriyor. Baba kız yoksulluktan kurtulup refaha erişiyorlar.

Bu arada Suezo’nun karısıı duyuyor ama Suezo, o benim değil müşterimin metresi diye yalan söylüyor karısına.

O-Tama iyi kalpli safça bir kız. Yaşadığı mahallede metres diye bir market ona satış yapmayı istemiyor ve o zaman O-Tama üzülüyor. Ayrıca Suezo’nun tefeci olduğunu öğreniyor, kötü bir iş diye buna da üzülüyor. O güne kadar her şeyi hep babasına anlatırmış. Bunu da anlatacakken içinden bir ses anlatma diyor. Babası hazır rahata kavuşmuşken onu üzmek istemiyor.  Babasını ziyaret edip ona anlatmadan döndüğünde kendine bir güven geliyor.

Okada üniversite öğrencisi bir genç. O-Tama ile karşılaşıyor ve birbirlerinden etkileniyorlar.

O-Tama artık hayaller kuran, aşık bir kadın. 

O sırada Okada Almanya’dan aldığı bir iş teklifini değerlendiriyor. Ve gidiyor.

Başlamayan bir aşk öylece bitiveriyor.

Hikayenin anlatıcısı Okada’nın arkadaşı. Yıllar sonra Hem Okada’yı hem O-Tama’yı dinleyerek yazmış bu hikayeyi.

Kitabın adına gelince; Bir ara Okada ve iki arkadaşı bir kaz avlayıp yiyorlar. Kazı öldüren Okada oluyor. Aslında hiç öldürmek istemiyor, sadece taşı boşluğa atıp kazları ürkütecek ve kaçıracaktı. Böylece av için kafa şişiren arkadaşını susturacaktı ama olmadı, yanlışlıkla öldürmüş oldu.

 *

Ne okudum ben şimdi, dediğim bir hikaye. 


AY'DA İLK İNSANLAR

 


AY’DA İLK İNSANLAR

(The First Men In The Moon)

H. G. Wells

1901

İngilizce aslından çeviren: Celal Üster

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

1.Basım - Kasım 2021

246 sayfa

 

 Ne güzel bir koşu Ay’a çıkıp geliyorlar.

 *

İş adamı Bedford, yeni bir para kazanma yöntemi olarak oyun yazmaya karar veriyor. Bunun için uygun bulduğu bir kasabaya gidiyor.

Orada adı Cavor olan bir mucitle tanışıyor. Cavor, Ay’a gitmek için Cavorite adını verdiği küre şeklinde bir araç yapmış. İş adamına da teklif ediyor beraber gitmeyi. İş adamı bu teklifi “Jules Verne’in Ay’a Yolculuk romanı gibi mi?” diyerek şaşkınlıkla karşılıyor.

Böylece iş adamı para kazanmak amacıyla, bilim adamı da bilimsel merakla Ay’a gidiyorlar.

Yer çekimsiz ortamda yavaş yavaş sıçraya sıçraya etrafı gözlemliyorlar. Hızlıca büyüyen bitkiler dikkatlerini çekiyor önce.

İlerlerken küreyi koydukları yeri bulamıyorlar.

Sonra karşılarına Ay yaratıkları Seleneliler çıkıyor. Bir buçuk metre boylarında yeryüzündeki hiçbir canlıya benzemeyen yaratıklar. Pek uygar sayılmazlar. Seleneliler, bizimkilere kaba saba davranıyorlar, onları zincirliyorlar. Bizimkiler kaçıyor. Küreyi bulup gitmek ve giderken Ay’da buldukları altınları götürmek istiyorlar. Çeşitli fikir ayrılıkları yaşayıp yollarını ayırıyorlar.

Bedford küreyi buluyor. Dünya’ya geri dönüyor. Yanında külçe külçe altın.

Dünya’da vardığı yerde bir otele yerleşiyor, insanlar merakla soruyor nereden geldiğini. Ay’dan diyor ama kimse inanmıyor tabii.

Küreyi incelemek isteyen bir delikanlı, kürenin içine giriyor ve bummm küre çalışıyor, oğlan gidiyor gökyüzüne, belki Ay’a.

Bedford Ay macerasını kitaplaştırıyor.

Bir zaman sonra Ay’dan mesaj geldiği haberini alıyor. Cavor, Dünya’ya mesaj yolluyormuş. İçinde yaşadığı Selenelilerle anlaşmaya başlamış. Onları anlatıyor Dünya’ya. Seleneliler küçüklüklerinden itibaren becerileri doğrultusunda yetiştirilirlermiş. Toplumlarında entelektüeller ve hamallar olarak sınıf ayrımı varmış. Kimisi zihinsel güç, kimisi fiziksel güç üzerine yoğunlaşmış. Başlarında Ulu Aylı adlı lider varmış. Kitap, kayıt, yazı yokmuş. Tüm bilgi beyinlerinde depolanıyormuş. Cavor da onlara Dünya’yı anlatıyormuş. Ama Cavor Dünya’nın tamamının bilinmediğini söyleyince Seleniler hayret etmiş,  daha kendi gezegenlerinin içlerine girmemişler, neden Ay’ı görmeye geldiniz, diye.

Bu arada ben de böyle düşünüyorum. Daha Dünya tam keşfedilmemişken, özellikle deniz altı, Mars’ta ne işimiz var mesela?

Cavor’un Dünya’ya gönderdiği mesajlar Selenelilerin soruları ve cevaplarını içeriyor. Demokrasi, savaşlar, demiryolu, gemilerle ulaşım… vb anlatıyor Cavor onlara ama Seleneliler anlayamıyor. Bir daha da mesaj gelmeyince kitap da bitiyor.

*

Kitabın yazarı H.G.Wells hakkında “Bilimkurgunun Skakespeare’i” deniyor.

Jules Verne ile aynı dönemin yazarı. Eserleri kıyaslanıyormuş zaten. Jules Verne daha soft macera serüven anlatıcısı. Wells ise daha sert. Bir de Jules Verne kitaplarında gerçek olabilecek buluşlar var. Wells’in kitabında ise buluş heyecanı yok, başka ve bir parça ürkütücü bir hayal gücü var.

*

Ay macerası için elbette Bkz: Aya Yolculuk

Bu kitaptaki gibi delice bir uzay yolculuğu için Bkz: Aelita

Yazarın başka bir kitabı için Bkz: Görünmez Adam