HAVUZ BAŞI
Sait Faik Abasıyanık
1952
Yapı Kredi Yayınları
17. Baskı - Mart 2011
106 sayfa
Sait Faik, ne kadar çok insan tanımış.
Hikayelerini okuyunca hep bu insan dağarcığına hayran kaldım. Yüzlerce insan.
Pek insan sevmeyen, muhabbetşinas da olmayan biri olarak böyle bir özelliğe neden imrendim bilmiyorum.
Esas imrendiğim ne biliyor musunuz? Sait Faik'in hikayelerine konu olmuş o insanlar. Normal, alelade, işinde gücünde, hayat gailesinde koşturan bir insansın ve herhangi bir sebepten Sait Faik ile bir iletişimin oluyor ve ardından bir hikaye oluyorsun. Hatta bir iletişiminin olması bile şart değil. Onun seni uzaktan görmüş olması bile yeterli hikayeni yazmak için.
Keşke biri de beni yazsa...
Eski sevgilimin bir blogu vardı. (Cümle içinde "eski sevgilim" diye bahsediyorum kendisinden ama sevgili olduğumuzdan emin değilim. Neyse.) Bloğunda eski sevgilisini yazmış. Daha doğrusu onu düşünerek yazmış. Güzel bir şey bu. Ben mazhar olamadım hiç böyle bir şerefe. Kimseye kağıt kaleme davranacak ilham veremiyorum.
:(
İçindekiler:
Havuz Başı
Kumarbaz Hayri Efendi
Çatışma
İyilik Unutulmaz
Bir Sonbahar Akşamı
Bir Ev Sahibi
Bayan Gülseren
Yüksekkaldırım
On Milyonerin On Metresi
Jimnastik Yapan Adam
İnsan Gibi Bir Şey: Huy
Su Basması
Mektup
Sur Dışında Hayat
Serseri Çocukla Köpek
Sonbahar
İnsanlar, Türküler, Masallar
Parkların Sabahı, Akşamı, Gecesi
Cezayir Mahallesi
Simitle Çay
Şehrin Sabahları ve Adamlarından Biri
Şehrayin
Güğüm
HAVUZ BAŞI
1946
Havuz başında sevdiği kadını bekliyor adam. Gelmiyor.
Onu beklerken bir adam ve bir kadın geliyor. Adam, kadına İstanbul'u gezdiriyormuş. Bazı yerleri soruyorlar yazara, nasıl gidebileceklerini. Yazar da onlara anlatarak biraz neşeleniyor.
KUMARBAZ HAYRİ EFENDİ
1948
Hayri, annesi öldükten sonra kumara bir süre ara veriyor.
Eczacı bir arkadaşı, Hayri'ye evini satmasını ve beraber iş yapmalarını teklif ediyor. Hayri kabul etmiyor.
Eğer kabul etseydi ne olurdu diye hayallere dalıyor. Paşa kızıyla evlenir, zengin olur, dilediği gibi kumar oynardı.
ÇATIŞMA
1952
Adam evlenmemiş, çocuğu yok. Ama rüyalarında karısı ve çocuğu olduğunu düşünüyor. Çocuğu 16 yaşında ve nedense çocuğuyla silahlı çatışmaya giriyor.
İYİLİK UNUTULMAZ
1948
Belediye başkanı, asfalt yolu kirletiyorlar diye kamyonların, taşımacıların şehre girmesini yasaklıyor. Halbuki şehrin ekonomisi bunlara bağlı. Durum, belediye başkanına anlatıldığı halde kararından vazgeçmiyor. En sonunda kamyoncular şehri basıyor. Belediye başkanı da istifa ediyor. Ancak kahraman olarak anılıyor.
BİR SONBAHAR AKŞAMI
1944
Bir bıldırcanlara övgü.
Zaten hikaye "Sonbaharda Bıldırcın ve Bir Sonbahar Akşamı" diye basılmış ilk.
BİR EV SAHİBİ
1948
Adam, kiraya verdiği evin bir odasında kalmayı teklif ediyor. Bu teklifi kabul görmüyor tabi.
O da bir müteahhitle anlaşıyor. Evde kiracılar varken tamirat, yıkım işlerine girişiliyor. Sonuçta kiracılar çıkıyor. Mahkeme, dava derken adam hapis yatıp çıkıyor. Ama sonunda da ev sahibi oluyor.
BAYAN GÜLSEREN
1947
Bayan Gülseren, kuaförü Jül Rıza'ya aşık olmuş ama bunu kendisine bile itiraf edemiyor. Çocukça, şımarıkça kaprisler yapıyor.
YÜKSEKKALDIRIM
1947
Yüksekkaldırım'daki dükkanları, mağazaları, eğlence anlayışını anlatıyor.
Mesela bir adam fok gösteriyor para karşılığı. Foku Amerikalılar evde beslermiş de, fokun adını Marika koymuş da, sonra da müslüman edip Mercan Hnaım koymuş.
Sonra niyetçiler. Yazar da bir niyet çekiyor. Aşkta bahtsız olduğunu görünce üzülüyor.
ON MİLYONERİN ON METRESİ
1945
Şehrin en zengin on adamı, metreslerini de alıp bir çiftlik evine yerleşmişler. Toplumun fakirliğinden, geleneklerinden sıkıldıkları için.
Bu çiftlikte, dünyadan izele bir hayat kurmuşlar kendilerine. Bir elleri yağda, bir elleri balda. Eş değiştirme partileri vuhuuvv
Sonra hastalık kapıyorlar. Doktorun uyarılarını dinlemiyorlar. Kapıldıkları bu bulaşıcı hastalıkla evlerine geri dönüyorlar.
JİMNASTİK YAPAN ADAM
1948
Deniz kenarında düzenli olarak jimnastik yapan bir adam var. Yazarın ilgisini çekiyor.
Sonraki yaz aynı adamı yine görüyor ama artık jimnastik yapmıyor. Sebebini soruyor.
Meğer geçen sene adamın biri buna fena bir laf etmiş. Bu da laf edeni dövmek için güçlenmeye karar vermiş. Bunun için jimnastik yapmış. Sonra da adamı dövmüş gerçekten. Artık da jimnastik yapmaya ihtiyacı kalmamış.
İNSAN GİBİ BİR ŞEY: HUY
1952
Parasıyla insanları satın alan bir zengin.
Zenginin bu huyundan rahatsız olan adam onu bağlıyor. Sonra herkese ona kötü davranmasını söyleyip adamı çözüyor.
Adam serbest kaldıktan sonra, kendisini bağlayan adama geri dönüp, "Keşke beni çözmeseydin." diyor.
SU BASMASI
1946
Sakari dedikleri Sakarya Nehri bazen öyle coşar, öyle taşarmış ki önüne ne katsa götürürmüş.
Fakir genç, zengin adamın kızına tutulmuş. Ama adam kızını vermeye pek gönüllü değil.
Bir gün nehir taşmış, zengin adamın nesi var nesi yoksa suda mahvolmuş. Kızını da fakir genç kurtarmış selden.
Bu afet, onların kavuşmalarına vesile olmuş. Bu yüzden adam, Sakarya Nehri'ni hem sever hem de kızarmış ona. Hayırsız evlat gibi.
MEKTUP
Yazının ortaya çıkışını ve ilk mektubu düşünüyor.
"Söylemekten usandığımız, konuşmak istemediğimiz bir gün, gizlice; kendimiz hitap ettiğimizin yanında bulunmadan, sesimiz işitilmeden söylemek zorunda kalmışız. Bu iş nasıl olur diye düşünmüşüz. Yazıyı belki binlerce, milyonlarca insan okuyor. Ama yazı bunun için uydurulmuşa benzemiyor pek... Olamaz; ilk defa birçokları için yazmadık. Kendimiz olmadan, sesimiz duyulmadan, başka birisine, bir tek kişiye bir şey söylemek için birtakım şifreler düşündük. Yazı sizin için yazıldı. Bu yüzden uyduruldu. Bir türlü 'Seviyorum' diyemedik. Belki de ilk defa iki kol resmi, iki dudak resmi, sonraları kalbin biçimini öğrenince onun resmine bir ok batırarak derdimizi dökmeye çalıştık. Baş başa,karşı karşıya çoktan riyakar olmuştuk. Daha samimi olmamız lazım geldiği zaman utandık. Bu utanmadan yazı doğdu." sf. 70
SUR DIŞINDA HAYAT
1947
Şehrin biraz dışında insanlarla muhabbet ediyor.
Fotoğraf çekmek istiyor. Bir nine, fotoğrafının çekilmesi için para istiyor.
12 yaşındaki bir ressamın methini duyuyor, araba boyamada ün salmış.
Değişik değişik insanlar...
"Şehrin dışına çıkmak kendi kendinden kurtulmak gibi bir şey." sf. 73
SERSERİ ÇOCUKLA HAYAT
1948
Köpeğine türkü söyleyen bir çocuk. Çok sevimli. "Karakolda Ayna Var"ı söylüyor köpeğine.
SONBAHAR
1934
Mevsimleri anlatıyor.
En çok sonbaharı severmiş.
Bir arkadaşı bu mevsimde kayak yapmış, sonra zatürre olup ölmüş.
Ama yine de sonbaharı seviyormuş.
İNSANLAR, TÜRKÜLER, MASALLAR
1936
(Yüz Kilometrede Seyahat - 1946)
Yol yapmak için gelen müteahhitler etrafı geziyorlar. Amelelerle karşılaşınca ürküyorlar biraz. Amele fakir, amele sakallı, amele pis görünüyor; ama korkacak bir şey yok.
PARKLARIN SABAHI, AKŞAMI, GECESİ
1947
Parklar, gündüzleri çocukların ve dadıların;karanlık bastırınca da evsizlerin ve serserilerin. Onlara da bekçi rahat vermiyor.
"Milyonluk şehirlerde de yaşasa, insanoğlunun içinde yalnızlık, kendi içine çekilme,s inme günleri doludur. Bitişik doğmadığımıza göre içimizdeki sevinçleri, kederleribaşkalarıyla her an paylaşmamıza imkan mı vardır? En yakınlarımızdan bile bucak bucak kaçtığımız, derdimizi kimselere söyleyemediğimiz günlerimiz olmaz mı?
Karı koca, ana oğul, kardeş, baba, hep ayrı ayrı kederlenmez, üzülmezler mi? Müşterek kederler, müşterek sevinçler ne kadar azdır. Kendi kendimiz kadar kim paylaşır derdimizi? Gün olur dost, sevgili, arkadaş, baba, ana oğul, kardeş hep elimizi bırakıverir. Hem yapayalnız doğup kendi başımıza ölmüyor muyuz?" sf.89
CEZAYİR MAHALLESİ
(Cezayir Hurmaları)
1952
Mahallenin kahvehanesinde konuşuyorlar. Biri karaciğer hastasıymış, ona ilaç tavsiye ediliyor.
Cezayir' kar yağma muhabbeti var. Orada hurmaları olan biri de hurmalarına zarar geleceğinden korkuyor.
SİMİTLE ÇAY
1949
Simitle çayın dostluğunu anlatıyor.
Yanına kaşarı da koymayı düşünüyor ama o zaman lüks olur, vazgeçiyor. En âlâ kahvaltı bile simitle çayın yerini tutamaz, diyor.
ŞEHRİN SABAHLARI VE ADAMLARINDAN BİRİ
1950
İşe gitmek üzere olan insanlar. Mahkeme duvarı gibi suratlar, emir verenler, emir alanlar, bok kafalar...
"İşe gidecek, birtakım emirler alacak, emirler verecek, suratı kendisinden bok bir zavallıya haykıracaktır." sf. 100
"İyi ki böyle biri olmadım' dedi. Ama herkes onu öyle görmek istiyordu. Öyle göremediği için de küçük görüyordu." sf. 102
ŞEHRÂYİN
(Serbest Mevzular)
1948
Şehrâyin, ışıklandırılmış şehir demekmiş. Şehr-i âyin.
Yazar, kapalı bir havada meyhaneye gitmiş. İçip içip yağmur yağmasını dilemiş.
GÜĞÜM
(Serbest Mevzular)
1948
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder