SARNIÇ
Sait Faik Abasıyanık
1939
Yapı Kredi Yayınları
16. Baskı - Ocak 2011
95 sayfa
Aslında Sait Faik okumaya yeni yılda başlayacaktım. Yıla güzel bir başlangıç olurdu. Ama bekleyemedim daha fazla. Son günlerde kelimenin tam anlamıyla leş gibi kitaplar okudum, midem bulandı. Şifa niyetine okuyorum.
İçindekiler:
Sarnıç
Kalorifer ve Bahar
Beyaz Altın
Bir Karpuz Sergisi
Mavnalar
Gece İşi
Hancının Karısı
Loğusa
Ormanda Uyku
Kim Kime
Park
Gaz Sobası
Plaj İnsanları
Davut'un Anası
Grenoble'de İtalyan Mahallesi
Marsilya Limanı
SARNIÇ
(Bir Mektep Arkadaşı)
1937
Lise yıllarını anıyor. O zaman da her gün aynıydı. Aynı bina, aynı hoca, aynı arkadaşlar. Şimdi de her şey aynı ama neden o zaman sıkıcı değildi de şimdi sıkıcı?
Bunu ve kendisinin kim olduğunu sorgularken evde ağlayan karısıyla karşılaşıyor. Karısı anne babasını özlemiş, onları görmek istiyormuş.
İzin veriyor karısına. Ama sonra kayınpeder, damada mektup yazarak kızını geri göndermeyeceğini söylüyor, boşanmalarını istiyor.
Tüm bunlara da "kurumuş hatıralar sarnıcı" diyor.
"Her gün bir başka uykuya yatıp bir başka rüya göreceğiz. Halbuki zaman, ağır ağır bizimle beraber akan nehir, bir göle varıyordu. Bu gölde biz akmıyor, dalgalanıyorduk. Yahut bana öyle geliyordu." sf.9
KALORİFER VE BAHAR
1936
Şehir merkezinden bihaber, fakir bir mahalle.
Capon lakaplı bir genç gidiyor şehre. Döndüğünde sinemayı, kaloriferi anlatıyor. Sonra da lakabı kalorifer oluyor. Bir daha gittiğinde de şehirden dönmüyor. Gidip de dönmeyenler kahraman sayılıyor.
"Kadınlar bu mahallede doğarlar, gene aynı mahallede fakat bir başka sefil kulübede ölürlerdi. Erkekler bu mahallede doğarlardı ama,katiyen bu mahallede ölmezlerdi. Kimi hapishanede, kimi bir duvar dibinde, bir cami avlusunda, ne bileyim başka yerlerde, kendi doğdukları yerden başka yerlerde ölürlerdi." sf.15
"Nasıl yaz günü kış gününden daha uzunsa, kış gününün yolları da yaz gününün yollarından daha uzundur." sf.16
BEYAZ ALTIN
1936
Savaş dönemi. Krizi fırsata çeviren bir tüccar. Başkalarının iflasına sebep olarak yükseliyor. Millet açlıktan kırılırken, kuş sütü eksik sofralarda yiyor, içiyor.
Kalp krizinden ölüyor sonra. Gömüldüğü şehrin göbeğindeki mezar taşınıyor. Ancak bu tüccarın mezarı boş çıkıyor. Meğer beyaz altın olan dişlerini sökmüşler, cesedini de denize atmışlar.
"Bu çok yakın mazide tokları açlar doyurdu ve açlar öldüler." sf.23
"Zeka diyordum ve aptallaşıp oturuyordum." sf.23
"Midelerinde vesika ekmeğinden başka bir şey olmayan insanlar nasıl zamanı düşünebiliyorlar, sulh, harp diyorlardı. Niçin çocuklarından ve tarlalarından bahsetmiyorlardı." sf.25
BİR KARPUZ SERGİSİ
1936
İşsiz, evsiz bir adam. Çalışmak fikri düşüyor aklına. Karpuz satmak mesela. Çırak da lazım. Çevikliğiyle, çığırtkanlığıyla kara bir çocuk mesela.
Destek de görüyor. Açıyor karpuz sergisini.
MAVNALAR
Buğday yüklü mavnalara atlama arzusu duyan amele ve gemici arkadaşı. Bir oda kiralamışlar, beraber kalıyorlar. Bir gün amele işten kovuluyor. Bir memur, ona küfretmiş, o da adamı dövmüş. Arkadaşı "Yapmamalıydın" deyince, arkadaşına güceniyor. Birkaç gün aç gezdikten sonra başka bir iş buluyor. Bir fabrikada çalışıyor. Artık fabrikada yatacağı için arkadaşıyla vedalaşıyor. Buğday yüklü mavnalara atlama arzusu duymuyor şimdi.
GECE İŞİ
1936
Bir iş çevirecek dört kişi. Anlatmıyor yazar ne iş çevireceklerini, o da bilmiyor belli ki. Bu dördünün birbirini buluşunu, bir araya gelişini görmüş de bir gece işinden bahsettiklerine şahit olmuş. Deli fişek, çabuk parlayan, çabuk sönen dört adam,genç, çocuk.
HANCININ KARISI
1936
Hastalığına iyi geleceğini düşündüğü bir köye gidecek. Yolda bir han buluyor, orada dinlenmeye karar veriyor. Hancıyla dertleşiyor.
Hancı, o köyde yabancılara kuşkuyla bakıldığından bahsediyor.
Hancının da derdi var. Karısını doyuramazmış.
Yolcu o gece handa yatarken, hancının doyuramadığı karısının geleceğini umuyor. Ama gelen olmuyor.
LOĞUSA
1936
80 yaşındaki adam, 25 yaşındaki karısı hamile kalınca çocuklarıyla arası açılıyor.
Çocukları bu hamileliğin, babalarından olduğuna inanmıyorlar. Büyük oğlan bu konuda çok ileri gidiyor ve babasıyla kavga ediyor. Ona sopayla vuruyor.
Sonra o sopayı hamile kadının karnına doğru kaldırıyor.
Hikaye "genç kadının karnına doğru sopasını kaldırıyordu." diye bitiyor. Dilerim, inmemiştir o sopa. İnmemiş olsun, lütfen, lütfen.
ORMANDA UYKU
1939
Bir kızı beğeniyor. Bir arkadaşı vasıtasıyla o kızla konuşma imkanı buluyor.
O gece rüyasında o kızı ya da başka bir kızı görüyor.
İnsanları sevmek üzerine düşünüyor.
"İnsan bütün insanları nasıl sevebilir? İki türlü: Biri, çok büyük bir adam olarak. Böylesi ne iyi! Fakat kim bilir bu işin ne eziyetleri vardır: Ne işkencelerle büyük adam olunabilir. Bir de avantürye olarak insanları sevmek vardır. Bu daha çok insanları değil, hayatı sevmek demektir. Avantürye ile büyük adam arasındaki fark da birinin insanlar, diğerinin hayat üzerindeki fazla bilgi ve sevgileridir. Don Kişot'la Cervantes arasındaki farkı anlıyorum." sf. 58
KİM KİME
Tepede bir ev. Evin yaşlı sakinleri pek çarşıya inmiyor.
Bir gün evin kadını tek başına çarşıya gelmiş. Kocasının öldüğünü söylüyor, yardım istiyor. O ona gönderiyor, o ona.
Kadın kimseden yardım göremeyince kocasının cesedini uçurumdan yuvarlıyor. Üzerine kar yağıyor.
Kimse de sonra hatırlamıyor, bir yaşlı kadın vardı da, kocasının öldüğünü söylemişti de ne yaptı acaba,diye.
(Bu karda ceset taşıma hikayesi Sabahattin Ali'nin "Kağnı" hikayesini anımsattı bana.)
PARK
1938
Gülhane Parkı'nda kulak misafiri olduğu dalavereli bir iş.
Hamile bir kadın, bir adamla beraber, masum bir genci kandırıyorlar. Ondan faydalanıyorlar. Parkta buluşup konuşuyorlar.
GAZ SOBASI
1938
Köyün kahvecisi Recep yeniliklere açık. Şehre inip yeni ne varsa alıyor. Gaz sobası da bunlardan biri.
Ancak bundan rahatsız olan da var. Gaz sobasına puta tapar gibi tapıldığının söylenmesi üzerine Recep düşünüyor. Pek dinle arası yok ama kafasını kurcalıyor bu laf. Hayallere dalıyor.
Sonra şehre gidip lüks lambası alıyor bu defa.
"Hayal etmek kadar güzel şey yoktu. İnsanı yapan eden hayal etmekti." sf.77
PLAJ İNSANLARI
1938
İki yakışıklı delikanlı, iki güzel kız. İyi yerlerde okumuşlar, Avrupa görmüşler, tahsilliler.
Bir gün plaja gidiyorlar. Bir çocuk denize düşmüş, boğulmak üzere. Bu parlak delikanlılar kalakalırken, balıkçılar hiç düşünmeden atlıyorlar denize, kurtarıyorlar çocuğu.
DAVUT'UN ANASI
1938
Ali, kaldığı evin sahibinin torunu Davut'u kendi öz oğlu gibi seviyor. Davut'un annesi ölmüş, Ali Davut'un annesini hiç görmediği halde, Davut'un annesi, Davut ve kendisinin içinde olduğu, sanki bir aileymişler gibi hayaller kuruyor.
GRENOBLE'DA İTALYAN MAHALLESİ
1934
İtalya'nın İzer nehri kenarında yaşayanları; işsizleri, kızları... anlatıyor.
MARSİLYA LİMANI
1936
Marsilya sokaklarını, kadınlarını, yalınayak çocuklarını anlatıyor. Ve burada Paris'e gitmek isteyen ama parası olmayan, para için cinayet de işleyen bir Cezayirliyi.
arka kapak |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder