28 Mart 2023 Salı

TUĞLA AY

 


TUĞLA AY

(Brick Moon)

Everett Hale

1869

Çevirmen: Eray Karakoç

Fihrist Kitap

1.Basım - Nisan 2021

129 sayfa


Çok teknik detay var kitapta, oraları atlarsak şöyle bir proje var:

Devasa bir sapan aracılığıyla kuzeye doğru bir bilye atılacak. Bu bilye dünyanın etrafında bir yörünge oluşturacak, yani dünyanın yeni ayı olacak. Ateşe dayansın ve dirençli olsun diye de bu bilye tuğladan olacak. Yani bir tuğla ay.

Amaç, denizciler yolunu iyi bulsun. Boylam hesaplayamamaktan ötürü denizciler yolunu şaşırıyormuş, bu tuğla ay olursa kimse yolunu şaşırmazmış. Aslında yapmaya çalıştıkları şey yapay uydu.

*

Pahalıya mal olacağı ve hiçbirinde para olmadığı için zenginlerden yardım istiyorlar. Üç dolar beş dolar bağışla biraz para birikiyor. Pahalı dediğim de 250 bin dolar yetermiş bu işe ki daha azıyla işe girişiyorlar.

Başarıyorlar da. Yaptıkları ay haznesine yerleşen bir topluluk var. Artık orada yaşıyorlar. Oradan Dünya’ya mesaj gönderiyorlar her şey yolunda diye. Hatta Dünya'daki hayatlarının ne kadar saçma olduğunu fark ediyorlar. Dünyada koydukları kurallar ve kurdukları sistemler olmadan da mutlu mesut yaşayabiliyorlar. Projenin Dünya'daki üyesi de bu mesajların ardından içsel düşüncelere dalıyor mutluluk ve hayat ile ilgili. 

Bir süre mesajlaşmaya devam ediyorlar ama sonra iletişimlerini kesiyorlar. Tuğla Ay’dakiler kendi yoluna, Dünya’dakiler kendi yoluna.

*

1822-1909 yılları arasında yaşayan yazar, on üç yaşında Harvard Üniversitesi’ne girmiş, 1839’da bölüm ikincisi olarak mezun olmuş. Üstün zekalı bir çocukmuş yani. Harvard İlahiyat Fakültesi’nde okumuş. Papazlık ve yazarlıkla geçmiş hayatı. Amerikan Edebiyatı ve bilim kurgu için önemli bir isim.

*

-Ay’dan ilham alınmış bir başka kitap için, akla ilk gelen,

Bkz: Ay’a Yolculuk

-Ay’a çok gittik, Mars’a da gidelim diyorsanız

Bkz: Aelita

-Başka bir evrende iyi veya kötü başka türlü bir hayat olabileceğine dair bir başka kitap için

Bkz: Kadınlar Ülkesi

27 Mart 2023 Pazartesi

KUZEY SULARI

 


KUZEY SULARI

(The North Water)

Ian McGuire

2016

İngilizce aslından çeviren: Begüm Kovulmaz

Doğan Kitap

1.Baskı - Temmuz 2017

280 sayfa


İçimiz daralsın, insanların kötülüğünü görelim, erkekler kapatılsın istiyorsanız buyurun okuyun bu kitabı.

Bir balina gemisinde geçiyor olaylar. 

Kitap bizi bir çocuk tecavüzü ile karşılıyor. Drax adlı korkunç adam, küçük bir çocuğu yumruklayarak bayıltıyor, sobra ona tecavüz ediyor. Ardından bu balina gemisinde çalışmaya başlıyor. Gemide de bir miço çocuğa tecavüz ediyor. Çocuğun tecavüze uğradığını anlayan gemi doktoru, bunu kimin yaptığını öğrenmeye çalışıyor. Bu sırada miço çocuğun cesedi bulunuyor. Boğazı sıkılarak öldürülmüş ve bir dişi de kırılıp yok olmuş. 

Gemide eşcinselliği ile bilinen marangoza iftira atıyor Drax. Ancak doktor, yaptığı muayenede marangozun başparmaklarının sakat olduğunu, dolayısıyla kimsenin boğazını sıkacak gücü olmadığını anlıyor. 

Drax'ı muayene eden doktor, Drax'ın iltihaplı kolundaki yaradan bir çocuk dişi çıkartıyor ve katilin Drax olduğu anlaşılıyor. Drax, bunun üzerine gemi kaptanını öldürüyor, doktoru da öldürecekken yardıma gelenler sayesinde doktor kurtuluyor ve Drax, gemide hapse atılıyor Drax. İngiltere'ye vardıklarında yargıya teslim edilecek. Fakat şu an çok çok uzaktalar.

Gemi kaza yapıyor mu sana? Bir bu eksikti. Kışın buzun ortasında gemi batıyor. Tayfa karaya çıkıyor ama şartlar çok zor.

İki eskimo adam geliyor yanlarına. Eskimolardan silah takası karşılığı fok mok bir şeyler yiyip karınlarını doyuruyorlar ama gidişat iyi değil. 

Bu arada Drax, kaptanın yerine geçen tayfanın yardımıyla zincirlerinden kurtuluyor. Beraber eskimoların kızaklarını çalıp kaçacaklar ama Drax'a güven olur mu? Olmaz. Kendisini zincirlerden kurtaran tayfayı da öldürüyor Drax. Eskimoları da öldürüp kızaklarını alıp sırra kadem basıyor. 

*

Doktor, aç karnını doyurmak için bir ayının peşinde ava çıkıyor. Ayı kaçıyor, doktor kovalıyor. Uzaklaşıyor, bitkin düşüyor, yılmıyor, ayıyı öldürüyor. Ayının içini oyup içine giriyor soğuktan korunmak için. Bayılmıyor. Ayıldığında bir köyde buluyor kendisini. Başında bir rahip. Rahip o köye misyonerlik için gönderilmiş. Doktora bakıp iyileşmesini sağlıyor. Daha sonra da rahip hastalanıyor ve doktor onu iyileştiriyor.

Doktor sonunda İngiltere'ye gidiyor. Geminin sahibi sahibi Baxter’ın ofisine gidiyor. Batan gemiden kurtulan tek kişi olarak, yaşananları anlattığı bir mektup yollamış öncesinde. Baxter ona emeklerinin karşılığını vereceğini söylüyor ve Drax hakkında ne düşündüğünü soruyor. Doktor, Drax’ın hayatta olduğunu düşünüyor ve onu bulmaya kararlı olduğunu söyleyip Baxter’ın ayarladığı otele gidiyor.

Baxter, Drax’a olanları anlatıyor. Meğer Drax zaten oradaymış, bir süre önce gelmiş.

Geminin batmasına sebep olan da Baxter’ın ta kendisiymiş. Balina yağı işinde artık para olmadığını gören Baxter, geminin özellikle batırılması için birileriyle anlaşmış ve böylece sigortadan yüklü para almış. Bunu bilenlerden biri de Drax. Doktor da kazanın şüpheli olduğunu düşünüyor.

Doktor eğer mahkemeye gidip olanları anlatırsa Baxter da Drax da olacaklardan tedirgin. O yüzden doktorun ölmesini istiyorlar. 

Drax, doktoru öldürmeye karar veriyor. Baxter da hem doktordan hem Drax’tan kurtulmak istiyor. Drax, doktora pusu kuruyor ama başkasını öldürüyor yanlışlıkla. 

Doktor, Drax’ı öldürüyor. Sonra da Baxter’ın evine gidiyor. Onun kasasındaki bütün paraları alıp şehri terk ediyor.

Bir ay sonra Berlin’de bir hayvanat bahçesinde ayıya bakarken hikaye bitiyor.

*

Doktor özünde iyi bir insan, bu vahşilerin arasında ne işi var? Şu hayat silsilesi onu bu gemiye düşürmüş. 

Geçmişte ordudan atılmış. Hindistan’da iken yaralı bir Hintli gelmiş. Ona yardım etmemişler. Hintli, yardım etsinler diye bir hazineden bahsetmiş. Üstlerinin emriyle doktor ve iki kişi Hintlinin peşinden hazineye gitmişler ama orada tuzağa düşürülmüşler. Doktor yaralı kurtulmuş, diğerleri ölmüş.Görev yerini terk ettiği için doktor ordudan atılmış. Ona emri veren üstü ise tanıdığı isimler sayesinde olaydan yurtmış. Al bir kötülük daha. 

*

Hikayenin kendisi komple kötülük. Balinacıklara yaptıkları zaten korkunç. Yanı sıra fokları, kuşları, ayıları da öldürüyorlar. Bir tane ayıyı yavrusunun önünde öldürüyorlar. Yavruyu da öldüreceklerken yavrucuk kaçıyor.  

*

Hikayenin geçtiği sene 1850'ler. Bugün hala var bu avcılık ve meslek. 

*

Gemi ve balinacılık hikayesi açısından Moby Dick geliyor tabii akla. Ama onunla balinacılık dışında bir ortak yanları yok. Bu kitabın karanlığı ve acımazlığı için yeraltı edebiyatı ürünü diyeceğim, ben öyle uygun gördüm. 


24 Mart 2023 Cuma

ÇUKURDA

 

ÇUKURDA

Anton Çehov

1900

Rusça aslından çeviren: Mustafa Kemal Yılmaz

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

1.Basım - Şubat 2022

51 sayfa

Zenginlik ve fakirlik uçurumunu anlatıyor hikaye.

Hikayedeki zengin aile, zengin ama bir sorun nasıl zengin olmuşlar? Hile hurda ile. Sahte para basarak, sattıkları ürünün kalitesinden kısarak, tartıda hile yaparak…

Bu zenginliğin kurucusu baba Grigori Petrov Tsıbukin. Kendisi “meşanin”

Meşanin: Geçimini dükkancılıkla sağlayan, statü bakımından işçiler ve zanaatkarların üstünde, tüccarların altındaki kişiler.

Kendisi dul, sonra tekrar evleniyor. Karısı Varvara Nikolayevna.

İki oğlu var adamın:

Büyük oğlu Anisim. Polis teşkilatı soruşturma biriminde görevli. Hafiye.

Küçük oğlu Stepan. Ticaretle uğraşıyor. Sağır. Karısı Aksinya, güzel, becerikli, işleri genelde Aksinya yürütüyor.

*

Anisim’i evlendirmek istiyorlar. Güzel ve fakir Lipa’yı buluyorlar. Evlendiriyorlar ikisini. Lipa azıcık saf bir kız. Fakirliği o kadar içselleştirmiş ki artık zenginliğin içinde yaşamasına rağmen yine de evin temizliği ile, yemekle uğraşıyor, hizmetçilerle yiyip içiyor…

*

Dükkanda hileli mallar sattıkları için Varvara üzülüyor. Anasim’e söylüyor böyle yapmasak olmaz mı diye. O da babası da “Herkes nasibini yaşar.”  deyip geçiştiriyor. Sonra da nasibini yaşıyor ve Anisim sahte para basmaktan hapse giriyor.

Lipa, kocasının hapse atılmasından üzgün gözükmüyor. Çünkü kızcağızın genel olarak bir duygusu gözükmüyor.

Oğlu dünyaya geliyor Lipa’nın. Onu da fakirce hislerle oğlum büyüyecek, mujik olacak, beraber gündeliğe gideceğiz diyerek seviyor.

Lipa azıcık alık bir kız. Kendi halinde. Bir işe karışmıyor, çünkü öyle bir aklı ve kabiliyeti yok. Eltisi Aksinya ise hamarat, ailesi için çalışıyor, ticarete yardım ediyor.

Anasim kürek cezasına çarptırılınca ihtiyar dede ve karısı, torunları olan Anasim’in çocuğunu korumak adına ona arsa vasiyet ediyor. Bunu duyan Aksinya küplere biniyor. Çalışan ben ama toprak verilen kürek mahkumunun oğlu, ben bu evde köleyim o hanımefendi… diye karşı çıkıyor. O hınçla Lipa’nın oğluna sıcak su döküyor. Ölüyor çocuk. Lipa’yı suçluyorlar dikkat etmedin çocuğa diye.

Lipa annesinin yanına fakir hayatına geri dönüyor.

Aksinya işleri kontrolü altına alıyor. İhtiyar adam unutulup gidiyor, kendisine yemek bile verilmediği günler oluyor.

Kitabın sonunda ihtiyar, Lipa ve annesini görüp onların verdiği bir parça ekmeği yiyor.

*

“Şimdi diyorlar ki dünyanın sonu geldi, çünkü ahali gevşedi, ana babaları sayan kalmadı vesaire.” Sf.20 diye yakınma var kitapta.

Hep aynı şey.

Roman okumanın bir faydası denebilir buna. Yüzyıllardır insanların aynı dertlerden muzdarip olduğunu, aynı yakınmaları tekrarlayıp durduğumuzu gösteriyor.

*

Kitap arkasından:

“Çukurda, karamsar bakış açısı ve dolaysız mesajıyla zamanında hararetli tartışmalara konu olsa da, aralarında Lev Tolstoy ve Maksim Gorki’nin de bulunduğu birçok edebiyatçının hayranlığını kazanmış, Rus edebiyatının bir mücevheri olarak kabul görmüştü.”

*

17 Mart 2023 Cuma

FARK ET DÜŞÜN HİSSET YAŞA

 

FARK ET DÜŞÜN HİSSET YAŞA

Kendi Kendine Psikoterapi Yöntemi

Prof. Dr. M. Hakan Türkçapar

2019

Epsilon Yayınları

12.Baskı - Mart 2022

291 sayfa

 

Kişisel gelişimi akademik olmak ve ortalama okuyucunun kapasitesi arasında bir yerlerde anlatan bir kitap.

Kitabın başlarında beyin ve bilim içerikli açıklamalar yer alırken ortasından itibaren hayattan hikayeler ve örneklerle pekiştirme sağlanıyor.

*

Yazar, psikoterapiye yeni başladığı zamanlara dair samimice bir anısını anlatıyor. İlk hastası, yazara hiç depresyona girip girmediğini sormuş. Yazar, hiç depresyona girmediğini söyleyince hasta “Siz depresyona girmediyseniz beni anlamazsınız.” demiş. Yazar da “Bir doktorun ayağı kırık birini iyileştirmesi için daha önce ayağının kırık olması mı gerekir?” diye sorarak depresyon hastalarını tedavi etmesi için daha önce depresyona girmiş olması gerekmediğini anlatmış. Ben de öyle düşünüyorum. Aksine benim depresyon tedavim için gittiğim uzman depresyona girmiş olsa benim güvenim sarsılırdı, daha kendine hayrı yok, diye düşünürdüm. Ama bir arkadaşıma bunu anlattığımda dedi ki: “Doktorumun da daha önce depresyon geçirmiş biri olmasını isterdim. Böylece kendimi daha iyi ifade edebilirdim. Çünkü depresyonda kendimi anlatmak zor gelir ve aynısını yaşamış biri varsa beni daha iyi anlayacağını düşünürüm.” dedi. Bilmem, siz ne dersiniz?

*

“Olayları olduğu gibi değil, algıladığımız gibi görürüz.” Sf.34 diyen yazar, algılarımızı şekillendiren temel duyguları şöyle veriyor:

Beş temel duygu: Kızgınlık, korku, mutluluk, üzüntü, tiksinme

*

Bir de düşüncelerimiz var ve hayatımızı şekillendirmede son derece önemli yere sahipler. Ancak sıkıntı şu ki düşünceler soyut ve her zaman gerçeği yansıtmayabilir. Bunun farkına varmalı ve düşüncelerimizi yararımıza olacak şekle dönüştürmeliyiz.

Örneğin;

Ayşe akşam evde yalnız kaldığında üzüntü ve umutsuzluk hissettiğini söylüyor.

Bu duyguların işaret ettiği ideal nedir?

Ben insanlarla birlikte ve yakın ilişkiler içinde olmak isteyen biriyim.

Düşüncesi ise kimse beni istemiyor, yapayalnızım.

Bu düşüncenin duygusal sonucu umutsuzluk, karamsarlık. Davranışsal sonucu uyumaya çalışma ve uyku ilacı alma.

Yani düşüncesi onu insanlarla birlikte ve yakın ilişkiler içinde olmak isteyen biri olmaya götürmüyor. Dolayısıyla bu düşünceler görevini yapmıyor.

Bunun gibi olumsuz duygu ve düşüncelerin tespitini yapabilmek için Olumsuz Duygu Kaydı” adlı bir tablo hazırlamış yazar. Bu tabloda şu konulara yer vermeniz isteniyor:

1-Sizi rahatsız eden olayı yaşadığınız tarih-yer

2-Sizi rahatsız eden olay

3-O sıradaki duygunuz/bedensel tepkiniz

4-Düşünceler

5-Davranışlar

Ayşe örneğinden devam edersek;

1- 12.07.2016 evde

2-Yalnız başına evde olmak. Kimsenin aramaması

3-Üzüntü

4-Kimse beni istemiyor, yapayalnızım

5-Yatağa gitme, uyku ilacı alıp uyumaya çalışma

 

Müdahale ve çözüm için şu soruları öneriyor yazar: 

1-Duygu neyle ilgili? Yani ne kadar o anda yaşanan durumla, ne kadar düşünceyle ilişkili?

Ayşe’nin üzüntü duygusunun sebebi evde olmak mı, kimse beni istemiyor düşüncesi mi? Düşüncesi. İç dünyasındaki yaşamak istediği hayatla ilgili üzüntüsü var.

2-Bu duygu dışarısı (olan bitenler) ve içerisiyle (değer ve ideallerimiz) ilgili neye işaret ediyor?

Ayşe’nin üzüntüsü hangi isteğine işaret ediyor? Diğer insanlarla ilişki içinde bir insan olmak. O zaman insanlarla bir arada olma fırsatını kaçırmamalı, onlarla birlikteyken de bu birlikten memnun olduğunu yansıtmalı.

Başka bir örnek olarak;“Panik atakları sırasında korkuya kapılan birinin bu korkusunun işaret ettiği değer, o kişinin bedensel ve ruhsal açıdan sağlıklı yaşama isteğidir. Bu istek fark edilip ona göre davranılırsa yapılması gereken şey sağlıklı beslenmek, spor yapmak… vb

Böylece kişi aslında gerçeği yansıtmayan düşünceleri gerçek addedip üzüldüğünü fark edecek.

“Olumsuz duygu bir işarettir” diyor yazar, “düşmanınız değil. Siz onun neye işaret ettiğini anlamaya çalışın.” Sf.199 

*

Kelimelerin ne kadar önemli olduğunu zaten biliyordum. Burada buna değiniliyor ve doğru sorular sormayı anlatıyor:

“Geçmişi neden unutamıyorum?” yerine, “Geçmişi unutabilsem bugün nasıl bir hayat yaşamak isterdim?”

“Niye böyleyim?” yerine, “Böyle olmadığımda hayatımda neler değişmiş olacak?”

“Yaşamın anlamı nedir?” yerine, “Nasıl Yaşar ve ne yaparsam hayat benim için daha anlamlı hale gelir?”

“Niye hep bunlar benim başıma geliyor?” yerine, “Bunların başıma gelmemesi adına benim yapabileceğim neler var?”

“Yaşam niye böyle kötü?” yerine, “Kendi yaşamımı ve sevdiklerimin yaşamını daha iyi hale getirmek için ben ne yapabilirim?”

 Sf183

 

İsteklerimizi dile getirme şeklimiz de bu bağlamda değerlendirilmeli:

“Sıkıntı yaşamak istemiyorum” yerine “Huzurlu olmak istiyorum.”

“Hastalanmak istemiyorum” yerine “Sağlıklı olmak istiyorum.”

“Başarısız olmak istemiyorum” yerine “Başarılı olmak istiyorum.”

*

Fena kitap değil ama daha iyisi var:

Bkz: İyi Hissetmek

Bkz: Hayatı YenidenKeşfedin


10 Mart 2023 Cuma

İŞTE İNSAN

 

İŞTE İNSAN

(Behold The Man)

Michael Moorcock

Çeviren: Barış Tanyeri

İthaki Yayınları

4.Baskı-Ocak 2020

169 sayfa

 

Zaman makinesi ve Hz. İsa hikayesi.

Sürpriz bir gelişme sundu kitap bana. Okurken “Yoksa?.. Olabilir mi böyle bir şey?... Ne değişik fikir!..” diye geçirdim içimden bol bol.

*

Karl Glogauer, zaman makinesinde yolculuk edip İsa’yı görmeye karar veriyor. 

Makineye bir haller oluyor ve kendini çölün ortasında buluyor. Yıl MS 28. İsa’nın çarmıha gerilmesine  bir yıl var.

Vaftizci Yahya, Karl’ı buluyor. Karl, İsa’yı soruyor ama tanıyan yok. Kendi adını soranlara Emmanuel diyor. Babasının adı, Tanrının eli demekmiş.

Yahya onun bir büyücü olduğunu düşünüyor.

*

Bu arada kitapta sık sık Karl’ın eski anılarına yer veriliyor. Aşk, cinsellik, ergenlik, arkadaşlık, din… konusundaki kısımlar.

Bir papazın tecavüzüne uğramış on beş yaşındayken.

Babasını tanımıyor. Babası ölünce ona kitapçı dükkanı miras bırakmış.

Kız arkadaşı Monica.

Karl’ın kitapçı dükkanında Jung okuma ve tartışmaları yapan bir grup var. Gruptaki biri, zaman makinesi yaptığını iddia ediyor.

Monica lezbiyen olduğunu fark edip Karl’ı terk edince Karl zaman makinesinin gönüllüsü oluyor.

*

Karl, İsa’yı aramak için önce Yusuf’u soruyor. Davut’un soyundan Yusuf. Eşi Meryem. Oğulları İsa.

Sora sora buluyor. Fakir bir ev, fakir bir Yusuf ve Meryem. Çocukları İsa. Ancak bu İsa kambur, şaşı ve konuşamıyor. Sadece adını söyleyebiliyor.

Karl çok şaşırıyor. Anlam veremiyor.

Yusuf iş için şehir dışına gittiğinde Karl eve tekrar uğruyor. Meryem ile birlikte oluyorlar.

*

İnsanlar Karl’ı peygamber sanıyor. Nasıra’dan geldiği için Nasıralı diyorlar, kimisi de Yusuf’un akrabası olduğunu bilip İsa diyor. Karl bunlara önce karşı çıksa da sonra bir şey demiyor ve adı Nasıralı İsa diye biliniyor.

Roma’ya karşı isyan etmekten ve dine küfretmekten hüküm giyiyor. Çarmıha geriliyor. Tanık olmak için geldiği olayın yaşayanı oluyor.

Yani… Meğer İsa kendisiymiş.

Yoksa?.. Olabilir mi böyle bir şey?... Ne değişik fikir!..

İsa gerçekten de zaman yolcusu olabilir mi?


ACAYİP İŞLER


ACAYİP İŞLER 

Sevil Atasoy

2015

Doğan Kitap 

3.Baskı - Ocak 2016

198 sayfa

 

Bölümler arası biraz ara vererek okumalı, yoksa insan kendisini manyak psikopatlar arasında yaşıyor sanabilir. 

Türkiye’den seri katil çıkmamasından bahsedilir bazen. Zeka ile ilgili değil bu durum bence. Burada o kadar da manyak psikopat olmaması ile ilgili diye düşünüyorum.

*

Kitapta pek çok seri katil ve cinayet ile bu katillerin nasıl bulunduğuna ilişkin örnekler var.

Örneğin;

Kadın, kocasının kendisini aldattığını öğrenmiş. Boşanmak istemiş. Adam kadını öldürmüş. Ölü bedeni derin dondurucuya koymuş. Ertesi gün ağaç kıyma makinesi kiralayıp orada bedeni kıymış ve tozları nehre savurmuş.

Nehir kıyısında insan kemiği, diş ve ojeli parmak kalıntısı buluyor polisler. Ayrıca katilin kredi kartı dökümünden cinayet öncesi derin dondurucu ve testere satın alması da şüpheli gözüküyor ve suçlu bulunuyor.

Yazar da diyor ki: “Sakın cinayet öncesinde alışveriş yapmayın, hele buzdolabı ya da testere kesinlikle almayın.” Sf.58

*

Ölüm saatini tam olarak belirlemek mümkün değilmiş. Pek çok değişken varmış bu konuda. Bedenin durumu, midesindekiler, kusmuğu, çevrenin sıcaklığı, topraktaysa bitkilerin durumu… vb bakılarak yaklaşık tarih ve saat belirleniyormuş.

*

İntihar en çok Litvanya ve Rusya’da görülüyormuş.

Asarak intihar Avustralya ve Türkiye’de, silahlar ABD’de, yüksekten atlama Singapur’da yaygınmış.

İntihar notu her zaman olmazmış. Bazen de az rastlansa da intihar notu kişinin bedeni olurmuş. Şimdilerde sosyal medyada paylaşım olabiliyor.

*

Hayvana şiddet uygulayanların insana da şiddet uyguladıkları örnekler var kitapta. Bu yüzden hayvana şiddet uygulayanlar ciddiye alınmalı, cezalandırılmalı.

*

Polis şiddetine de yer veriliyor kitapta. Özellikle polislerin tecavüz suçları ve orantısız güç kullanmaları.

Bir de ilk kez bu kitaptan öğreniyorum, "kendini polis eliyle öldürme". Yani artık yaşamak istemeyen ama intiharı da çeşitli sebeplerle (inancı tarafından yasaklanması, intihar ederse geride kalanlara sigortadan para verilmeyeceği vb) istemeyen insanlar bile isteye polisle karşı karşıya gelip polisi kışkırtarak kendilerinin öldürülmelerini sağlıyormuş. Bana çok inandırıcı gelmedi, sanki hataen insan öldüren polisin uydurması gibi...

*

Dexter dizisinden etkilenenlerin işlediği cinayetler de var kitapta. Bu tür yapımların insanları etkilemesinden bahsediliyor kitapta ve buna “kopya suç” deniyor.

"Yüce neden yozlaşması" (Noble cause corruption) diye de bir kavram öğrendim: “İyi bir sonuç elde etmek üzere yasa dışı yolların kullanımı” Sf.113 Polislerin masumları korumak için mahkemede yalan söylemesi, resmî belgede sahtecilik yapması, delil üretmesi… gibi.

*

Seri katiller zannedildiği kadar zeki değillermiş. Bir kısmının yakayı ele verme sebebi hatalı park ya da geçersiz ehliyet nedeniyle kesilen cezalardan ya da vücutlarına yaptıkları dövmelerden vb. ortaya çıkıyormuş.

* 

Hayat kadınlarını öldüren İranlı bir adam örneği var. Bir gün bir taksici, bu adamın karısını hayat kadını sanmış, ondan sonra adam, hayat kadınlarına öfke duymaya başlamış ve eline geçirdiklerini birer birer öldürmüş. Sonra idam edilmiş. Eşi ve ailesi ise destekçisi olmuş bu adamın, o kadınların ölümü hak ettiğini düşünerek.

Fuhuşla ilgili meselede bunun tek taraflı olduğunu sanma ahmaklığı… Erkek gidiyor hayat kadınına öyle değil mi? Yani bu bir suçsa ve/veya ahlaki bir meseleyse kadın ve erkek olarak iki taraflı bakılması gerekiyor. (Hayat kadınlarını öldürüyorsan onlara giden erkekleri de öldür, demiyorum elbette. Öldürmeyin, genel.)

*

Bulunamayan Floransa Canavarı olayını da anlatıyor yazar. Karanlıkta ıssız tepelerde arabada sevişen çiftleri öldürüp kadınların cinsel organlarını kesip götüren seri katil. Polis onu aradığı on yedi yıl boyunca birkaç kişiyi tutuklamış, hapsetmiş, ama sonra onların yapmadığı ortaya çıkmış. Kimin yaptığı hâlâ bilinmiyormuş.

*

Hepsi korkunç tabii de sağlık çalışanları arasındaki seri katiller sanki daha korkunç gibi. Doktorlar, hemşireler arasından çıkan seri katillere de yer veriliyor kitapta. Ellerindeki muazzam kurban portföyü…

*

Suç işlemeye genetik olarak yatkınlık olup olmadığı tartışmalarına da değiniyor yazar. Kalıtsal olarak şiddete meyilli olmak bir savunma argümanı olarak kullanılabilir mi? Çok tutmamış bu fikir. Ben de çok tutmadım bu fikri.

*

Normal insanın aklına gelmeyen korkunçluklar içeriyor kitap ve bu açıdan can sıkıyor. Ancak bunları yapanları yakalamaya yönelik akıl dolu fikirler epey aydınlatıcı oluyor. Yalnız umarım katilleri de aydınlatmıyordur burada yazanlar.



BİR DİNOZORUN ANILARI

 

BİR DİNOZORUN ANILARI

Mina Urgan

1998

Yapı Kredi Yayınları

96.Baskı - Eylül 2021

353 sayfa


Mina Urgan, İngiliz Edebiyatı profesörü, yazar ve çevirmen.

Bu kitapla beraber seksen iki yaşında anılarını yazmaya başlamış. Günce tutmadığı için aklına geldiği gibi yazmış. O yüzden pek derli toplu değil ama keyifli.

Herkesin anılarını yazmasını önemli buluyor. Diyor ki:

“Çünkü belleksiz bir toplum olmamızı önlemek için, herkesin anılarını yazmasını yararlı buluyorum. Köşedeki bakkal gördüklerini kaydetse, sokağındaki evlerin nasıl apartmanlaştığını, orada oturanların ne gibi değişimlere uğradığını, kendi bakkaliyesinin nasıl markete dönüştüğünü anlatsa, bunlar bile ilginç olur bana kalırsa.” Sf.9

*

Gençlik ve yaşlılık üzerine çeşitli görüşlerini paylaşıyor.

“Bana kalırsa, bir insanın yaşamında en güzel yıllar gençlik değil, otuz beş ile kırk beş yaş arasıdır. Gençliğin sıkıntılarından kurtulmuş, yaşlılığın sorunlarıyla henüz karşılaşmamışsınızdır.” Sf.12

Benim de yaşım otuz beş ve ben de memnunum gerçekten.

*

Oradan oraya atladığı için dağınıklık var kitapta. Bu durum beni bozmadı. Örneğin bu dağınıklıktan şöyle bir bilgi devşirdim:

Eskiden rakı susuz içilirmiş. Çok küçük rakı kadehleri varmış. Bu küçük kadehten rakı içilir, ardından su içilirmiş. 1940’lı yıllarda Missouri adlı Amerikan gemisi İstanbul’a gelmiş. Amerikalıların viskiye su veya soda kattığını gören Türkler onlara özenmiş ve rakıya su katmaya başlamışlar.

*

1916 İstanbul doğumlu yazarın dadısı küçükken, sonradan Müslüman olan bir Fransız kont tarafından satın alınmış. Bu kont güzel bebekleri satın alır, bu kız bebekler büyüyüp regl olduktan sonra da onları yatağına alırmış. Bunu otuz yaşında öğrenen Mina Urgan, o adamın korkunçluğunu, yaptığının alçakça olduğunu söyleyip öfkelenmiş doğal olarak. Halbuki dadısı, efendime kızma, o beni besledi büyüttü, hem adet olmamı bekledi, başkaları adet olmayan kızlarla yatıyor demiş.

*

Hep şair olmak istermiş Mina Urgan ama güzel şiirler okuya okuya güzel şiir yazmanın zorluğunu görmüş. Şiir yazmak yerine şiirlerin güzelliğini başkalarına anlatmaya karar vermiş, edebiyat öğretmeni olmuş. Şu şiirini beğendim ben onun:

“Sesini duyunca

Ötüşmeye başlar

Göğüs kafesimdeki

O suskun kuşlar.” Sf.54

*

Yalnızca kitaplardan isim olarak bildiğim figürlerle kanlı canlı ilişkiler kurmuş.

Sabahattin Eyüboğlu hocası. Birlikte çeviriler yapıyorlar. Moby Dick, Shakespeare…

Mehmet Ali Aybar arkadaşı.

Üvey babası Falih Rıfkı Atay.

Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı) ile arkadaş. Burada öğrendim, Cevat Şakir baba katiliymiş. Babası bir gün silahına davranmış. Cevat da…

Halide Edip Adıvar hocası. Halide Edip hakkında eleştirileri de yer alıyor kitapta. Örneğin onun İngiliz Edebiyatını çok bilmediğini ama bu konuda eğitim verdiğini anlatıyor.

Çocukluğunda bir düğünde Mustafa Kemal Atatürk ile dans etmiş.

Lord Kinross’a “Atatürk” kitabında yardım etmiş.

Orhan Veli ile arkadaş.

Ahmet Hamdi Tanpınar ile arkadaş.

Ahmet Haşim aile dostu.

Yahya Kemal’i sevmiyor. Asalak, ömründe çalışmamış, yalvara yakara elçi olmuş, onun bunun evinde kalan, onu tanımadan yalnız şiirlerini okuyanlara gıpta ediyorum… gibi ifadeleri var onun hakkında. Küçüklüğümde o yemek yerken midem bulanırdı, diyor.

Behiye Boran’la arkadaş. Onun cezaevindeyken her kesimden insan tarafından nasıl sevildiğini ve ilgiyle dinlendiğini görmüş.

Aziz Nesin’i tanıyor. Onun çocuk sevgisinden ve çalışkanlığından bahsediyor.

Neyzen Tevfik’le tanışıyor.

Sait Faik ile tanışıyor.

*

Mina adının anlamını da veriyor kitapta. Farsça. Şarap kadehi ya da mavi demekmiş.

Soyadını kendisi seçmiş. On sekiz yaşını geçince istenilen soy ad alınıyormuş o dönem. İçinde çok sevdiği U harfi olsun istiyormuş. Necip Fazıl Kısakürek önermiş bu soyadı. “Solculuğundan ötürü günün birinde nasıl olsa asılacağın için, bu soyadı sana uygun” demiş. O zamanlar Necip Fazıl ile dostmuşlar ama sonra dinci olunca dostlukları bitmiş. N. Fazıl yavaş yavaş değil birden dinci olmuş. Duyduklarına göre bir tiki varmış, o tiki geçirebilecek bir şeyh önermişler. Bir hafta için tikten kurtulmuş. Ne olduysa da o bir haftada olmuş. Dinle hiç alakası yokken birden değişmiş. Öncesinde kumarbazlığı ile bilinirmiş. Hatta kendisine ilaç alsın diye verilen parayla kumar oynamış. Başkalarının evinde kendi evindeymiş gibi rahat davranırmış. Yüzsüz diyor yazar onun için. Ama severlermiş. Yakışıklı olmadığı halde kendisini yakışıklı sanırmış. Gösterişi severmiş. Kirasını ödeyemediği eve lüks eşyalar kiralayıp arkadaşlarına ziyafet çekermiş.

*

Mina Urgan, siyaseten geri zekalı buluyor kendisini. Kendi tabiri bu. Kurucusu ya da üyesi olduğu siyasi partilerde küçük görevler verilirmiş kendisine. İmza atmak, yürüyüşlere katılmak gibi. Çalkantılı dönemlerde tutuklanmadığı için üzülüyor, o kadar tehlikesiz buldular beni diye. 147’ler denilen süreçle birlikte üniversiteden atılmasına da bu açıdan yaklaşıyor. Ciddiye alınmak gibi görüyor bunu ve bu dönemi kitaplar yazarak geçiriyor.

*

Burjuva ve tuzu kuru olabilecekken bunu tercih etmemiş. Hatta zenginliğinden utanırmış. Akademisyenlikten geçinmeye çalışır, bu zar zor geçinme halinden gurur duyarmış. Savunduğu ideoloji ile zenginliği bir arada göremiyor. Halbuki insanları fakirlikte değil, zenginlikte birleştirmek gerek diye düşünüyorum ben.

*

Neticede iyi ki yazmış.