25 Ekim 2023 Çarşamba

AY IŞIĞI SOKAĞI

 

AY IŞIĞI SOKAĞI

(Die Mondscheingasse)

Stefan Zweig

Almanca Aslından Çeviren: Regaip Minareci

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

18.Basım - Aralık 2020

74 sayfa


Hepsi birbirinden dokunaklı hikayeler.

1- Ay Işığı Sokağı

2- Leporella

3- Nişan

4- Leman Gölü Kıyısında Olay

5- Avare

Hepsinin sonu ölümle bitiyor. Çok yazık.

 

1) AY IŞIĞI SOKAĞI

Adam, treni rötar yapınca kendisine yabancı bir ülke olan Fransa’da bir gece geçirmek zorunda kalıyor.

Bir gün Almanca bir şarkı duyuyor. Şarkının çalındığı meyhaneye gidiyor.

Meyhanede bir kadın, kendisini sevdiği belli olan ama utangaç bir adama adeta eziyet ediyor. Bu  manzarayı gören yabancı, rahatsız olup meyhaneden çıkıyor. Adam da peşinden geliyor ve ona içerideki durumun aslını anlatıyor.

İçerideki kadın onun karısıymış.

Adam eskiden zenginmiş. Ama karısı para istediğinde onu yalvartırmış. Karısının yalvarmasından zevk alırmış. Bir gün kadın, hasta annesi için para istemiş. Adam yine yalvartınca kadın artık dayanamamış ve evi terk etmiş. Kötü yola düşmüş. Adam karısını bulmuş, kendisini affettirmiş. Ancak dışarıda yemekteyken garson eksik para verince adam bu paranın peşine düşmüş ve kadın yine sinirlenmiş. Adamı yine terk etmiş.

Adam, yabancı yolcudan karısıyla konuşmasını ve karısını dönmeye ikna etmesini rica ediyor.  Yoksa kadını öldüreceğini söylüyor.

Yabancı yolcu, trenini kaçırmamak için bu maceraya atılmıyor. Adama son kez baktığında onu elinde metal bir şeyle görüyor. Adamın elindeki para mı bıçak mı anlayamıyor.


2) LEPORELLA

Crescenz, anasız babasız bir kız çocuğu. Hizmetçilik yaparak büyümüş. Hiç kimseden sevgi saygı görmemiş, katılaşmış, alıklaşmış.

Hizmetçilik yaptığı son evde evin sahibi karı-koca iyi geçinemiyor. Adam hovarda, çapkın, kadın düzenli. Kadın, kocasının bu haline dayanamadığı için hep kavga çıkıyor.

Bir gün nüfus sayımı sırasında adam, Crescenz’in doğup büyüdüğü memleketle ilgili anılarını anlatıyor ve Crescenz bundan çok mutlu olup adama karşı birtakım hisler beslemeye başlıyor.

Adamın karısı, doktor tavsiyesiyle senatoryuma gönderiliyor. Adam, karısının yokluğunu fırsat bilip eve başka kızlar alıyor. Crescenz de ona yardım ediyor. Hatta adamın bir şey söylemesine gerek kalmadan Crescenz evin her işini yapıyor, adama büyük bir mutlulukla yardımcı oluyor.

Ama karısı artık dönecek. Adam üzülüyor bu habere. Patronunun üzüldüğünü gören Crescenz gerekeni yapacağını söylüyor. Adam üzerinde durmuyor. Ava gidiyor. Avdayken haber geliyor, karısı intihar etmiş, gazla öldürmüş kendini. Tanık da Crescenz imiş.

Adam, karısını Crescenz’in öldürdüğünü düşünüyor ama ispatı da yok. Hizmetçiden korkmaya başlıyor. Onu kovuyor.

Kovulduğuna çok üzülen Crescenz o güne kadar biriktirdiği tüm para ve adamın ona verdiği küçük hediyelerin olduğu kutuyu adamın masasına bırakıyor, ortadan kayboluyor.

 Köprüden Tuna nehrine atlayıp öldüğü haberi geliyor.

*
Adamın kadın arkadaşlarından biri Crescenz’in bir opera karakteri olan Leporella adını takıyor. Hikayenin adı buradan geliyor.
*

Yalnız bu hikayeden çok iyi gerilim filmi olur.


3) NİŞAN

Fransız albay, savaşta bayılıyor. Düşman topraklarında açıyor gözlerini. Yanından geçen bir İspanyol’u öldürüyor. Kendi üniformasını çıkarıp İspanyol’un giysilerini giyiyor. Ama Napolyon’un verdiği nişanı bırakmaya gönlü el vermiyor, onu da cebine atıyor.

Albay aç, dilencilik yapıyor, sonra yine ormana dönüyor.

Ormanda Fransız askerleri görüyor. Kurtulduğunu zannederken askerler onu düşman sanıp ateş ederek öldürüyor.

Cesedin yanına giden askerler, onun cebinde Napolyon nişanını görünce iyice öfkeleniyorlar. İspanyol, Fransız bir askerden bu nişanı çalmış diye düşündüklerinden dipçikleriyle delik deşik ediyorlar cesedi.



4) LEMAN GÖLÜ KIYISINDA OLAY

İsviçre’de bir balıkçı, gölde çıplak bir adam buluyor. Adam yabancı. Dilini bilen biri çıkıyor, Rusmuş. Askere alınmış, kaçmış, şimdi evine, karısına ve çocuklarına dönmek istiyor. Ama savaş devam ettiği için dönemeyeceğini söylüyorlar. Anlamıyor. Sınırı neden geçemeyeceğini, hatta sınırın ne demek olduğunu, neden eve dönemeyeceğini anlayamıyor. Köyünde kendi halinde bir köylüymüş. Savaş için askere çağırmışlar. Ailesinden ve yurdundan uzak düşmüş. Evine dönebilmek istiyor.

Bir gün aynı balıkçı gölde yine bir adam buluyor. Aynı adam. Ancak cesedini. Gitmeye çalışmış yine.



5) AVARE

21 yaşında lise öğrencisi. Sınıfta kalmış hep. Aslında çalışkan ama ilk kez sınıfta kalmasının ardından çalışma şevki azalmış. Her kalışında daha da azalmış. Sınıfta bırakılmasını haksız bulmaya başlamış.

Bir gün öğretmeni ile atışıyor. Öğretmen, onun dinleyip dinlemediğini sınamak için “En son ne dedim?” diye soruyor. “Gevezelik ettiniz” diyor çocuk. Küstahsın, sen küstahsın, hayır sen derken öğretmeni itekliyor. Sonra da sınıftan çıkıyor. Köprüye gidiyor. Atlıyor.

 


23 Ekim 2023 Pazartesi

GEÇMİŞE YOLCULUK

 

GEÇMİŞE YOLCULUK

(Die Reise In Die Vergangenheit)

Stefan Zweig

1976

Almanca Aslından Çeviren: Regaip Minareci

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

14.Basım - Mart 2023

52 sayfa

Bir yasak aşk hikayesi.

Evli kadın – bekar erkek.

Sonra kadının kocası ölüyor.

Ama o arada bekar erkek evlenmiş oluyor.

Bu defa

Bekar kadın – evli erkek.

*

Ludwig, kimyacı bir genç adam. Yoksulluktan gelmiş. Kendisini iyi yetiştirmiş. İyi bir müdürü var. Müdürünün özel asistanı oluyor ve müdürün karısına aşık oluyor.

Geçmişte insanların kendisine hor davrandığını, küçümsediğini düşünen Ludwig, bu özel asistanlık teklifini başta reddediyor. Yine birilerinin karşısında boyun eğmek istemiyor. Ama müdür de karısı da ona korktuğu gibi davranmıyor. Tam da bundan etkileniyor aslında Ludwig.

Müdürün karısına aşık oluyor ama bu aşkı içinde yaşıyor. Dışarıya yansıttığı herhangi bir durum yok.

Ama bir gün müdür, iş için Meksika’ya yolluyor Ludwig’i. İki yıllığına Meksika’ya gitmesi lazım. İşte o zaman Ludwig, müdürün karısından da ayrılacağı için üzülüyor ve gitmeden önce kadına bir hamle yapıyor. Kadın da karşılık veriyor ama sonra durduruyor. Şimdi olmaz, döndüğünde, diyor.

Ludwig, Meksika’ya gidiyor. Kadınla mektuplaşıyorlar. Ama iki yılın dolmasına az zaman kala savaş çıkıyor ve dönemiyor. Mektuplar da kesiliyor. Ludwig kadını unutuyor. Orada evlenip iki çocuk yapıyor.

Beş yıl sonra savaş bitince Ludwig’in aklına bu kadın geliyor. Ona tüm beş yılını anlatan bir mektup yazıyor. Kadın da ona cevap yazıyor. Kocası savaşta ölmüş. Ludwig’e de evliliğinde mutluluklar diliyor.

Yeniden mektuplaşmaya başlıyorlar.

Adamın bir gün Almanya’ya işi düşüyor. Gitmişken kadının evine de gidiyor. Kadının yıllar önce verdiği sözü hatırlatıyor. Döndüğünde, demişti kadın.

Kadın hatırlıyor verdiği sözü ama kendisini yaşlı buluyor artık. Pek istekli davranmıyor o yüzden.

Ludwig çıkıyor evden ama aklında kadın. Sonra geri dönüyor kadına ve başka bir şehre gitmeyi teklif ediyor. Beraber trenle gidiyorlar.

İndikleri şehirde nereye gideceklerini bilmiyorlar. Rastgele bir otele giriyorlar. Ama odayı sevmiyorlar, oraya uygun olmadıklarını düşünüp dışarı çıkıyorlar.

Dışarıda yürüyüş yaparlarken Ludwig, gölgelerini görüyor ve anlıyor ki ne kendisi eski Ludwig, ne de kadın o zamanlardaki kadın. Anılara tutunup yabancılaşmışlar.

Ludwig bunları fark ediyor, kadının, neyin var, sorusuna hiç diyor ve son.

*

Çok arabesk buluyorum böyle aşk hikayelerini.

Bir de tarafları çok salak buluyorum. Başka birine aşıkken evlenmek, hadi evlendin çocuk yapmak… Müthiş akılsızca bir hareket.

Bunun yapıldığı bir başka hikaye için

Bkz: ÖlmüşBir Kadının Evrak-ı Metrukesi

Aynı halt bu kitapta da var. İnsanlar hayatı kendilerine zorlaştırmak için her şeyi yapıyor. Sadece kendi hayatlarını zorlaştırsalar, bir de başkalarına kıyıyorlar. Hadi yetişkinler arasında kalsa bu kıyım, yine mesele değil, ama bir de çocuk yapmaları yok mu?.. Aptallar.

*

Bu hikayeyi yazar 1920’lerde yazmış ama ölümünden (1942) çok sonra ortaya çıkmış. Taa 1970’lerde.

15 Ekim 2023 Pazar

KAPUÇİN MAYMUNLARI NEDEN SALATALIK SEVMEZ

 

KAPUÇİN MAYMUNLARI NEDEN SALATALIK SEVMEZ?

Engin Topuzkanamış

On İki Levha Yayıncılık

2.Baskı – Nisan 2023

179 sayfa

“Maymunlarda Eşitlik Deneyi” diye bir deney var.

İki maymun var. İkisine de aynı görev veriliyor. Görevi başaran iki maymuna da salatalık veriliyor ödül olarak. Bu birkaç kez tekrarlanıyor. Daha sonra maymunlardan birine ödül olarak üzüm veriliyor, diğerine yine salatalık. Salatalık verilen maymun, diğer maymun ile aynı görevi yaptığı halde kendisine diğer maymundan daha düşük ödül verilmesine tepki gösteriyor.

https://www.youtube.com/watch?v=4gy06sP6ZJc

İşte bu da maymunlarda bir eşitlik ve adalet duygusu olduğunu ortaya koyuyor.

Buradan da insan olarak bizlerin çıkaracağı dersler var.

Kitapta yazar bu deneyden ilhamla hak, hukuk, adalet ve eşitlik konularında görüşlerini anlatıyor.

Bu kavramların çeşitli kaynaklardan tanımlarını, hukukun sermaye ile ilişkisini, hukukun çeşitli dallarını vb anlatıyor.

Başta ilgi ile okudum kitabı ama sonra ilgim azaldı. Yazarın kişisel görüşlerini çok da merak etmediğimi fark ettim.

Yalnız yazarı kitap için seçtiği isimden ötürü tebrik ederim, yaratıcı ve merak uyandırıcı. Zaten de bu meraka kapılarak kitabı aldım. 

*

Maymun demişken kendileriyle yapılan başkaca deney ve gözlemler için 

Bkz: Bonobo ve Ateist

 


ÇİNGENELER

 

ÇİNGENELER

Osman Cemal Kaygılı

1939

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

1.Basım - Mayıs 2022

316 sayfa


Yazar, gerçekten çingenelerin arasında yaşamış bir süre. Gözlemlerini yazmış ve önce gazetede yayımlanmış. Sonra kitap olmuş. Kitabın sonunda fotoğraflar da var.

*

Romanın baş karakteri İrfan. Müzik tutkunu.

Bir gün bir ninni duyuyor. Söyleyen çingene bir kadın olan Nazlı. Daha sonra Nazlı’yı aramaya koyuluyor. Aslında isteği bu sesi ve ninniyi tekrar duyabilmek. Ama o Nazlı’yı ararken herkes onun bir çingene kıza sevdalandığını düşünüyor. Kendisi bunu şiddetle reddediyor. Derdinin müzik olduğunu söylüyor.

Araya araya sonunda Nazlı’yı buluyor. Hatta onu evinde bir süre misafir ediyor. Ama Nazlı, şehir hayatından sıkılıp yine bildiği yerlere, çadırlarına dönüyor.

İrfan çingenelerle musiki alemlerinde takılıyor. Bu insanlardaki müzik yeteneğine hayran kalıyor. Bu esnada Neyzen Tevfik ile bile tanışıyor. Ney yerine flüt çalsaydı ve düzenli bir hayatı olsaydı dünyaca ünlü olacağını söylüyor.

Bu çingenelerden, özellikle Etem’den, bıkıp başka bir çingene alemine dalıyor. Reha Beyler ile tanışıyor. Bu alem içkili ve daha taşkın. Bundan da zamanla sıkılıyor.

Nazlı’dan sonra bir başka çingene olan Emine ile gönül ilişkisi yaşıyor. Ama Emine’yi seven Feridun, İrfan’ın peşine düşüyor. Kavgalar oluyor.

Annesi üzülüyor İrfan’a bu çingenelerle takılıyor, hazır para yiyor, çalışmıyor diye.

Bir zaman sonra çingenelerden uzaklaşıyor İrfan.

Onlardan edindiği izlenimlerle Çingeneler adlı opera hazırlamaya çalışıyor.

Emine, İrfan’a aşkından deli divane oluyor. İrfan acıyor haline. Feridun’u yatıştırıp Emine ile evlenmeye karar veriyor.

Ama Feridun bıçak çekiyor İrfan’a. İrfan da Feridun’un kafasına sandalye indiriyor. Feridun ölüyor. İrfan hapse giriyor. On iki buçuk yıl hapis yatıyor. Çıkıyor. Annesi ölmüş. Evi alacaklılar tarafından satılmış. Çingenelerden kimse yok yanında. Etem sarhoş şekilde havuza girmiş, boğulup ölmüş. Nazlı tımarhanede ölmüş. Emine’nin üç çocuğu olmuş.

İrfan Çingenelerle keman çalıp para kazanmaya çalışıyor.

Bir gün eşki dostlarını görüyor. Onlara tüm bu hikayenin yazılı olduğu hatıra defterini veriyor.

Sonra da İrfan’ın sokakta öldüğü haberi geliyor.

*

Kitaptan öğreniyoruz ki o yıllarda İstanbul’un bugün kalabalıklığı ile bildiğimiz yerleri tenhaymış, çingeneler oralarda çadır kurarmış.


Örneğin Vidos Köyü. İstanbul Güngören ilçesinin eski adıymış.

*

Kitapta “Çingenece” diye ayrı bir lisandan da bahsediliyor. Farsça, Rumca, İngilizce, Fransızca karışıkça bir dil.

Örneğin Çingenece sayılar:

1- Yek
2- Tuy
3- Tirin
4- İştar
5- Panç
6- Şov
7- Efta
8- Ohto
9- Enya
10- Deş

Sf.126

*

İrfan’a çok sırnaşan Etem adlı laf cambazı bir çingene var. Onun ettiği bir dua var, çok komik:


"Abe Allahım, duyarsın ahım! Çoktur günahım!
Ayakta pabuç, başta külahım!
Açtım elimi, kırdım belimi, tuttum dilimi!
Ziytin tanesi, ekmek dilimi!
Yüreğim sızlar, kulağım vızlar, okur hafızlar!
Bayılır buna, çadırda kızlar!
Kusurum çoktur, mangizim yoktur!
Halim bom…tur!
Ben aç gezerim, İrfan Bey toktur!
Çektim çok acı, sen bana acı!
Etem duacı, olmuştur şinci mübarek hacı!
Amin, amin, amin, Veledi Ali amin!"


Sf.197

*

Çingenelerin laf dalaşına da çokça örnek var kitapta:

-Hay çarpsın seni evliyalar!
-Evliyalar çarparsa beni, sana neyim kalacak?
-Ensenin kılları kalacak!
-Ensemin kılları yüzüne peçe olsun!
-Benim yüzüm de senin ağzına keçe olsun!


Sf.164

Hacivat Karagöz gibi.


*

Eğlenceli bir roman. İnsanların gerçekliği ve eski İstanbul’un şekli şemali için güzel bir eser.

10 Ekim 2023 Salı

DÜŞÜŞ

 

DÜŞÜŞ

(La Chute)

Albert Camus

1956

Çeviri: Hüseyin Demirhan

Can Yayınları

13.Basım - Aralık 2010

102 sayfa


Jean-Baptiste Clamence.

Parisli bir avukat.

Kitapta kendisinin gerek işine gerek hayata bakışına dair çeşitli itiraflarını ve görüşlerini okuyoruz.
Bugün artık bunaltan ama yayımlandığı dönemde yeni olan modern insan bunalımları anlattıkları. Yalnızlık, ahlaksızlık, yalan dolan… vb

Avukatmış. Ceza yargıcı olmuş.

Avukatken iki içten duygu desteklermiş onu:

“Parmaklığın haklı yanında bulunmanın verdiği doyum ve genellikle yargıçlara karşı duyduğum içgüdüsel küçümseme.” Sf.18

*

Ne kadar küçük ama çok iyilik yaptığını anlatıyor başta ama kendini övdüğünü düşünmemizi istemeden.

*

Görüşlerinden bir kısım:

Ona göre herkesin kölelere gereksinimi varmışmış. Ve köleler mümkünse güler yüzlü olsunlarmış. Bu yüzden Çin lokantalarına gidemiyormuş. Çünkü orada çalışanlar (pardon köleler) küçümser şekilde hizmet ediyorlarmış ve bu da onun önündeki yemekten keyif almasını engelliyormuş.

Babaya yanıt verilmez, formülü doğruymuş. Çünkü birinin son sözü söylemesi gerekiyormuş. Yoksa soruların ardı arkası kesilmezmiş. Bu nedenle diyalog yerine bildiri daha iyiymiş.


Başkalarını cezalandırmak için intihar etmenin anlamsızmış. Bir kız, evlenmesine izin vermeyen babasına “Bunu ödeyeceksin” deyip intihar etmiş. Ama babası üç hafta sonra balık avlamaya başlamış ve kızını unutmuş bile. “Karımızı cezalandırmak için öleceğimizi sanırız, oysa özgürlüğünü veririz ona.” Sf.55

*

Özeleştirisini de yapıyor. Hukukçuluk işinde suçluların suçu ancak kendisine zarar vermediği ölçüde onların yanında bulunuyormuş. “Kendim tehdit altına girdiğim zamansa, yalnız ben de bir yargıç kesilmekle kalmıyor, daha da fazlası olmak istiyordum: Her türlü yasanın dışında, suçluyu tepelemek ve dize getirmek isteyen öfkeli bir efendi.” Sf.43

*

Hiç dostu olmadığından bahsediyor, hiç şaşırmadım.

*

Okuyucuyla konuşur gibi yazdığı kitapta fark ediyor ki yaşamayı unutuyormuş.

Okurken bana da unutturdu. Kafam kaldırmıyor artık insana ve hayata dair kimsenin görüşlerini.

Yıllar önce okumuştum ben bu kitabı, yine okuyacağım geldi niyeyse. Daha da gelmez umarım.

 Bkz: Düşüş / Albert Camus


7 Ekim 2023 Cumartesi

MUTLU ÖLÜM

 

 MUTLU ÖLÜM

(La mort heureuse)

Albert Camus

1970

Fransızca aslından çeviren: Ramis Dara

Can Yayınları

15.Basım - Ocak 2016

146 sayfa


Mersault.

Bir cinayet işliyor. Bir çeşit kiralık katillik yapıyor. Bir çeşit ötanazi isteyen biri için.

 *

Marthe. Mersault’nun sevgilisi.


Mersault ve sevgilisi Marthe sinemaya gidiyorlar. Öncesinde Marthe bir adamla selamlaşıyor. Mersault kıskanıyor ve aşığın mıydı diye soruyor. Marthe evet diyor ve Mersault, Marthe’den tüm aşıklarının adını söylemesini istiyor. Hepsini bilmeliymiş yoksa dışarıda gördüğü her erkeği Marthe’nın aşığı sanırmış, kafasında kurarmış, bu da iyi olmazmış.

Sayıyor Marthe. Mersault biri hariç hepsini tanıyor. Tanımadığı Zagreus adlı bir adam. Bacakları yok. Marthe, artık yaşlanan bu adama Mersault’dan bahsetmiş. Zagreus da onu görmek, onunla tanışmak istediğini söylemiş. Tanışıyorlar. Mersault ciddiye almıyor onu, “yarım porsiyon” diyor onun için.

İki adamın dostlukları gelişiyor zamanla. Uzun uzun konuşuyorlar. Zagreus zenginliğin ve paranın önemini, parayla zamanın satın alınabileceğini ve mutluluğun da böyle kazanılabileceğini söylüyor. Bunu genç yaşta anlamış ve genç yaşta zengin olmuş. Ama sonra bir kaza ve sakatlık.

Bir gün dayanamaz ve ölmek isterse diye hazırda tuttuğu bir intihar mektubu ve silah var. Bunu gösteriyor Mersault’ya.

Mersault, yoksul ve yalnız kiracısıyla konuştuktan sonraki gün Zagreus’u öldürüyor. Ceza almıyor. Zagreus’un davranışı ve isteği de bu yöndeydi diye.

Sonra da başka şehre gidiyor. Marthe’yi bırakıyor.

*

Prag’a, Viyana’ya, Cenova’ya, Cezayir’e gidiyor..

Yalnız takılıyor bir müddet. Ama kısa zaman sonra içinde bir şey kabarıyor. “Güneş ve kadın dolu kentlerin özlemi”

Bu özlemini bir parça gideriyor. Hayat kadını ile yatıyor. “dünyanın en usulüne uygun sevişmesiyle” Sf.88 ve parayı kadının ayakkabısının içine bırakıyor. Komodine bırakmak değil midir bunun usulü? Aman bildiğimden değil filmlerde öyle görüyoruz. 

Buralarda boş boş, aylak aylak takılırken mıy mıy şeyler düşünüyor. Mutluluk arıyormuşmuş, “yaşamını bir arap şekeri gibi yalamak” istiyormuşmuş, bir dünya bence boş laf ve melankolik çıkarımlar var kitabın bu kısımlarında. Daraldım.

Tüm bu süreçte sanki Mersault hiç cinayet işlememiş ve hatta bunu tamamen unutmuş gibi. Hatta yazar da mı unuttu diyecek iken
Mersault, Viyana’dan bu yana bir kez olsun, Zagreus’u kendi elleriyle öldürdüğü bir adam olarak düşünmediğini fark etti.” Evet, unutmuş gitmiş gerçekten. Bu unutmuşluğunu, kendisinin mutluluk için yaratılmış olduğu sonucuna bağlıyor.

Sonra Cezayir’e gidiyor. İki kızı varmış meğer. Kızların yanında bir de kız arkadaşları. Onların yanına gidiyor. Beraber kum, güneş, gezme, tozma, yeme, içme takılıyorlar. Genç kızların arasında ne işin var senin koca adam? Ve tabii ki kızların arkadaşı ile yatıyor da. Tam bir ırz düşmanı.

Evleniyor bir kadınla. Öylesine evleniveriyor.

-Beni sevmiyorsun, diyor kadın.
-Ama sana sevdiğimi hiçbir zaman söylemedim ki. Sf.118

Hasta olup ölüyor Mersault kitabın sonunda.


“Ve taşlar arasında bir taş olarak, yüreğinin sevinci içinde, devinimsiz dünyaların gerçekliğine dönüştü.” Sf.149 denerek.


Anlam veremediğim bunun gibi pek çok cümle…

*

Camus 1938’de bu kitabı tamamlamış. 1960’ta ölümünden sonra 1970’de kitap basılmış.

*

Daha önce de okumuştum. Yine okudum:

Bkz: Mutlu Ölüm / Albert Camus 

 


3 Ekim 2023 Salı

YABANCI

 

YABANCI

(L'Etranger)

Albert Camus

1942

Çeviri: Samir Tiryakioğlu

Can Yayınları

40.Baskı - Ocak 2013

110 sayfa

Meursault.

Huzurevindeki yaşlı annesi ölmüş. Bunu olağan karşılıyor. Bunu olağan karşılaması, diğer insanlar tarafından olağanüstü karşılanıyor.

Annesinin cenaze törenine gitmek için patronundan izin isterken mahcup oluyor. Hay Allah, annem mesai saatlerinde izin almamı gerektirecek bir zamanda öldü, tüh… dercesine.

*

Annesi huzurevindeymiş. Gerek maddi gerek manevi sebeplerden annesi için en doğrusunun bu olduğunu düşünmüş.


Annesi huzurevinde manita yapmış. Yaşlı adamcağız üzülmüş tabii kadının ölmesine.

Meursault, cenazede de soğukkanlı duruyor.

*

Ertesi günü iş yerinde eskiden çalışan bir kadınla yakın ilişki kuruyor. Siyah kravat taktığı için kadın ona yasta mısın diye takılıyor. Kadına dün annesinin öldüğünü söyleyince kadın üzülüyor onun adına. Yine patronuna karşı duyduğu mahcubiyeti hissediyor Meursault.

*

Meursault’nun komşuları bir garip.
Köpeğe şiddet uygulayan bir komşusu var. Salamano adı. Köpek bir gün kaçıyor. Salamano üzülüyor, meğer severmiş köpeğini, sevgi böyle mi gösterilir? Barınaklara, karakollara soruyor köpeğini ama bir yanıt alamıyor.


Kadına şiddet uygulayan komşusu var. Metresini döven bir adam.


*

Bir kadın arkadaşı var Meursault’nun. Kadın, beni seviyor musun diye soruyor. Meursault’nun cevabı:

“Ona bu sorunun manasız olduğunu söyledim, galiba hayır, diye de ekledim.” Sf.38

Öküz herif.

Kadına öküzlüğü bitmiyor:

Kadın buna kendisiyle evlenmek isteyip istemediğini soruyor. Fark etmez, diyor:

“Akşam, Marie beni görmeye geldi, kendisiyle evlenmek isteyip istemediğimi sordu. Benim için fark etmediğini, eğer o istiyorsa evlenebileceğimizi söyledim.” Sf.43

Annen ölünce üzülmemeni öküzlük olarak görmedim Meursault ama bu net öküzlük.

Bir öküzlük daha yapıyor.

Komşusu Raymond, şu yukarıda bahsettiğim kadına şiddet uygulayan, kadını döverken polis geliyor. Polise kadın bana hakaret etti diyor. Meursault’tan da kendisine şahitlik etmesini istiyor. Kadının ona hakaret ettiğini duyduğunu söylesin diye. Meursault bir şey duymadı ama tamam diyor, şahit olurum. İnsan değilsin Meursault.

Bir tane daha insan olmadığına ilişkin bilgi:
Bir gün gazetede bir haber okuyor. Habere göre bir adam, yıllardır görmediği annesinin işlettiği otele yirmi beş yıl sonra gidiyor. Annesi tanımıyor. Oğlan zengin. Anne ve kızı, adamı çekiçle kafasına vura vura öldürüp nehre atıyor. Adamın kendi oğlu olduğunu öğrenince anne kendini asıyor, kız da kendini kuyuya atıyor. Bu haberi okuyan Meursault diyor ki “Yolcunun bunu biraz hak ettiğini düşündüm, insan hiçbir zaman böyle şakalar yapmamalı.” Sf.75

*

Raymond’un Araplarla bir husumeti var. Onlarla kavgaya tutuşacak, Meursault’a silah veriyor, ters bir durum olursa ateş etsin diye. Meursault diyor ki “Ateş etsem de olur, etmesem de diye düşündüm.” Sf.56

Bunda bile böyle boş vermiş olmazsın.

Az sonra da kumsalda uzanmış yatarken gördüğü Arap’a ateş ediveriyor. Arap ölüyor.

*

Yargılama sürecinde Meursault’un daha önce annesinin ölümüne hiç üzülmemesini aleyhine değerlendiriyorlar.

Halbuki Arap bir ara bıçağını çıkarmıştı. Hamle yapmadı, sadece yattığı yerden bıçağını çıkardı. Meursault bunu söylese belki haksız tahrik indirimi alırdı ama söylemiyor.

Kendisine atanan avukat, davanın iki-üç günden fazla sürmeyeceğini söylüyor. İki-üç gün mü? Vaovvv

Okurken hissetmiştim, Meursault’nun bu koyvermişliğinin altında sıcaklar var gibi. Hava çok sıcak, zaman zaman bundan bahsediyor Meursault. Ve cinayeti neden işlediği sorulduğunda da bunu söylüyor. Cinayeti sıcaktan işlemiş. Sıcak mahvetmiş onu. Bu işe güneşin sebep olduğunu söylüyor.

*

İdama mahkum ediliyor.
Papaz gelip dini açıdan yardımcı olmak istiyor ama onu tersliyor Meursault. Bütün hıncını da ondan çıkartıyor, zor alıyorlar papazı elinden.

İnfazını beklerken hayatın anlamsız olduğunu ama mutlu olduğunu ve gariptir ki ölümü beklerken de mutlu olduğunu fark ediyor.

*

Ben bu kitabı on yıl önce okumuştum. 

Bkz: Yabancı / Albert Camus 

Canım çekti, yine okudum.

*

Bu arada ölümü beklerken ile ilgili bir kitap için 

Bkz: Bir İdam Mahkumunun Son Günü / Victor Hugo