31 Ağustos 2023 Perşembe

MAUD MARTHA

 

MAUD MARTHA

(Maud Martha)

Gwendolyn Brooks

1953

İngilizce aslından çeviren: Didar Zeynep Batumlu

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

1.Basım - Şubat 2023

119 sayfa


Siyahi bir kadın olan Maud Martha’nın 1920-1940 yılları arasındaki gerek kendi hayatına gerek etrafında olup bitenlere ilişkin hislerini ve gözlemlerini anlatıyor kitap.

Maud Martha aşağılanma ve küçümsenme hissediyor sık sık ama anlatıda bir duygu sömürüsü ya da kendine acıma veya isyan tınısı almadım.

Başta çocuk Maud Martha’yı okurken sakin sakin onun büyüme, evlilik, annelik, iş hayatı deneyimlerine tanık oluyoruz.

Kitabın dilini çok masum buldum. Çocukluk döneminin yansıttığı masumiyet bana “Ötekiler Arasında” kitabını anımsattı. Gerçi o kitapta anlatıcı çocuğun kendisiydi, burada dışarıdan bir anlatıcı var. Ama çocuksu samimilik aynı.

Kitabın bir roman akıcılığı yok. Kısa kısa bölümlerle dağınık şekilde ilerliyor. Bu tarz bana çok keyif vermiyor ama okurken yormuyor da. O yüzden okudum.

*

Maud Martha, bir kız kardeşi var Helen, bir de erkek kardeşi.

-Büyükannesini ölüm döşeğinde görüyor. Onun o görünümüne üzülüyor.

-Konsere gidiyor. Bir insanın kendisine bakan onca insan varken sahnede nasıl durabildiğini anlamıyor ve buna hiç özenmiyor.

-Evle ilgili kredi borçları nedeniyle taşınmaları gerekiyor. Anneleri bunu çocukları üzmeden daha iyi bir yere taşınma imkanları varmış gibi anlatıyor.

-Kardeşi Helen’i daha çok seviyorlar, o daha güzel diye düşünüyor.

-Kendisini çirkin buluyor. Erkek arkadaşına da yakıştıramıyor kendisini. Ama sevgilisi Paul onunla evlenmek istiyor. Paul daha ucuz diye bodrum katta bir sobalı ev tutmak istiyor. Maud Martha ise buna kesinlikle karşı. Yıllarca böyle evlerde yaşamış ve kötü olduklarının farkında. Sonunda bir kiralık daire tutuyorlar ara katta. Ama ev sahibi eşyaların değiştirilmesine müsaade etmiyor. Maud Martha her gün temizlediği halde evde hamamböceği ve sıçan görüyor.

-Sinemaya gidiyorlar karı koca. Etrafta hiç kendileri gibi zenci olmaması onları huzursuz ediyor. İnsanlar kendilerine rahatsızca bakmasın istiyorlar. Çekiniyorlar ama belli etmemeye çalışıyorlar.

-Çocuk doğuruyor. Kocasının doğum esnasında pek yardımcı olamayışını görüyor.

-Bir güzellik merkezi işleten zenci bir kadının yanında çalışıyor bir süre. Buraya gelen beyaz kadınlar bazen “zenci” kelimesini kullanıyor. Örneğin bir tanesi “Birkaç kuruş kazanacağım diye zenci gibi çalışıyorum.” diyor. Maud Martha bunu duyunca çok şaşırıyor. Ama güzellik merkezi sahibi zenci kadın kızmıyor. Diyor ki:

“Zenci ve benzeri kelimeler, bazı beyazlar açısından, bizim insanlarımızın düşündüğü anlamlara gelmiyor. Mesela zenci onlar açısından kötü, köleliği çağrıştıran ya da düşük bir şey anlamına geliyor. Benim aleyhimde bir şey söylemiyorlar. Ben siyahım, zenci değil. Hem zaten, kelimenin onlar açısından ne anlama geldiğini düşünürsek, bir siyah nasıl zenci olabiliyorsa, bir beyaz da pekala zenci olabilir. O halde böyle bir şeye neden tepki göstereyim ki?” Sf.94

-Evlere temizlik ve yemek yapmaya gidiyor. Beyaz patron ve patroniçelerin kendisine üstten baktığını düşünüp üzülüyor.

-Kardeşi Helen kendinden yaşça büyük aile doktoru ile evlenecekmiş. Hali vakti yerinde bir adam. Maud Martha bunun bir aşk evliliği olduğunu sanmıyor.

Bu arada ırkçılık nedeniyle siyahilerin öldürüldüğü dönemler geçiyor. Her şeye rağmen hayatın devam ettiğini görüyor ve ikinci çocuğunu bekliyor.

*

Yazarın tek romanıymış. Aslında şairmiş ve 1950’de Pulitzer ödülü kazanmış ve bu ödülü kazanan ilk siyahi şairmiş.

*

Siyahilerle ilgili bir başka kitap için

Bkz: Bülbülü Öldürmek

RAMSES Batı Akasyası'nın Altında


 RAMSES

Batı Akasyası’nın Altında

(Ramses: Sous L’acacia d’Occident)

Christian Jacq

1997

Çeviren: A. Rıza Yalt

Remzi Kitabevi

5.Basım - 1999

327 sayfa

Beş kitaplık bir serinin son kitabını alıp okumaya başlamışım.

Kitapçıda bu kitaba denk geldim, pek incelemeden alıp okumaya başladım. Beş kitaplık Ramses serisinin son kitabıymış meğer. Olsun.

Fırsat olursa serinin diğer kitaplarını da okumak isterim.

*

Kitapta çok güzel bir Mısır ülkesi var. Hitit İmparatorluğu ile yapılan Kadeş Antlaşması’nın ardından Mısır’da halk refah içinde yaşıyor, ülke zengin ve adaletli, insanlar mutlu.

Ama bundan rahatsız olanlar da var.  

*

Hatti (Hitit) İmparatoru Mutavallis’i oğlu Urhi-Teşup öldürüyor. Ama tahtı Mutavallis’in kardeşi Hattuşil ele geçiriyor. Urhi-Teşup, düşmanı Mısır firavunu Ramses’e sığınıyor. Ramses onu bir süre misafir ediyor. Mısır ve Hatti arasında barış anlaşması (Kadeş) imzalanınca Ramses, Urhi-Teşup’u özgür bırakıyor.

Urhi-Teşup ise Ramses’i öldürmek istiyor.

*

Raya, Ramses’in hükümdarlığını çökertmek için Mısır’da kurulan Hitit casusluk şebekesinin bir üyesi. Barışla birlikte ticarete geri dönmüş. Urhi-Teşup serbest bırakılınca Raya, Urhi-Teşup’un yanına gidip Ramses’i öldürmede işbirliği teklif ediyor. Urhi Teşup da kabul ediyor.

*

Ramses. Babası Seti. Annesi Tuya. Karısı kraliçe Nefertari.

Annesi, babası ve karısı ölüyor Ramses’in.

Geride kızı Meritamon var, dünya işlerinden elini çekmiş, dinle meşgul. Tapınakta toplumdan uzak yaşıyor.

Ramses’in aşığı İset’ten iki oğlu var: Kha ile Merenptah.

Kha dini bilge. Merenptah genç savaşçı.

Nefertari ölünce İset kraliçe oluyor.

*

Dışişleri Bakanı Aşa. Ramses’in çocukluk arkadaşı.

Katip Ameni. O da Ramses’in çocukluk arkadaşı. Ayrıca Kral’ın resmi sandalet taşıyıcısı.

Yılan oynatıcısı Setau. O da Ramses’in çocukluk arkadaşı. Lotus, Setau’nun sevgilisi. İki sevgili tıpla, özellikle zehirlerle ilgileniyor.

Musa da arkadaşları. Bildiğimiz peygamber Musa. Ama onun yolu ayrı. Çölde dolaşıp savaşıyor.

Seramana, Ramses’in güçlü savaşçısı. Ramses için kurşun atar, kurşun yer.

*

Bu barış ortamından Hitit imparatoru Hattuşil rahatsız. Barışın devam etmesi için için karısı imparatoriçe Putuhepa’dan olan kızının Ramses ile evlenip Mısır’a Büyük Kraliçe yapılmasını istiyor.

Bu isteği Ramses kabul etmek istemiyor. Hem kendisine böyle bir şey dayatılması ve kabul etmezse savaşla tehdit edilmesinden rahatsız hem de İset’i böyle bir muameleye maruz bırakmak istemiyor.

Aşa, barış görüşmeleri için Hatti’ye gidiyor. Dönüş yolunda Urhi-Teşup, Aşa’yı öldürüyor.

Urhi-Teşup’un planına göre Mısır, bu ölümden Hititleri sorumlu tutacak ve böylece savaş çıkacak. Ama Aşa ölmeden önce kanıyla katili anlatmak için hiyeroglif yazıyor. Katilin adını yazacak dermanı bulamadığı için yalnızca hayır anlamına gelen işaret bırakıyor. Bunu okuyan Ramses, katilin akla gelen ilk kişi, yani Hititler olmadığını anlıyor. Katili aramaya koyuluyorlar.

*

İset, kendisi yüzünden savaş çıkmasını istemiyor ve intihar ediyor.  İset’in ölümü üzerine Ramses, Hitit imparatorunun kızıyla evlenmeyi kabul ediyor.

*

Hitit prensesi Mat-Hor ile Ramses evleniyorlar. Böylece iki ülke arasında sınırlar açılıyor, insanların ve ticaret mallarının serbeste geçeceği ilan ediliyor.

Mat-Hor, Ramses’e aşık, onu etkilemeye çalışıyor. Ama bir yandan da Mısır yasalarına aykırı davranıyor, açgözlülük ve daha fazla iktidar hevesine girince Ramses’in gözünden düşüyor.

Urhi-Teşup, Mat-Hor'u Ramses'e karşı doldurup Ramses'i zehirlemesini öneriyor. Mat-Hor bunu kabul ediyor ama o gün zehirli yemek Ramses'e ulaşmıyor. Bunun gibi Ramses'e yönelik pek çok suikast bir şekilde bozuluyor.

*

Bayan Tanit, zengin Fenikeli dul bir kadın. Mısır’da yaşıyor. Erkeklerle beraber olmaktan hoşlanıyor. Bir gece düzenlediği şölene Raya katılıyor ve Hitit prensi Urhi-Teşup’u tanıştırıyor. Tanit ve Urhi-Teşup evleniyorlar. (Geceyi beraber geçirince evlenmiş sayılıyorlarmış oranın yasalarına göre.)

*

Raya bir casus şebekesi kuruyor. Şebekenin başında eskiden büyücü Ofir varmış. Ölünce yerine kardeşi Malfi geçmiş. Ramses’i ve Mısır’ı yok etmek istiyorlar.

*

Urhi-Teşup, Ramses’i öldürmekle ilgili amacına hizmet etmesi için Tanit’i zorluyor. Tanit ona başta itaat ediyor ama bir gün Urhi-Teşup, kendisine yeterince yardım edemediği gerekçesiyle kadına sinirlenip kadının kedisini hançerle öldürüyor. Tanit de Seramana’ya gidip Urhi-Teşup’un Ramses’i öldürmek için planlar yaptığını itiraf ediyor.

Urhi-Teşup kaçıyor. Bir ordu kurup Mısır’a saldırmaya hazırlanırken Mısır ordusu, başında Ramses ile onu yeniyor. Bu sırada Urhi-Teşup Ramses’i öldürecekken Seramana engel oluyor, Ramses kurtuluyor ama Seramana ölüyor, ölmeden Urhi-Teşup’u da öldürüyor.

*

Kha hastalanıp ölüyor. Ramses elli dört yıldır hükümdar ve artık yaşlı. Diğer oğlu Merenptah’ı tahta ortak ediyor.

Sonunda Ramses altmış yedi yıl hükümdarlık ettikten sonra 89 yaşında öleceğini hissediyor ve hükümdarlığının başında diktirdiği batı akasya ağacının altında son nefesini veriyor. Yanında sağ kolu Ameni var. Ameni yaşamının geri kalanını onun hayat hikayesini yazmaya adayacağına söz veriyor.

Bu arada Musa’nın da öldüğü haberi geliyor. Ama ölmeden halkını vaat edilmiş topraklara ulaştırmış.

*

Tarihi kurguları severim. Bunu da sevdim.

Zaten de o kültürü tanıtmak ve sevdirmek için yazılmış belli ki. 

28 Ağustos 2023 Pazartesi

KOCAM DEĞİL AMA HOCAM OLUR KENDİSİ

 


 KOCAM DEĞİL AMA HOCAM OLUR KENDİSİ

Kübra Selin Akay

2023

Ceres Yayınları

1.Basım – Haziran 2023

182 sayfa

 

Kitabın adı spoiler içeriyor. Yani kitabın adından kitabın konusu ve sonu belli. 

Üniversite öğrencisi bir kız, hocasıyla aşk yaşar. Sonunda evlenirler mi? Kitabın adından da anlaşılıyor ki hayır.

*

Son derece yavan ve çiğ bir dili var kitabın. Bol bol gülen surat emojileri, şiirler ve kamyon arkası sözler de içeriyor kitap ve bu durum kitabı ciddiye alıp okumayı daha da zorlaştırıyor.

*

Selin, kendisinden on iki yaş büyük hocasına aşık olur, hocası da ona. 

Kız, yaşı itibariyle henüz cinsel ilişki yaşamaya hazır hissetmiyor kendisini. Adam ise istiyor elbette. Adam yer yer bu isteğini dile getiriyor, kız da bunu baskı olarak algılıyor ve bu yüzden tartışıyorlar.

Tek tartışma sebepleri bu değil. Adam kıskançlık yapıyor. Karnı açık giyme, konsere gitme, o arkadaşınla görüşme... vb

Kız da kıskançlıklar yapıyor. Adamın yanında gördüğü ya da adamın telefonda her konuştuğundan şüpheleniyor. Adam hakkında çapkın olduğu dedikoduları da var. Bunlar kızın canını sıkıyor. Değersizlik hissi ve kaybetme korkusu var kızda. Bence manasız tartışmalar yaratıyor ama yaşına veriyorum. Adam da zaman zaman alttan alıyor, ama en son tartışmaları ayrılıkla bitiyor.

Kız, adamla olan ilişkilerinin isimlendirilmesini istiyor. Somut olarak bir teklif ve yüzük bekliyor. Adam da bir sene müsaade istiyor. Ekonomik olarak kendisini daha iyi noktaya getirmek için bir yıla ihtiyacı olduğunu, bir yıl sonra evlenebileceklerini söylüyor. Kız kızıyor, seni bir sene beklemek zorunda değilim, senin kaz ayakların çıkmış, yaşlısın, neyi bekliyorsun... gibi şeyler söylüyor.

Kız, beni arama diyor, adam da gerçekten artık aramayınca üzülüyor. Kız çok tipik ve klişe. Arama dese de adam arasın, gelme dese de adam gelsin, hayır dese de adam evet anlasın gibi tripler...

Bir yıl boyunca görüşmüyorlar ve adam başkasıyla evleniyor.

Kız öğrenince yıkılıyor. En azından adamın çocuğu olmadığını öğreniyor ve buna seviniyor.

Buluşuyorlar. Adam evliliğinde mutlu olmadığını, kız isterse boşanacağını söylüyor. Çok çirkin bulduğum bir durum bu. İlişkinde mutlu değilsin. Ayrılmak için cepte başka biri olsun istiyorsun. Başka biri yoksa mutsuz ilişkiye devam ediyorsun. İğrenç.

Kız, kabul etmiyor ve olaysız dağılıyorlar. Ama kız hala onunla evli, mutlu, çocuklu olma hayali kuruyor. Kitabın sonunda da:

“Nikahlı eşi o, ruh eşi benim! Ruh eşleri boşanamaz!!! Biri bana aksini hissettirene kadar ruhumun kocası o!”  sf 178 diyor.

Bayık bir anlatım. 

Kitabın anlatıcısı Selin karakteri, aşık olduğu bu adama sesini duyurmak için yazdığını söylüyor.

Bence birbirlerine uygunlar. İkisi de mıy mıy ve arabesk.


 

 


MUTLU BEYİN

 

MUTLU BEYİN,

Mutluluk Nereden ve Nasıl Gelir

(The Happy Brain The Science of Where Happiness Comes From, and Why)

Dean Burnett

2018

Çeviren: Emine Coşkun

Noya Kitap

2.Baskı – Eylül 2022

372 sayfa

 

Beynimiz bazen mutlu oluyor bazen mutsuz. Peki bu nasıl oluyor? Ne zaman mutlu ne zaman mutsuz oluyor? Beynimizi daimi bir şekilde mutlu tutmak mümkün mü?

Kitap yüzlerce sayfa bu konuyu değerlendiriyor. Sonucunda neye ulaşıyor söyleyeyim mi? Olur öyle, bazen mutlu bazen mutsuz oluruz.

Ben de kitaba başlarken bu neticeye varılacağını tahmin etmiştim. Mutluluk süreğen bir duygu olamaz. Bazen mutsuz olunur ki mutluluğu mutluluk diye tanımlayabilelim. Mutlu olmak daimi/olağan/normal duygumuz olsa artık onu tanımlamamız gerekmezdi ki. Mutluluğu, mutsuzluğu bildiğimiz için tanımlayabiliyoruz.

Başka bir kitaptan okuduğum “mutluluk sabiti” kavramından bahsetmek isterim. İnsanların bir mutluluk sabiti varmış. 1-10 arası düşünün. Kimisi için en yüksek mutluluk birimi 6’dır diyelim. Başkasını mutluluktan çıldırtacak bir olay, bu şahıs için en fazla 6 birimlik mutluluk demek olurmuş. İstese de daha fazla mutlu olamazmış. 

Bu bilginin geçtiği kitap için bkz: Hayvanlardan Tanrılara Sapiens

Gelelim kitaba;

Yazar daha önce “Aptal Beyin” adlı bir kitap yazmış. Okumadım, bilmiyorum. Ancak çok okunmuş ve beğenilmiş olacak ki yazar, ikinci kitap yazma arzusuna kapılmış. “İkinci kitabımı ne hakkında yazayım?” diye düşünürken “Seni ne mutlu edecekse o konuda yaz.” cevabına ulaşmış. Ve başlamış sormaya:

Bizi ne mutlu eder?

Yazar, bir nörobilim doktoru.

Kitabın girişinde bu kitabın bir kişisel gelişim kitabı olmadığını, yalnızca beynin işlevini anlattığını belirtiyor. Ama ben kişisel gelişim kitabı diyeceğim. Kişisel gelişimimiz beynimizden olmayacak da nereden olacak?

Beyin demişken beyinle ilgili bir başka kitap için bkz: Beyin Senin Hikayen

*

Mutluluğu etkileyen faktörler olarak ev, iş, aşk vb unsurlara değiniyor yazar.

Örneğin;

Mutluluğun yaşadığımız evle ilişkisi var. Evin küçük veya büyük olması, bulunduğu yer, içindeki eşyalar, bulunduğu konum, taşınma sıklığı vb mutluluğumuzu etkiliyor.

“Bulgular, çocuklukta sıklıkla ev değiştirmeyle azalan psikolojik refah, hayattan alınan zevk ve yetişkinler olarak anlamlı ilişkiler kurma arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu gösterdi.” Sf.75

Mutluluğun işimizle ilişkisi var. Fiziksel işler beyni daha mutlu yapıyor. Ama bu mantıkla yaklaşırsak o zaman fiziksel işlerde çalışanların daha mutlu olması beklenir. Öyleler mi?

İşverenler motivasyon seminerleri vb ile çalışanları mutlu etmeye çalışıyor. Çünkü daha mutlu çalışanlar %37’ye kadar daha üretken oluyormuş. Yani 100 mutlu çalışan hiçbir ek ücret olmadan 137 çalışan kadar iş yapıyormuş. Mutsuz çalışanların üretkenliği ise %10 daha az oluyormuş.

Çalışanlar para kazanmak için motive olurlar diye biliriz. “Öyleyse insanlara daha fazla para teklif ettiğimizde, daha motive olmalılar, değil mi?” Sf.100

Olmuyormuş. Çünkü motivasyon içsel ve dışsal. Örneğin insanlara yardım etmek için doktor olmayı istemek içsel, dolgun maaş için istemek dışsal motivasyon. İçsel motivasyon dışsal motivasyondan daha etkili. Çünkü dışsal motivasyon kaybolabilirken içsel motivasyon kaybolmuyor.

İşini sevmesen bile faturalar, kiralar vb var. Böyle durumlarda “Eğer beyin gerçeği değiştiremiyorsa, inandığınız ve düşündüğünüz şeyi değiştirecektir.” Sf.104

“Hayatta kalmak için paraya ihtiyacımız olduğundan çalışırız ve beynimiz temel düzeyde bunun farkındadır, böylece insanlar hâlâ nefret ettikleri işlerde çalışmaya devam ederler.” Sf.106

Kitap, mutluluğu etkileyen pek çok faktöre değinip kesin bir sonuca varmadan bitiyor. 

Özetle de şunu söylüyor: 

"Mutluluk da üzerinde çalışmamız gereken bir iş." Sf.118


18 Ağustos 2023 Cuma

SİZİN BİR ŞEYİNİZ YOK HANIMEFENDİ SADECE EVDE KALMIŞSINIZ


 

Sizin Bir Şeyiniz Yok Hanımefendi

SADECE EVDE KALMIŞSINIZ

Yelda Ülker

2023

Ceres Yayınları

1.Basım – Haziran 2023

181 sayfa

 

Kitabın yazarı en yakın arkadaşım. Kendisi dünyanın en enerjik, en neşeli, en pozitif insanı olabilir. Benim de dahil olduğum yakın arkadaş grubu olarak onun bu özelliklerinden çok yararlanıyoruz. Yazdığı bu kitapla da bu yararı sadece yakın arkadaşlarına sunmaktan çıkıp herkese ulaştırmaya karar vermiş. Yararlanın.

 

Sizin Bir Şeyiniz Yok Hanımefendi: Kişisel Gelişim

Yelda beni kişisel gelişim diye bir şeyle tanıştıran ilk insan. İşimden ve hayatımdan nefret ettiğim geçmiş bir zamanda söyledikleriyle, hayata bakışıyla, yorumlarıyla hayata tutunmamı sağlayan önemli bir insan benim için.

Onun o dönem yaşadığı evdeki kitaplıkta bulunan kitaplara şöyle bir göz gezdirmiştim önce, tipik kişisel gelişim kitapları. Burun kıvırmış ama okumuştum da hepsini. Sonra beyin ile ilgili bir parça bilimsel kitapları okumaya geçmiş ve aslında hepsinin aşağı yukarı aynı şeyleri söylediğini görmüştüm. O dönem iyi gelmişti bana tüm bunlar. Sonra duruldum. Şimdi denk geldikçe bakıyorum.

Yelda o dönemler yalnızca kişisel gelişim kitapları okumakla kalmıyor, aynı zamanda seminerlere, seanslara vb katılıyordu. Ben de zaman zaman eşlik ediyordum ona. İşte o katıldıklarından edindiği deneyimleri ve izlenimleri yazmış kitabında.

 

Sizin Bir Şeyiniz Yok Hanımefendi: İlişkiler

Özel ilişkilerle özel olarak ilgileniyor Yelda. Evli, mutlu, çocuklu olma hayali var ve güzel bir hayal bence, güzel bir istek. Vakti geldiğinde gerçek olur mutlaka. İşte o vakte ulaşmak için çeşitli uzman(!) kişilerle deneyimleri oldu. Ancak bu deneyimler arzu ettiği sonucu henüz vermiş değil.

Kitapta bu deneyimler yer alıyor. Dişil enerji artırma, kısmet açtırma, hayatınızın aşkını buldurma... gibi iddiaları olan uzmanlara denk gelmişsinizdir. Yazarımız sadece denk gelmekle kalmayıp bizzat gitti, görüştü, konuştu, anlattıklarını dinledi. Memnun kalmadıklarını o uzmanların(!) sosyal medya hesaplarında yazdı ancak yorumları silindi, engellendi. Daha doğrusu onu engellediklerini sandılar, ama o “O zaman ben bunun kitabını yazarım” dedi ve buyurunuz karşınızda tüm o kişilerin iç yüzü.

 

Sizin Bir Şeyiniz Yok Hanımefendi: Evlilik

Kitap çok eğlenceli bir dille kaleme alınmış. Zaten yazarı şahsen de tanıdığım için eğlenceli karakteri diline de yansımış.

Hoşuma gitmeyen tek bir şey var. Kadınların böyle evlilik ve koca meraklısı olarak resmedilmesini doğru bulmuyorum. Bu hem diğer yalnız kadınları üzüyor hem de erkeklerin kendilerini nimetten saymasına sebep oluyor diye düşünüyorum. Halbuki etrafta özenilecek bir evli çift de yok. Evli kadınlar da bir dokun bin ah işit durumdayken yalnız kadınlar neden evlilik için bu denli istekli oluyor? Aşk güzel şey, buna bir diyeceğim yok elbette, ama evlilik güzel mi?.. Buraya üç nokta koydum, gidiyorum.

*

Yazarın bir diğer kitabı için

Bkz: Marka Nefreti

 

 


8 Ağustos 2023 Salı

GÖMÜLÜ ŞAMDAN

 

GÖMÜLÜ ŞAMDAN

(Der Begrabene Leuchter)

Stefan Zweig

1937

Almanca Aslından Çeviren: Regaip Minareci

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

18.Basım - Aralık 2022

110 sayfa

Yahudiler için kutsal olan bir şamdanın oradan oraya diyar diyar savruluşu anlatılıyor kitapta. Şamdan aslında kayıpmış ama yazar ona alternatif bir son yazmış.

*

Vandallar Roma’yı basıyor. Şehir yağmalanıyor. Vandallar, Yahudilerin Menora dediği, Musa’nın gördüğü, Harun’un kutsadığı, Süleyman’ın evindeki, kutsal şamdanı da alıyorlar.

Yaşlı Yahudiler şamdanın peşinden gitmeye karar veriyorlar. Yanlarına bir de genç bir erkek alıyorlar ki olaylara tanıklık etsin, yaşlılar ölünce geride kalıp olanları nesilden nesile aktarsın.

Şamdanın Vandallar tarafından yere düşürülmesine üzülen çocuk, şamdanı taşıyan adama saldırıyor, çocuğun kolu kırılıyor.

Şamdan gidiyor, yaşlılar ve çocuk geride kalıyor.

Bu çocuk Benjamin Marnefesch büyüyor, yaşlanıyor ve bu kutsal şamdanı gören son kişi olarak dini açıdan kıymet verilen bir insan oluyor.

*

Bizans komutanı Belisarios şamdanı Vandallardan alıp Bizans’a götürüyor.

Benjamin çocukken başaramadığını şimdi ihtiyarken başaracağını umarak Bizans’a gitmeye karar veriyor şamdanı almak için. O da yanına genç birini almak istiyor, kura çekiliyor. Jojakim çıkıyor.

Yahudiler para toplayıp Bizans kralından şamdanı satın almaya karar veriyorlar.

Benjamin krala hediyeler sunarak bu şamdanın başkaları için lanetli olduğunu, ancak yerinde Kudüs’te olursa tanrının gazabından korunacağını, burada durursa imparatorluğu yok edeceğini anlatıyor. Kral şamdanı Kudüs’e göndermeye karar veriyor ama kilisede durmasını istiyor.

Benjamin ve Yahudi cemaati bu karara üzülüyorlar ve Benjamin’in de eski saygınlığı kalmıyor.

Sarayın kuyumcusu Yahudi Zekeriya. Değerli her ganimetin bir kopyası yaptırılırmış Zekeriya’ya. Şamdanı da getirmişler ona. Şamdanın birebir aynısını yapmış. Sarayın haznedarı iki şamdan arasında fark görmeyerek kopya olanı seçip diğerini bırakmış.

Sahte olan şamdan,  Kudüs kilisesine götürülmüş. Daha sonra Persler onu alıp parçalamış.

Aslında burada artık şamdanın hikayesi bitmiş. Ancak yazar devam ediyor.

Zekeriya, Benjamin’i çağırıp gerçek şamdanı veriyor. Benjamin şamdanı tabuta koyup gömüyor. Çünkü Yahudilerin bir yeri yurdu yok, şamdanı hiçbir yerde güvende tutamazlar, en iyisi toprağın altında olsun. Gömüyor ve yerini kimse bilmeden gömüldüğü yerde durmaya devam ediyor.

*

Yani Kudüs’ten Roma’ya, Roma’da Vandallar tarafından alınıp Kartaca’ya, Belisarios Kartaca’yı fethedince Bizans’a götürülen şamdanın Kudüs’te son bulan hikayesi.


ALTTAKİLER

 

ALTTAKİLER

Bilim, Kadınları Nasıl Yanlış Anladı?

Inferior: How Science Got Women Wrong and the New Research That’s Rewriting the Story

Angela Saini

2017

Çeviren: Seza Özdemir

Minotor Kitap

1.Baskı - Ekim 2022

318 sayfa

Mühendislik, fizik ve matematik alanlarında ünlü kadın neden yok, gibi aptalca bir soru sorulur ya bazen. Soru aptalcadır çünkü kadınların erkeklerle eşit eğitim alması ve iş dünyasına girmesinin geçmişi şurada yüz yıl bile değil. Aynı şartlarla mı yola çıkıldı da böyle bir kıyasa gidiliyor? Kaldı ki bugün bile şartrlar ne kadar eşit? O yüzden böyle bir tartışmaya girmeyi ben son derece zaman kaybı görüyorum. Yazar görmemiş ve öncelikle hayır var diye bu alanlardaki başarılı kadınları saymış, sonra da geçmişten değerlendirmelere yaparak konuyu irdelemiş.

*

Öğrencilikte mühendislik, fizik ve matematik alanlarında kız öğrenciler daha başarılıyken iş yaşamında kadın temsiliyeti yetersiz.  Yaşlandıkça daha az sayıda kadın bilim alanında çalışmaya devam ediyor. En tepedeyse çok az sayıda kadın var. Çünkü evde bebek bakımı ve iş yerinde cinsel taciz söz konusu. 

“Erkek meslektaşlarının çalışmaya daha çok vakit ayırıp terfi ettirildikleri zamanda kadınları işlerinden uzak tutan, birkaç yılı bulan çocuk bakımı meselesi.” Sf.16

“Kadınların, hayatları boyunca erkeklerin çoğu kez karşılaşmadığı baskılarla örülü bir ağla karşı karşıya kalması.” Sf.20



*

Ailelerin kız çocuklarına ve erkek çocuklarına bakışı farklı olabiliyor. Cinsiyete göre kürtaj yapılan durumlar bile varmış. Hindistan’dan bir örnek veriyor yazar.  Kız bebek beklediği anlaşılan hamile kadının, kürtajı reddedince bizzat eşi ve eşinin ailesi tarafından aç susuz bırakılması, merdivenden düşürülmesi… gibi olaylar yaşanıyormuş. 

*

Kadınların daha uzun yaşadıkları söylenir. Öyleymiş, kadınlar hayatta kalma konusunda daha iyiymiş. Ama bu konu üzerinde fazla araştırma yapılmamış. Deniyor ki: 

“Etrafta erkeklere göre sağlığı kötü olan daha çok kadın olmasının bir nedeni, erkekleri öldürecek olaylardan kadınların sağ çıkmış olmasıyla ilgili olsa gerektir; yani aynı hastalıklara uğramış erkekler artık aramızda değillerdir.” Sf.66

*

Kadınlar çocuk yapınca iş yaşamından uzaklaşıyorlar. Bu da erkek meslektaşlarına göre iş yaşamında geride kalmalarına sebep oluyor. Bu konuda babaların yardımı da pek işe yaramıyormuş. Çünkü annelere destek konusunda babalar epey geride imiş.

“Daha büyük kardeşlerin, anne haricindeki herkesten daha olumlu bir etkisi varmış. Onun ardından büyükanneler , sonra da babalar geliyormuş.” Sf.174

“Babaların çocuklarının yaşamını iyileştirdiğini örnekler, tüm örneklerin üçte birinin biraz üzerindeydi sadece” Sf.174

En büyük destek büyükannelerdeymiş, özellikle anneanne.

Büyükanneler torunlarına bakınca anneler, çocuğa bakan güvenilir biri var diye işe daha rahat devam edebiliyormuş. Ve hatta bu büyükanneler, insan nüfusunun da artışını sağlıyormuş. Çünkü büyükanne çocuğa bakınca, anne baba yeniden çocuk yapma konusunda daha rahat oluyormuş.

*

Geçmiş zamana dair hep erkekler dışarıda avlanıyordu, kadınlar mağarada bekliyordu diye söylenir. İşin aslı pek öyle değilmiş. 

Erkekler ava çıkıp ancak otuz günde hayvanı yuvaya getirebiliyorlarmış. Organları çıkarıp kanı akıtıldıktan sonra et, kemik, yağ gibi kısımlarını eve getirmeleri bir ayı buluyormuş. Bu sürede aile aç mı bekliyor?

Hayır, kadınlar da avcı. Küçük hayvanları ve balıkları avlıyor, bitkileri topluyorlar. Böylece kabiledeki besin gereksiniminin üçte ikisini karşılıyor ve bunu hamileyken ve çocuk büyütürken yapıyorlarmış.

Afrika’daki ilkel kabilelerde çalışmalar yapan araştırmacılar diyor ki:

“Üzerinde çalışılan hiçbir toplulukta erkekler, yuvaya tüm yiyeceği getirenler değillerdir. En kötü durumda, toplam gıdanın yarısından çok daha azını getirirler. Bu da erkeklerin avcılığına bel bağlamanın birçok yerde aileleri aç bırakacağı anlamına gelir.” Sf.183

“Erkek avcı-toplayıcıların, kadınların genelde yaptığı gibi yiyecek toplamak ya da daha küçük avlar peşinde koşmak yerine büyük hayvanları avlamada diretmesinin nedeninin, bunun onlara başkalarına gösteriş yapıp bu sayede statülerini perçinlemelerine ve potansiyel eşleri kendilerine çekmelerine yardımcı olacak bir arena sunması olduğunu savunmuşlardır.” Sf.183

*

Kadınların daha anne karnındayken sırf kız bebek oldukları için kürtaja maruz kaldığı toplumlar, kadın sünneti, göğüs ütüleme, çocuk gelin, töre/namus cinayetleri, okula göndermeme... vb dehşetlere rağmen kadınlar hala hayatta ve ayakta.

KALLOKAİN

 

KALLOKAİN

(Kallocain)

Karın Boye

1940

Çeviren: Sevda Deniz Karali

İthaki Yayınları

6.Baskı - Ekim 2022

194 sayfa


Cesur Yeni Dünya,  Fahrenheit 451 , 1984 gibi distopik bir eser. Zaten bu kitaplarla birlikte anılıyor adı.

*

Adına “Dünyadevlet” denilen bir ülke kurulmuş.

Evlerde ev yardımcısı (hizmetçi) var, görevi evde olup bitenleri kayıt altına almak, yetkili mercilere raporlamak.

Çocuklar bir yaştan sonra aileden alınıp gençlik kamplarında yetiştiriliyor.

Evliliklerin amacı da salt çocuk yapmak.

*

Bu düzenin bir vatandaşı olan Leo, insanların doğru söylemesini sağlayan bir ilaç buluyor. Bu ilacı alan kişiler, yalan söyleyemez hale geliyor ve her şeyi dosdoğru anlatıyor.

İlacın test edilmesi için denekler geliyor. Denekler, denek olmak için gelmiş gönüllü kişiler, işleri bu.

İlacı alan ilk denek açıkça hayatından memnun olmadığını, korktuğunu, denek olmak istemediğini, hayatın anlamını bulamadığını anlatıyor. Diğer denekler de mutsuz konuşuyor.

Deneyin devamı olarak, bu denekler evlerine gidip eşlerine casus olduklarını söyleyecekler. Eşleri ihbar etmeli. İhbar etmeyen eş, devletten sır sakladığı için tutuklanacak. Zaten ihbarcılık öyle bir boyutta ki motto şu:

KİMSE EMİN OLMAMALI! EN YAKININIZ BİR HAİN OLABİLİR!

Neredeyse hepsi eşini ediyor. İhbar edenlerden birinin kocası bozuluyor. Yirmi yıldır evliyiz, benim casus olduğumu düşünüp ihbar ettin, bu bir deneydi, diyor. Evlilikleri sarsılıyor.

Kimisi de bir örgütten bahsediyor. Üyeleri, lideri, amacı belli olmayan ama neticede bu düzenden memnun olmayanların varlığından bahsediliyor. 

*

Leo, karısının kendisini aldattığından şüpheleniyor. Karısına da kallokain veriyor. Öğreniyor ki karısı aldatmıyormuş. Ama karısı başka bir şey itiraf ediyor. Dünyadevlet’in politikalarından farklı düşündüğünü söylüyor. Özellikle çocuklar konusunda. Bu düzende çocuklar Devlet’in malı. Ama kadın ilk defa çocuğuna karşı bir şey hissetmiş, tarif edemediği derin bir şey. Bunu hisseden başkaları da olmalı diye düşünüyormuş. Bu düşüncesini ve kocasını sevmediğini söylüyor.

*

Dünyadevlet’e bir düşman saldırısı oluyor. Düşmanlar, Leo’dan hayatı karşılığında kallokaini istiyorlar. Leo kollokaini veriyor ve onların tutsağı oluyor. Devlet'e de karısına da ne olduğunu bir daha öğrenemiyor.

*

İnsanların salt düşündüklerinden ötürü dahi cezalandırılabileceği bir düzen.

Bugün esasen düşüncelerimizden değil, düşüncelerimizi ifade ettiğimizde cezalandırılıyoruz. İfade etmesek kim bilecek? Ama ifade etmesek de kime ne faydası olacak düşüncelerimizin?

Anayasamızda her ne kadar düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü bulunsa da...

Bakınız;

 TC Anayasası madde 25: Düşünce ve kanaat hürriyeti: 

Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.

 *

Bunun sınırlaması da şöyle düzenleniyor Anayasada:

 TC Anayasası madde 26: Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti

Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet Resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.

(Mülga fıkra: 3/10/2001-4709/9 md.) Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.

(Ek fıkra: 3/10/2001-4709/9 md.) Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.

*

Düşünce özgürlüğünün kullanılmasını engellenmek kanunumuzda suçtur.

Bakınız;

Türk Ceza Kanunu madde115:İnanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme:

(1) Cebir veya tehdit kullanarak, bir kimseyi dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya veya değiştirmeye zorlayan ya da bunları açıklamaktan, yaymaktan meneden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) (Değişik: 2/3/2014-6529/14 md.) Dini inancın gereğinin yerine getirilmesinin veya dini ibadet veya ayinlerin bireysel ya da toplu olarak yapılmasının, cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla engellenmesi hâlinde, fail hakkında birinci fıkraya göre cezaya hükmolunur.

(3) (Ek: 2/3/2014-6529/14 md.) Cebir veya tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla bir kimsenin inanç, düşünce veya kanaatlerinden kaynaklanan yaşam tarzına ilişkin tercihlerine müdahale eden veya bunları değiştirmeye zorlayan kişiye birinci fıkra hükmüne göre ceza verilir.

*

Kağıt üzerinde var olan özgürlüklerimiz iş uygulama sahasına geldiğinde o kadar da özgür hissettirmiyor ne yazık ki. Her ne kadar eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmasa da (TCK m.218, TCK. M.301/3) savcılarımız ve hakimlerimiz öyle düşünmeyebiliyor.