28 Ekim 2024 Pazartesi

TARİHTE TOPLUMSAL CİNSİYET


 

TARİHTE TOPLUMSAL CİNSİYET

Küresel Bakış Açıları

(Gender in History

Global Perspectives)

Merry E.Wiesner – Hanks

2011

Çeviren: Meral Çiyan Şenerdi

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

5.Basım – Mart 2024

386 sayfa

Tarihte toplumsal cinsiyeti, özellikle kadının yerini çeşitli başlıklar altında anlatan kapsamlı bir eser. Başlık sonlarında konuyla ilgili ek okumalar yapmak isteyenler için kitap önerileri de var.

*

Önce cinsiyet ve toplumsal cinsiyeti anlatıp ataerkinin kökenlerine giriyor. Sonra kadını aile, ekonomik yaşam, yasalar, din, siyasi yaşam, eğitim ve son olarak cinsellik başlığı altında ele alıyor.

*

Anlıyoruz ki insanlık tarihi genel olarak insanı erkek olarak baz almış. Şimdi buradan kadını ayıklayarak bir tarih yazmaya çalışılıyor. Çünkü daha önce yazılanlarda kadının adı yok.


“Ben dahil kadın hakları savunucuları, tıpkı edebiyat, psikoloji, din, biyoloji ve diğer bilim dallarının çoğundaki gibi, geçmiş hakkında bize ne öğretildiğine baktık ve öykünün sadece yarısını duyduğumuzu fark ettik. Evrenselmiş gibi gösterilse de okuduğumuz veya duyduğumuz çalışmaların çoğu sanatçı erkek, avcı erkek, erkek ve çevresi gibi tanımlarla yalnızca eril deneyimi anlatıyordu.” Sf.1

*

Kabaca şöyle olmuş:

Avcı toplayıcı dönemde kadın ve erkek birlikte hareket ediyordu. Tarımla birlikte hareket alanı daraldı. Arazi mülkiyetine önem veren erkekler bu mülkiyeti gelecek nesillere aktarmak istediler. Bu da doğan çocukların kendi çocukları olduğundan emin olmayı gerektirdi. Bu yüzden erkekler, kadınların cinsel hayatını denetim altına almaya başladılar. Evliliklerde kadının bakire olması istendi ve zina yapan kadınlar cezalandırıldı. Bu arada kadınlar eğitimden de yoksun bırakıldı. Çünkü eğitim alsalar bile daha sonra istihdam edilecekleri ortam olmadığından kadınların eğitimi faydasız görüldü. Özellikle 2.Dünya Savaşından sonra azalan erkek nüfusu nedeniyle ekonomik yaşam için kadının çalışmasına sıcak bakıldı. Fakat bu çalışma karşılığı olması gerekenden az ücret verildi. Çünkü her ne olursa olsun kadının asıl işi ev hanımlığı olarak görülüyordu.

“Birçok kültürde erkeklerin çalışmaları iş olarak, kadınların çalışmaları ise destek, yardım veya ev işleri şeklinde tanımlanmıştır.” Sf.90

Ev işleri işten sayılmamış, ama bu işler dışarıdan birine para ödenerek yaptırıldığında iş sayılmış.

Derken bugünlere geliyoruz.

Kadınların nispeten daha iyi durumda olduğu ama hala eşit ücret, kadın sünneti, kız çocukların eğitimi konusunda sorunların devam ettiği bir dönem.

*

Kitapta düzeltilmesi gereken bir kısım var. "Din" başlığı altında "İslamiyet" alt başlığında:

“Muhammed’in vahiyleri, müritleri tarafından onun sağlığında yazıldı ve kısa süre sonra, kitap haline getirildi.” Sf.208

Yuoo, aksine Hz.Muhammed’in ölümünden çok yıllar sonra vahiyler kitaplaştırıldı. Biz öyle biliyoruz. Yazar niye böyle biliyor anlamadım.


27 Ekim 2024 Pazar

KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA BİR İZDİVAÇ

 

KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA BİR İZDİVAÇ

Hüseyin Rahmi Gürpınar

İthaki Yayınları

3.Baskı – Aralık 2022

205 sayfa

 

1910’lu yıllar. Dünyaya Halley kuyruklu yıldızının çarpacağı söyleniyor. Bunun dünyayı yok edeceğini söyleyenler de var.

Haber İstanbul’da da yankı uyandırıyor.

*

İrfan adlı genç bu konuyla yakından ilgili. Okumuş, eğitimli bir bey. Yalnız bir kusuru var, kadın düşmanı. Kadınlardan yüz bulamamış ve kadınlardan yüz bulamayan her erkek gibi kadın düşmanı olmuş.

İrfan kuyruklu yıldızın dünyaya çarpacağı haberini kadınlardan öç almak için kullanmaya karar veriyor.

Kadınlara kuyruklu yıldız hakkında konferans veriyor. Onları korkutuyor.

Bu arada gazetelere yazı yazıyor. Onu bu yazılardan tanıyan bir genç kız, kuyruklu yıldız hakkında daha fazla bilgi rica ettiğine dair bir mektup gönderiyor. Kız tatlı tatlı bilgi istiyor. Ama İrfan Efendi bu mektuptan kıza aşık oluyor.

Kız cevabında:
“Selamün aleyküm der demez sevda konusuna saptınız. Çünkü gözünüzde kadın ancak o itibarla konuşmaya değerdir.” Sf.124

yazıyor. Çok da haklı. İrfan bu cevabı da aşka yoruyor. Naz yapıyora getiriyor konuyu.

Kız tam anlamıyla feminist bir pencereden anlatmaya çalışıyor derdini ama İrfan hayır ben size aşık oldum, tanışalım, evlenelim diye diretiyor. Hatta evlenme teklifi şöyle öküzce:

“Yakında çökmeye mahkum o nefis Tanrı yapısını, bir tapınak olan vücudunuzu, sizin için çırpınan bu inleyen ruha adamış olsanız dünyadan giderayak sonsuz sevaplar kazanacak büyük bir hayır işlemiş bulunursunuz.” Sf. 179

Feriha,  iyi eğitim almış, iyi bir ailede büyümüş. Ama ne de olsa dönemin koşulları itibariyle eninde sonunda biriyle evlendirecekler. İyi bari bu olsun madem deyip evlenmeyi kabul ediyor.

Yalnız Feriha’nın bir şartı var. Evlendikleri gece kuyruklu yıldızın çarpacağı gece. Feriha, o gece gerdeğe girmek istemiyor. Yıldız çarpar ve dünya yok olursa tertemiz ölmek istediğini söylüyor. İrfan kabul ediyor.

Evleniyorlar.

Evin çatısından kuyruklu yıldıza bakıyorlar. Dünya yok olmuyor. İrfan, Feriha’yı öpüyor ve son.

*

Kitapta bazı eski dilde kelimeler ilgimi çekti. Örneğin:

Kanun-ı tekamül: evrim yasası

Cümle-i şemsiyye: güneş sistemi

*

Bugünkü bazı semtlerin eski İstanbul'da nasıl olduğuyla ilgili şu kısımlar da ilgimi çekti:

“Hiç Erenköy taraflarına gitmediniz mi? Koskoca ovalar, kırlar, göz alabildiği kadar denizler." Sf.50

“Makriköyü’ne (Bakırköy’ün eski adı) gidip gelme birer bilet alalım. Azıcık kırları dolaşalım.” Sf89

Kırlar, ovalar... Hem de Erenköy'de, Bakırköy'de. İnsan inanamıyor. 

OSMANOFLAR

 


OSMANOFLAR

Kenan Hulusi Koray

İthaki Yayınları

1.Baskı – Ağustos 2022

325 sayfa

 

Osmanoflar Bulgaristan’ın Karnabad şehrinde bilinen, güçlü bir aile imiş.

Yazar, bu ailenin 1900’lü yılların başındaki anlarını anlatıyor. Hikayeyi bir sıhhiyeciden dinliyoruz. Aile ile yakın olan bu doktor onların hem aile ilişkilerini hem de yaşadıklarını anlatıyor.

Ailenin en büyüğü Yusuf Osmanof. Karısı Yuvanna Mihailoviç. Kadın terk etmiş kocasını.

Kızları Gülsüm (Groşenka diyorlar) annesine benziyor büyüdükçe.

Groşenka’nın amcaları Ahmet ve Halil.

Ahmet’in eşi Zehra sözü geçen bir kadın.

*

Aile güçlü iken, onlardan habersiz şehirde kuş uçmazken bir zaman sonra baskına uğruyorlar. Bunun korkusu uzun süre gitmiyor aileden.

*

Ben çok kendimi vererek okuyamadım açıkçası. İyi hoş aile ama kitap beni cezbetmedi.


14 Ekim 2024 Pazartesi

MERAKLISINA TOPLUMSAL CİNSİYETLER

 

MERAKLISINA TOPLUMSAL CİNSİYETLER

(Genders)

Kathryn Bond Stockton

2021

Çeviren: Ömer Anlatan

Nova Kitap

1.Baskı - Ekim 2022

206 sayfa

 

14 Ekim 2024 Bu kitabı okumam ama çok da anlamamam sorunsalı.

Bence biraz Amerikan olduğu için anlamadım. Siyahi kadın – siyahi erkek, beyaz kadın – beyaz erkek, köleler, kızılderililer… Bunlara dair bende bir alt yapı olmadığı için bu konulardan uzun uzun bahsetmesi bende pek yer etmedi.

*

Kitaptan anladığım kadarıyla bir doğumda atanan cinsiyet var. Genital organa göre anlaşılıyor. Ama bu bir cinsiyet tayini için yeterli değil diyorlar. Çünkü interseksler var. Demek ki genital organ cinsiyet tanımlamada yetersiz. Ama büyük ölçüde insanların baktığı husus bu. Sonra da buna göre ailenin yetiştirmesi ve toplumun beklentisi oluyor. Buna da toplumsal cinsiyet deniyor. Diye anladım ben. Yazarın ifadesiyle:

“Çocukların içine kız ya da oğlan gibi kelimeler koyuyoruz. Bu, onların izinleri alınmadan yapılan ve hayatları boyunca karşılık vermek zorunda oldukları bir müdahaledir.” Sf.27

Bebek doğuyor. Genital organına bakıyoruz. “Bu organın görünürlüğü, doğumda atanan cinsiyetin temel belirleyicisidir. Gözlerimizi bebeğin vücuduna diker ve bir okuma yaparız. Her şey beklendiği gibi görünüyorsa, bebeğin cinsiyeti “olan” bir kelime atarız. (…) Kelime kağıtlara geçer ve sesli olarak söylenir ancak onu bedene yapıştırmanın bir yolu yoktur. Beden, kendi kelimesinden fiziksel olarak ayrıdır. (…) Kelime, ancak daha sonra çocuğun içine girip çocuğun kendisini temsil eden bir kelime haline gelir.” Sf.50

İnterseks çocuklar ve trans çocukların sanki daha önce yoktu da yeni modaymış gibi lanse edilmesine karşı çıkıyor yazar. Eskiden de bu çocukların var olduğunu ama eskiden bu çocukların tıp tarafından dönüştürüldüğünü anlatıyor. Ameliyatlarla, hormonlarla bu çocuklar genital organlarıyla uyumlu hale getirilmeye çalışılırmış.

*


“Doğduğunuzda toplumsal cinsiyet nedir biliyor muydunuz? Gerçekten bilemezdiniz. Toplumsal cinsiyet, bildiğiniz bir şey haline gelir.” Sf.17 diyor yazar ve toplumsal cinsiyetin iki şeyden meydana geldiğini söylüyor yazar: ırk ve para.

Bunları açacağını vadediyor kitabın başlarında, nitekim açıyor da sanırım ama ben pek anlayamadım bunlarla bağlantısını. Irkın ve paranın özellikle paranın her şeyle bağlantısı var muhakkak ama kitapta bu kısmı netleştiremedim. Para derken örneğin oyuncak sektöründen bahsediyor. Bunu elinde tutan Mattel firması farklı cinsiyette çocuklar için oyuncaklar yaparak pazarını genişletmeye çalışıyormuş. İşin parayla ilgili kısmı sadece bu mu anlayamadım.

“Oğlanlar oyuncak bebeklerle oynamaz. Elbette bazıları oynar, ancak ellerinde bir oyuncak bebek görüldüğü anda, ona vurmuyorlarsa, oğlanlıkları sorgulanmaya başlar.” Sf.28 Bunu anlayabiliyorum. Oyuncakların da cinsiyetleri varmış gibi davranılıyor, evet.

*

ABD’de askere gitmek isteyen translar, tıbbi maliyetler gerekçe gösterilerek askere alınmıyormuş. Translar bu duruma tepkiliymiş.

Askerlikle ve erkeklikle ilgili çarpıcı bulduğum şöyle bir değerlendirme var kitapta:

“Asker, var olan en itaatkar, en boyun eğen, en hüküm altına alınan, en seyyar, en uysal bireydir. Asker, kelimenin tam anlamıyla itaat etmesi için yaratılmıştır. Bu tanımla başka bir yerde karşılaşsaydık bunun geleneksel kadınlık kalıplarına atıfta bulunduğunu pekala düşünebilirdik. Ama hiç de öyle değil.” Sf.35

*

Yazar, başkasından alıntı yaparak evlilikle ilgili çok çarpıcı bir fikir veriyor:

“Evlilikler, en değerli hediyenin kadınlar olduğu, hediye alışverişinin en temel biçimidir. (…) Eğer işlem yapılan şey kadınlarsa o zaman birbirine bağlanmış olanlar onu veren ve alan erkeklerdir; kadın, ilişkinin bir tarafı olmaktan ziyade ilişkinin aracısıdır.” Sf. 102

*

Kitaptan öğrendiğim bazı yeni kavramlar var. Çevirmenin notuyla:


Cinsiyet bozucu: İkili cinsiyet kalıplarını ve bunların atfettiği kadınlık ve erkeklik rollerini kabul etmeyen, bunları reddeden ve bozan kişileri ifade eden “gender non-conforming” ifadesinin dilimizde benimsenmiş karşılığı

Pirinç kraliçesi: LGBTQI+ jargonunda, Asyalılara karşı ilgi duyan Asyalı olmayan gay erkekleri ifade etmek için kullanılmaktadır.

Chick-lit: İngilizcede genellikle genç, bekar ve çalışan kadınları konu alan aşk romanları için kullanılan ifade

 *

Neticede çok anlamadığım ama hiç yoktan iyidir bir kitap oldu benim için. 

Aynı serinin başka bir kitabı için

Bkz: Meraklısına Feminizm 

MAHALLE

 

MAHALLE

Selahattin Enis

1930

İthaki Yayınları

2.Baskı - Haziran 2022

286 sayfa


Birinci Dünya Savaşı sonrası ve mütareke yıllarının İstanbul’unda geçiyor hikaye. Yani 1910-1920 yılları arası.

*

Rüştü, karısını ve altı aylık çocuğunu bırakıp askere gidiyor. İki yıl sonra yaralı olarak dönüyor İstanbul’a. Ama evinin olduğu Cihangir’e geldiğinde görüyor ki koca semt yanmış, kül olmuş. Kendi evinin olduğu yerde de sadece küller var.

İstanbul’da karısı ve çocuğunu soracağı kimse yok. Ne bir akraba ne bir tanıdık. Ne yapacağını bilemez vaziyette evinin harabesinde yatarken polisler Rüştü’yü serseri diye karakola götürüyor.

Polislerden biri insan çıkıyor ve Rüştü’ye yardım ediyor. Onu bekçilik işine sokuyor.

Bekçilik okumuş yazmış insanların işi değil o dönem. (Sanırım bu dönem de.) Kitapta yer yer Rüştü’nün normalde bu işi yapmayacağı ama içinde bulunduğu şartlar nedeniyle yapmak zorunda olduğu anlatılıyor.

Bu arada askerlikteki hizmeti de hiçe sayılıyor. Kendisi cephelerde savaşırken on sekiz yerinden yaralanıyor, ölümle burun buruna geliyor, vatanı için bunu yapıyor ama şehre döndüğünde görüyor ki bu kimsenin umurunda değil. Çok içerliyor bu duruma.

Bekçilik işine başlıyor. Beşiktaş’ta bir mahallede görevlendiriliyor. Aynı mahallede Numan ve Yunus adlı bekçiler de var, birlikte çalışacaklar. Numan ve Yunus bu durumdan memnun değil. Çünkü üçüncü bekçi olarak kendi hemşerilerini getirmeyi planlıyorlardı. Bekçilik İstanbul’da o dönem Sivaslıların işiymiş. Başka yerden birinin gelmesi Rüştü’nün durumu gibi olağanüstü bir durumda mümkünmüş.

Yalancı, düzenbaz, iftiracı ve sahtekar bu iki bekçi Rüştü’nün kuyusunu kazmaya çalışıyorlar. Ama bunda başarılı olamıyorlar. Çünkü Rüştü hiç oralı değil. Onların ek işlerine karışmıyor, pay istemiyor. Kendi halinde ve hep üzgün Rüştü.

*

Çeşit çeşit insanlar var mahallede. Rüştü’nün gözüyle onları tanıyoruz tek tek. Biraz yüzeysel bir tanışma bu. Hiçbirinin derinini bilmiyoruz, bilmemiz de gerekmiyor. Onların hikayeleri çok önemli değil. Önemli olan Rüştü, karısına ve çocuğuna ulaşacak mı?

Mahalledeki insanlar diyorduk. Çeşit çeşit.

Örneğin;

Saray çalışanı Halil Ağa var. Yanardöner biri. İttihatçıların egemen olmasıyla o da en birinci İhttihatçı oluyor. Okuma yazma bilmez, cahil, zengin ama cimri, dört karısı olan biri. Dört oğlunu dönemin zenginlerinin modası diye İngiliz, Alman, İtalyan, Amerikan mekteplerine vermiş. Onlar babalarının hiç hoşlanmadığı Jön Türklerden yana oluyor, sonra da yurt dışına gidiyorlar.

Halil’in akıl hocası Tayyip Ağa. Halil, malının mülkünün idaresini Tayyip Ağa’ya bırakmış. Tayyip Ağa hizmetçilere kan kusturuyor.

Zengin bir kadınla evlenen bir adam var. Bugünün tabiriyle açık evlilik. Tabii adı bu değil o dönem. İkisi de başkalarıyla oluyor. Fakirlerden biri bunu yapsa evini taşlayan mahalleli bunlar zengin olduğu için bir şey yapmıyor.

Bir doktor var. Ünlü. Aslında çok iyi bir doktor değil ama kapısında kuyruk var. İçi boş bir şöhreti var. Çok paragöz olarak anlatılıyor.

Bir kaptan var. Savaşta oğlunu kaybetmiş.

*

Rüştü bu kişilerin kimisini seviyor, kimisinden hoşlanmıyor. Ama mahallede herkes Rüştü'yü seviyor sayıyor. Çünkü hem işini düzgün yapıyor hem de efendi, saygılı biri. Kimsenin işine burnunu sokmuyor. Sadece sık sık karısını ve çocuğunu düşünüyor. Yıllar geçiyor. Çocuğu şimdi altı yaşında olmalı. Onların nerede ne yapıyor olduklarına dair senaryolar geçiyor zihninden. En korktuğu senaryo da karısının orospu olması. Rüştü’nün aklında en çok bu soru var: Acaba karım orospu oldu mu? Sadece bunu düşünüyor. Ama yazar bunu romantize ederek anlatıyor tabii, benim gibi kaba değil. 

Kitap boyu Rüştü’nün acaba karısı ve çocuğuna denk gelmesi mümkün olacak mı diye bekliyoruz. Kesin mümkün olacak çünkü aksi türlüsünde çok havada kalan bir roman olur. Belli ki bulacak ailesini. 

Nitekim buluyor da. Ama acı bir tesadüfle.

Bekçilerin o dönemlerde ölü gömme görevi de var. Bir çocuk ölüsünü gömüyor Rüştü. Öğreniyor ki çocuğun adı Turhan. Kendi çocuğunun adı. Heyecanlanıyor. Cenaze sahibi yaşlı bir adam. Çocuğu evlat edinmiş. Adamla konuşuyor. Rüştü, kendi kimliğini gizliyor ve kendisini askerde tanıştığı Rüştü’nün arkadaşı diye tanıtıyor. Rüştü öldü, benden karısı ve çocuğunu bulmamı istedi diyor.

Adam anlatıyor. Bir gün bir kadın ve kucağında bebeğini sokakta görmüş. Dilenci sanıp para uzatmış. Kadın parayı almamış ve iş istemiş. Adam ve karısı da onu eve hizmetçi olarak almışlar. Çok iyi geçinmişler. Sonra kadın hasta olup ölmüş. Çocuk dört yaşındaymış. Karı kocanın çocuğu yokmuş ve Turhan’ı kendi çocukları gibi görmüşler. Ama Turhan da hasta olup ölmüş.

Hikayeyi dinleyen Rüştü kendisini o çocuğun babası benim diye tanıtmıyor. Bunu faydasız buluyor.

Kafasında bu bilgilerle yürüyor da yürüyor. O öylece yürürken hikaye bitiyor.

*

Yazar Selahattin Enis, Türk edebiyatının Zola’sı olarak biliniyormuş.

Diğer kitabı için

Bkz: Zaniyeler

O kitapta da bu kitapta da savaş zamanı savaşan askerleri umursamayan İstanbul halkının vurdumduymazlığını, ahlaksızlığını çeşitli karakterler üzerinden anlatıyor yazar.

 


10 Ekim 2024 Perşembe

MERAKLISINA FEMİNİZM

 

MERAKLISINA FEMİNİZM

(Feminism)

Deborah Cameron

2018

Nova Kitap

1.Baskı - Kasım 2022

Çeviren: S. Melis Baysal

154 sayfa


Feministlerle ile ilgili ön yargıları bilirsiniz. Genelde aksi ve/veya çirkin erkek düşmanları diye algılanıyor. Daha doğrusu bence öyle algılanması bazı erkeklerin işine geliyor. Bununla ilgili kendilerince komiklikler, şakalar yapıp konunun ciddiyetini bertaraf etmeye çalışıyorlar. Tabii ki zannettikleri gibi değil. İşin aslını kitabından, profesöründen  öğrenelim. 

Tarihi ile başlayalım:

Feminist kelimesi 19.yy’dan önce kullanılmamış.

Avrupa’da politik feminizmin başladığı dönem 18.yy sonları. Ama bunun öncesinde de kadınları kötüleyenlere karşı savunmada bulunanlar var. Bunu yazılı olarak başlatan metnin  Christine de Pizan’ın "The Book of the City Ladies" (Kadınlar Şehri Kitabı) olduğu yazıyor kitapta.  15.yy başında Fransa’da yaşayan seküler bir kadın tarafından yazılmış. Seküler bir kadın diye niye özel olarak bu sıfat kullanılma ihtiyacı duyulmuş, anlamadım. Nüfuzlu erkeklerin kadınlarla ilgili kadın düşmanı fikirlerini çürütmek için yazılmış. Yapılan savunma "kadınlar da insandır" düzeyinde henüz. 

Feminizmin tarih anlatısı dalgalar halinde arka arkaya ilerleme şeklinde düşünülüyor. Buna göre:

1.dalga: 19.yy ortalarında kadınların oy kullanma hakkına sahip olma mücadelesi ile başlıyor, bu mücadelenin başarıya ulaşmasıyla 1920’lerde son buluyor.

2.dalga: 1960’ların sonlarında Abd’de kadın çalışma dersleri, ev içi şiddetten kaçan kadınlar için sığınma evleri ile süren süreç

3.dalga: 1990’ların başından bugüne gelen dönem. 

Bugünler için 4.dalga diyenler de var.

Bu dalgaların kesin bir başlangıç ve bitiş tarihleri yok. Keskin bir ayrım olmadığı için bu dalga modeline eleştiriler var. 

*

Kitapta feminizmin genel geçer bir tanımını yapamıyor yazar. Konunun karmaşıklığını vurguluyor. 

“Feminizmin çeşitlilik gösterdiği malum ama bu farklı yanların hepsinin şu iki genel düşünceye dayandığı söylenebilir:

1.Kadınlar toplumda halihazırda ikincil konumdadır; kadın olduklarından belirli haksızlıklar yaşarlar, sistematik dezavantajlardan mustariptirler.

2.Kadınların ikinciliği ne makbul ne de kaçınılmazdır. Bu durum politik hareketle değiştirilebilir, değiştirilmesi gerekir."

Sf.17

*

Kadınların ev içi bakımda esas rol üstlenen olma halleriyle ilgili önemli meselelere değiniyor yazar:

"Mesela çiçeği burnunda annelere işe ne zaman döneceklerini sorarlar, sanki çocuk bakmak iş değilmiş gibi. Feminizmin emek konusunda getirdiği bakış açısının tanımlayıcı özelliklerinden biri, ailenin bakımını üstlenmenin de iş sayıldığının kabul edilmesidir. Bu işin tek farkı, karşılığında ödeme almamanızdır."  Sf.58 

“Tam zamanlı ev kadını olarak çalışan bir kadın, hangi sınıftan olduğu fark etmeksizin, ekonomik açıdan kocasına bağımlıdır.” Sf.60

"Maaşlı işte çalışmayan kadınlar yine de çalışır. Genelde çocuklara, yaşlılara, hastalara bakma, giysi yamayıp dikme, çamaşır yıkama, temizlik yapma, yemek pişirme gibi işlere saatler harcarlar. (…) Ne var ki yapılan bu işler takdir edilmeden, ücreti ödenmeden kalır. Bu işlerin gerçekte sağladığı ekonomik katkı görülmez." Sf.61

*

Ev işi için üretim değil "yeniden üretim" diyor yazar. Yani kadının yemek yapmasıyla evdeki diğer kişiler yemek yapmaktan kurtuluyor. Bu kişiler böylece üretim yapabiliyor.

*

OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı) dünyada kadınların verdiği ücretsiz bakım emeğinin erkeklerinkinin iki ila on katı olduğunu tespit etmiş 2014’te. Bu durumda ne oluyor?  Ev işleri çok vakit aldığı için kadın ücretli bir işe giremiyor, eğitimine zaman ayıramıyor. 

Bu durum genel olarak ülke ekonomileri için de sorun. Çünkü kadın iş gücünden faydalanamayarak ekonomik anlamda geri kalıyor. Çözüm olarak kreşler açılmasını, çalışma saatlerinde düzeltme yapılmasını, ebeveyn izinlerinin artırılmasını sunuyor yazar. 

*

Yazar, feminizmin bütün kadınları tek bir çatı altında toplayabilecek bir tanımının olamayacağını söylüyor.  

“Kadınlar kendi içlerinde farklılıklar barındıran epey geniş bir grup olduğundan birleşmelerini sağlamaksa hep zor olmuştur.” Sf12 diyor. 

Yazar İngiliz olduğu için orada sıkça rastlanan ırksal anlamda siyah kadın ve beyaz kadınlar arasındaki ayırım, ekonomik anlamda zengin kadın - yoksul kadın ayırımı vb sorunların da varlığına dikkat çekiyor. 

Kitapta sonuca bağlanamayan konular da var. Çünkü gerçekten bir sonuca varılması zor. Örneğin taşıyıcı annelik. Bunu kadın bedeninin metalaştırılması olarak değerlendirip uygun bulmayan da var, kadının kendi bedeni kendi kararı deyip buna karışılmasını kadın özgürleşmesinin aleyhinde bulan da var. Gerçekten iki ucu çoklu denklem. 

*

Konuyla ilgili başka okumalar için isterseniz:

Bkz: Feminizm Herkes İçindir

Bkz: Kadınlar Ülkesi

Bkz: Alttakiler Bilim Kadınları Nasıl Yanlış Anladı

Bkz: Kendine Ait Bir Oda

Bkz: Uyanış

7 Ekim 2024 Pazartesi

ALMANCA DERSİ

 


ALMANCA DERSİ

(Deutschstunde)

Siegfried Lenz

1968

Almanca aslından çeviren: Ayşe Sarısayın

Can Yayınları

1.Basım – Ocak 2024

509 sayfa

 

Hiç kendimi veremedim ben bu kitaba. Çok detaylı buldum ve detay gördüğüm yerleri atlaya atlaya okudum. Okuduğum kadarıyla beğendim.

*

Islahevindeki gençlere kompozisyon ödevi veriliyor. Konu görev tutkusu. Baş karakter Siggi bir türlü başlayamıyor yazmaya. Başlayamamasına psikologlar çeşitli tanılar koyuyor. Ama başlayamamasının sebebi aslında acı hatıraları. Nitekim sonunda başlıyor yazmaya ve bu defa da durmak bilmiyor.

*

Nazi dönemi Almanya’sı. Siggi’nin babası polis. Ressam bir komşuları var. Naziler, yozlaşmış sanat diye gördükleri dışavurumcu resimler yapan bu ressamın resim yapmasını yasaklıyorlar. Siggi’nin babası olan kasabanın polisi bu yasağı ressama tebliğ ediyor ve yasağa uyup uymadığını da denetliyor. İşte ona verilen bu denetleme görevi polisin adeta bir organı oluyor. Bu görevden alıkoyamıyor kendisini.

Ressam resim yapması yasaklanınca boş kağıtlara görünmez resimler yaptığını söylüyor. Polis bu boş kağıtlara da el koyuyor.

Komşuluk, arkadaşlık, hal hatır hiçbir şey görmüyor polisin gözü. İlle de ressamın resim yapmasını engelleyecek, engellemesine rağmen yaptığı resimlere el koyacak.

Bu polisin küçük oğlu Siggi de ressamı bir seviyor bir seviyor. Onun resimlerini beğeniyor. Ve ressamın resimlerini babasından kaçırıyor. Resimleri saklıyor. Öyle ki ressamın da haberi olmuyor bu durumdan. Siggi için ressamın resimlerini alıp saklamak bir takıntıya dönüşüyor. Ve artık adı düpedüz hırsızlık oluyor. Çünkü devir değişiyor, artık ressamın resim yapması yasak değil. Ama Siggi durduramıyor kendini. Sanki babasının resimleri toplama görevi konusundaki tutkusu Siggi’ye sirayet etmiş, o da topluyor ama babası gibi cezalandırmak amacıyla değil korumak amacıyla.

Siggi’nin bir ablası ve ağabeyi var. Ağabey askerden kaçıyor. Babası yaralı oğlunu ceza alacağını ve hatta belki idam edileceğini bile bile ihbar ediyor. Hayatta kalıyor ağabey ama babası onu yok sayıyor. Abla da babasından uzaklaşıyor. Siggi zaten ıslahevinde.

Siggi nihayet ödevini bitirip teslim ediyor. Artık çıkabilir, özgürlüğüne kavuşabilir, ama ne yapacağını bilmiyor, bir planı yok.

*


Kitabın filmi de var. Filmi kitaptan daha çok sevdim. Daha yalın. Kitapta okumaya üşendiğim detaylar filmde yok. Ana konuyu anlatıyor ve yeterli buluyor film. Ben de yeterli buldum.


4 Ekim 2024 Cuma

BURASI MAHKEME

 

BURASI MAHKEME

Yeni Türkiye’de Yargı Rejimi

Canan Coşkun

2019

İletişim Yayınları

1.Baskı – 2019

165 sayfa

 

Kitabın yazarı Canan Coşkun adliye muhabiri. Başta Cumhuriyet gazetesinde çalıştığı dönemde gazetenin geçirdiği yargılamalar olmak üzere dönemin önemli davalarını izlemiş, haber yapmış, kitabında da o dönemi anlatmış.

*

Yazarı olduğu Cumhuriyet gazetesine karşı AKP’nin açtığı davaları 3 döneme ayırmış yazar:
1. Akp ve Gülen işbirliği sürerken yaşanan Ergenekon dönemi: Bu dönemde gazetenin baş yazarı İlhan Sekçuk, Mustafa Balbay, Erol Manisalı tutuklanmıştı yazıları nedeniyle.
2. 17-25 Aralık soruşturmaları: Süreci haberleştirme faaliyeti nedeniyle açılan basın davaları olmuştu.
3. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası: FETÖ’ye üye olmak suçlamasından açılan davalar

O dönemler öyle  ki mahkeme bazen bütün gün Cumhuriyet gazetesi yazarlarına açılan davalara bakıyordu.

*

Dönemin anlayışına ışık tutması açısından şu cümle önemli:

“O günlerde mahkemeler, Anayasa Mahkemesi kararına hâlâ uyduğu için” Sf.51

Can Dündar ile ilgili davadan bahsediyor. Gerçekten o dönem, olması gerektiği üzere, Anayasa Mahkemesi kararlarına uyuluyor ve aksi düşünülemiyordu.

Hatırlayalım.

29 Mayıs 2015. Cumhuriyet gazetesi manşeti “İşte Erdoğan’ın Yok Dediği Silahlar” Genel yayın yönetmeni Can Dündar’ın haberi. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu haber üzerine Can Dündar için “Bedelini ödeyecek” dedi, ardından Can Dündar tutuklandı. Kamuoyunda Mit Tırları Davası diye bilinen dava süreci başladı. Can Dündar’ın tutukluluğu ile ilgili Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru üzerine Anayasa Mahkemesi hak ihlali kararı verdi. Bu karar ile Can Dündar tahliye edildi. İşte o günlerde Anayasa Mahkemesi kararlarına hala uyuluyordu. Ardından Recep Tayyip Erdoğan “Karara uymuyorum, saygı da duymuyorum” dedi ve artık mahkemeler Anayasa Mahkemesi kararlarına uymamaya cesaret buldu kendilerinde. Can Dündar’a da bu arada devletin gizli kalması gereken belgelerini açıkladığı gerekçesiyle 5 yıl 10 ay hapis cezası verildi.

*

Sonra Altanlar (Ahmet Altan – Mehmet Altan) davasında AYM yine hak ihlali kararı verdi. Ama İstanbul 13 ve 26. Ağır Ceza mahkemeleri bu karara uymadı ve tutukluluk halinin devamına karar verdi. Mahkemeler artık AYM’yi görev gaspı yapmakla suçlamaya başladı.

*

Altanlar ve Nazlı Ilıcak’ın yargılandığı davalarla ilgili yazar,  duruşmada hakimin dinlemez, umursamaz tavırlarından, söz hakkı isteyen avukatları kovmasından bahsediyor. Nazlı Ilıcak’ın duruşmalarda ağlaması, tahliye istemesi, oğlunun ve kızının duruşmalara katılmaması, annelerinin yanında olmaması… vb

*

Atilla Taş da FETÖ kapsamında yargılanan bir isim. Attığı Fetö adına suç işlediği iddiasıyla 3 Eylül 2016’da tutuklandı.

Eskiden şarkıcıydım, şimdi gazetecilikten tutukluyum. Ham çökelekten tutuklansam daha mantıklıydı… gibi ifadeleriyle de olayın absürtlüğünü dile getirmişti.

Atilla Taş tahliye edildiğinde kendisi ile beraber tahliye olanlarla ilgili tepkiler üzerine yeniden tutuklama kararı verilmişti. Taş’a da örgüt adına suç işlediği gerekçesiyle 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası verilmişti.

*

Hukuk adına garabetlerin işlendiği üstelik de hukukçular tarafından işlendiği bir acayip dönem yani.

Bu dönemlerin kitaplaştırılmasını önemli buluyorum. Yaşanırken harala gürele geçiyor, yeni olaylarla zaten hemen dağılıyoruz. Derli toplu anlatılması önemli.


2 Ekim 2024 Çarşamba

FEMİNİZM HERKES İÇİNDİR

 

FEMİNİZM HERKES İÇİNDİR

Tutkulu Politika

(Feminism is for Everybody: Passionate Politics)

Bell Hooks

2000

Türkçesi: Ece Aydın, Berna Kurt, Şirin Özgün, Aysel Yıldırım

bgst Yayınları

6.Basım - Mart 2022

146 sayfa


Feminizm, erkek nefretiyle ve/veya lezbiyenlikle iliştirilir. Yazar böyle düşünen kişilere soruyor hangi feminist kitap ya da dergileri okuyorsun, hangi feminist söyleşileri dinledin, hangi feminist aktivistleri tanıyorsun?.. Yok tabii hiçbiri. Kulaktan dolma bilgiler ve önyargılarla yaklaşıyorlar insanlar feminizme.

“Çoğunun gözünde feminizm, erkekler gibi olmak isteyen bir avuç öfkeli kadın anlamına geliyor. Feminizmin haklarla, kadınların eşit haklar elde etmesiyle ilgili olduğunu düşünmüyorlar.” Sf.8

İşte böyle durumlarda insanlara önerebilecek kısa, basit bir kitap olsun arayışından yola çıkan yazar bu kitabı yazmış.  

*

Yazarın feminizm tanımı şöyle:

“Feminizm cinsiyetçiliği, cinsiyetçi sömürüyü ve baskıyı sona erdirmeye çalışan bir harekettir.” Sf.9

Cinsiyetçiliğe karşı çıkan vurgusuyla feminizmin erkek düşmanlığı olmadığını anlatmaya çalışıyor.

*

Feminizmle ilgili olarak Abd’de kadınlar önce küçük gruplar halinde bir araya gelip kadın olarak yaşadıkları sorunları anlatarak ve çözüm arayışında olarak birbirlerinden fikir alışverişinde bulunmuşlar. Yazar bu gruplara “bilinç yükseltme grupları” diyor. Daha sonra buradaki konuşmaları yazılı hale getirmişler. Ardından kadın araştırmaları üniversitelerde ders olarak görülmeye başlanmış.

Yazarın anlatımına göre başlangıçta bilinç yükseltme gruplarında kadınlar kendi içlerindeki cinsiyetçiliği fark ettiler. Ama bir zaman sonra feminist hareket farklı bir zemine kaydı ve erkek tahakkümüyle mücadeleye odaklandı. Yazar bu noktada sıkıntı olduğunu söylüyor. Kadınların önce kendi içlerindeki içselleştirdikleri cinsiyetçilikle yüzleşmeleri gerektiğini anlatıyor. Çünkü aksi halde ataerkinin ilkeleriyle hareket edildiğini düşünüyor. Güçlü olanın zayıf olana hükmetmesi şeklindeki ataerkil görüşün kadın dayanışması içinde olmaması gerekiyor.

*

Yazar sık sık beyaz kadın-siyah kadın ayrımına dikkat çekiyor. Abd için önemli bir sorun ırkçılık. Kitaptan öğrendim, siyahi kadınlara genel olarak “Renkli kadın” (woman of colour) deniyormuş.

*

Cinsellik, kürtaj, tecavüz…

“Cinselliğimizin denetiminin bize ait olmasını, etkili doğum kontrol yöntemlerini ve üremeye dair hakları, tecavüz ve cinsel tacizin son bulmasını talep edeceksek sağlam bir dayanışma içinde olmalıydık.” Sf.28

…dış güzellik saplantısı,

“Feminist hareket biz kadınları her şeyden önce, kendimizi ve bedenimizi erkeklerin malı gibi görmekten vazgeçmeye sevk etti.” Sf.28

...kadın sünneti, eşit işe eşit ücret, ev içi şiddet… vb kadın sorunlarına değiniyor. Değin değin bitmiyor tabii.