PROFESÖR ANDERSEN’İN GECESİ
(Professor Andersens natt)
Dag Solstad
1996
Norveççeden çeviren: Banu Gürsalar Syvertsen
Yapı Kredi Yayınları
4.Baskı – Ocak 2023
105 sayfa
Norveç hümanizmine dair çok güzel bir okuma oldu. Bu
kadar hümanizm fazla diye düşünüyorum.
*
Profesör Andersen bir edebiyat profesörü. Hayatında işi gücü dışında bir
aksiyon yok gibi gözüküyor. Kendi halinde biri. Fakat hayatının aksiyonunu
yaşıyor bir Noel gecesi.
Aslında dini inancı yok. Ama kendisini “Hıristiyan
kültür dünyasının bir parçası” olarak gördüğü için o da kutlamalara katılıyor.
Bir yetişkin olarak bu kutlamaları ve coşkulu sevinci çocuksu buluyor bir yandan ama anlayış da gösteriyor.
O gece camdan dışarı bakarken karşı evde bir adamın bir kadının boğazını sıktığını ve
kadını öldürdüğünü görüyor.
Bunun üzerine okuyucu olarak beni çok yoran bir düşünce sürecine dalıyor.
Polise telefon etmem gerek… Ne söyleyeceğim ben şimdi… Bana gülecekler… Polise
telefon etmemem çok garip... Hâlâ geç kalmış sayılmam... Ben polise bildirmiş
olayım, sonra ne yapacakları onlara kalsın… Yapmam gerektiğini biliyorum ama
yapamıyorum… Keşke telefon etmiş olsaydım…
Ay niye bu kadar düşündün? Niye bu kadar paraladın kendini? Çok otomatik bir
refleks olarak polise haber verilir böyle bir durumda. Ya da korktun, tamam korktuğundan
haber vermemek de anlaşılabilir bir durum ama profesörümüzün polise haber
vermeme sebebi bu da değil. Sebebi, haber vermeyi gereksiz bulması. Evet
gereksiz.
Çünkü ona göre cinayet telafisi mümkün olmayan bir şey. Hırsızlık ya da yangın
olsa polise haber vermekte tereddüt etmezmiş, çünkü müdahale edilebilir,
durdurulabilir ve bir zarar doğarsa da telafisi mümkün. Ya da şiddet uygulandığını
görse ihbar eder, şiddeti durdurabilir. Ama cinayet olup bitiyor. “Telefon edip
olayı ihbar etmekle durumu düzeltemeyecekti.”
Olsun, katil bulunur en azından. Ama yok, Profesör Andersen’in cinayeti haber
vermesi neticesinde katilin yakalanması profesöre “itici” geliyormuş. Evet,
itici. “Cinayet işlemiş bir adama karşı böyle bir tecavüzde bulunamam.” Sf.20
diyor.
Ne?! Ne çeşit bir hümanizm bu!
Neden böyle düşündüğüne dair de düşüncelere dalıyor ve kendi kendine konuşurken
laf lafı açıyor, Norveç’in AB’ye girip girmemesine geliyor konu. Bu konuda
ülkede yapılan referandumda hayır oyu kullanmış Profesör. Çünkü “ülke halkının
çoğunluğunun karşı olduğu bir şeye evet demek için bir neden görmüyor” Sf.39
Ülkede yaşayan çiftçi, balıkçı, tır şoförleri için Norveç’in AB dışında kalması
önemliyse Profesör Anderson onların kararına karşı çıkmayı savunamazmış. Öte
yandan hocalık ettiği öğrencilerin Brüksel’deki AB kadrolarında şahane
görevlere atanma fırsatını kaçırması da onu eğlendiriyormuş.
*
Kendi kafasında bunlar olurken Profesör bir gün bir
kafede katil ile karşılaşıyor. Hatta onunla muhabbet bile ediyor. Ancak tabii
ki gördükleriyle ilgili hiçbir şey konuşmuyor. Adam gidiyor ve bizim Profesör
onun arkasından eve gidip banyo yapsam mı diye düşünmeye başlıyor. Banyo yapsam
mı?.. Tabii neden olmasın?... Yoksa yapmasam mı?...
Ay sus be!
*
Profesörün tahammül edilemezliği bana Albert Camus’nun
Yabancı’sını hatırlattı. Aynı sevimsizlik.
Bkz: Yabancı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder