2 Aralık 2024 Pazartesi

ENGEREĞİN GÖZÜ

 

ENGEREĞİN GÖZÜ

Zülfü Livaneli

1996

Doğan Kitap


Bir harem ağasının gözünden padişah ve ailesinin anlatısı.

Tarihsel bir dokusu var ama kişi ya da dönem adı geçmiyor. O yüzden tarihi roman değil de tarihi bir dekor olarak kullanan roman diyebiliriz.

*

Habeş Süleyman. Çocukken hadım edilip Osmanlı sarayına getiriliyor. Haremden sorumlu oluyor. Yıllarca bu görevde ve sarayda kalmayı başarıyor.

*

Astığı astık kestiği kestik padişah bir gün cariyesi ile birlikte bir odaya hapsediliyor.

Habeş, bu padişahın merhametli bir insan olduğunu düşünüyor. Çünkü padişah tahta çıktığında erkek akrabalarını öldürmemiş, sadece gözlerine mil çekmiş. Canlarını bağışlayıp gönül gözlerini açmışmış.

*
Habeş, padişaha bu duruma kimin getirdiğini araştırmaya koyuluyor. Padişahın annesine durumu yakındığında Valide Sultan’ın Mevlam neylerse güzel eyler diye soğuk kanlı olduğunu görünce onun da işin içinde olduğunu anlıyor.

Büyük Valide, yedi yaşındaki torununu tahta oturtuyor. Ama çocuğun annesi, çocuğun büyükannesi ile görüşmesini engelliyor. Bunu beklemeyen Büyük Valide torununun sünneti sonrası onun sünnet bölgesine zarar vererek ölmeye bırakıyor. Ama çocuğa erken müdahale edilince çocuk kurtuluyor. Bu işi Büyük Valide’nin yaptığını yalnızca Habeş ve cariye Safiye fark ediyor.

Halk sadrazamın kellesini istiyor. Rüşvetçi sadrazam idam ediliyor. Çıplak bedeni bir çınar ağacının altına bırakılıyor. Biri, sadrazamın yağlarının hastalıklara iyi geldiğini söyleyince herkes bıçakla lime lime ediyor bedeni. Dehşet bir tasvir.

*
Habeş, hapisteki padişaha yemek getirirken ona Mesnevi’den meseller okuyor. Karşılıklı sohbet ediyorlar. Böylece Habeş, padişahın iç yüzünü görüyor, tanıyor. Ona şefkat beslemeye başlıyor. Halkın onu geri istediğine dair yalanlar söyleyip onun içini rahatlatıyor. Hatta daha ileri gidip çocuklarını öldürmek için izin istiyor. Çocukları öldürürse devlet başsız kalmasın diye kendisi zindandan çıkarılır. Habeş de kendisi sadrazam olma hayalleri kuruyor. Ancak padişah oğullarının öldürülmesine izin vermiyor. Bunu asla istemiyor. Acıyor. Kendi çocukluğunda boğazı ilmeklenip boğdurulan bebek kardeşlerinin hatırasını görüyor ve kendisi de öldürülecek diye beklediği için bu konuda çok hassas.

Bu kez Habeş, valideye gidip iki padişahın olamayacağını, halkın huzursuz olduğunu söylüyor. Ve zindandaki padişah, annesinin emriyle boğduruluyor.

*
Habeş, yedi yaşındaki yeni padişaha padişahım çok yaşa deyip yaltaklanıyor ve yeni duruma hemen adapte oluyor.


*

Efendi köle ilişkisini iyi resmetmiş bir hikaye.  

*

Çarpıcı bulduğum bir kısım var. Bir cariye, Safiye, Türk fırıncıyla ilişki yaşamış. Bunun üzerine haremağası Türk fırıncıyı boğdurmuş. “Osmanlı sarayında bir Türk’ün hesabını kim sorardı ki? Sarayın ileri gelenleri, vezirleri ve üst görevlileri ya Sırp, ya Hırvat, ya Rum, ya Macar, ya Çerkez, ya İtalyan ya da benim gibi Afrikalılardı. Bir Türk’ün imparatorlukta büyük görevlere getirilmesi şaşkınlık uyandıracak bir gelişme olurdu.” diyor.

*

Hikayenin dilini ve atmosferini sevdim.


ADEM'İN LANETİ

 

ADEM’İN LANETİ

Erkeklerin Olmadığı Bir Gelecek

(Adam’s Cure: A Future Without Men)

Bryan Sykes

İngilizceden çeviren: Aylin Onacak

Koç Üniversitesi Yayınları

3.Baskı – 2023

272 sayfa


Kitabın alt başlığı olan “Erkeklerin Olmadığı Bir Gelecek” kulağa çok da korkunç gelmiyor.

Şaka şaka.

*

Yazar kendi soyadından yola çıkarak aynı soyada sahip insanların aynı atadan dünyaya gelmiş olabileceklerini düşünüyor. Bu yönde çalışmalar yapıyor. Bu kanısını yüzde yüz doğrulayamıyor. Çünkü soyadı gerçekten de o babanın soyundan bir çocuk olduğu anlamına gelmeyebilir. Buna “babalık dışlanması” deniyormuş. “Çocuğun doğum belgesinde adı yazan baba, çocuğun biyolojik babası olmadığında kullanılan bir terimdir.” Sf.21 Bir de “eş dışı çiftleşme” terimi kullanılıyormuş. Tahmin edebilirsiniz, yani bir kadının kocasından başka birinden çocuk yapıp bu çocuğun kocanın soyadını alması. Bu durumlar soyadı takibinde genetiği zora sokuyor. Ama şunu anlatmaya çalışıyor yazar, aynı atadan gelinmiş olması mümkün.

*

Kitapta kromozomlar ve genlerle ilgili bilgiler var. Kimisini anladım kimisini anlamadım.

İnsanda her ebeveynden 23 olmak üzere toplam 46 kromozom var.
İnsanlar iki takım kromozoma sahip. Biri anneden yumurtayla diğeri babanın dölleyen spermiyle geliyor. İki takım kromozom aynı döllenmiş yumurta içinde bir araya geliyor. Döllenmiş yumurta bölündüğünde onlar da bölünüyor ve bu böyle sürüyor.

Kromozomlar gen taşıyor, bu genler hücreye talimat iletiyor. Hücre de talimatları dinliyor.  Ancak bazı hücrelerin özel başka bir görevi varmış. Germline denilen bu hücreler ölümsüz olup genlerin sonraki nesle aktarılmasıyla görevliymiş.

Dişilerde çift X kromozomu, erkeklerde bir X bir de Y kromozomu var. Bunu biliyoruz.

Y kromozomu babadan oğula geçiyor. Eğer bir Y kromozomun varsa erkek olursun.

Kitapta şöyle bir soru var, ilginç: Erkekler Y-kromozomu nedeniyle mi erkek yoksa tek X-kromozomu nedeniyle mi? Henüz cevabı bilinmeyen bir soru.

Peki annemizden ne alıyoruz? Mitokondri.“Herkes mitokondrisini annesinden alır ama sonraki nesillere sadece kızlar aktarır.” Sf.233

Güzel bir soru daha var kitapta: Cinsiyet için neden uğraşıyor kromozomlar?Eşeysiz üreme varken neden çiftleşme? 

Cevabı şuymuş. Çünkü DNA alışverişi türün genetik çeşitliliğini artıyor, eşeysiz türlere göre daha hızlı evrimleşme oluyor ve gelişen parazitlere karşı koruma sağlıyormuş. 

*

Şiddet haberlerinde genelde erkekler yer alıyor. Kitapta yazar bunun genetik açıklamasını da arıyor.

“Erkeklerde olup kadınlarda olmayan tek DNA parçasını işaret ediyorum: Y-kromozomu” Sf.12

Y kromozomu şiddetle ilişkilendirilebilir mi, diye soruyor. 

Cevabı için Cengiz Han'dan Vikinglerin öfkeli atalarına kadar bir araştırmaya girişmiş. Neticeyi anlamadım ama ben. 

*

Genetik biliminin yavaş ilerlemesinden yakınıyor yazar. Tıp bu alana uzun zaman ilgisiz kalmış. O kadar ki down sendromunun bir kromozom bozukluğundan kaynaklanabileceğini öne süren bir genetikçi değil göz doktoruymuş. (Yıl 1932) 

Down sendromlularda 47 kromozom var. Fazladan kromozom 21 numaralı kromozom. Normal insanlarda 21 numaralı kromozomdan sadece iki tane varken down sendromlularda üç tane var. Bu yüzdenmiş down sendromu. (İnsanlarda X- ve Y- kromozomları dışındaki bütün kromozomlara en büyük 1 en küçük 22 olmak üzere numara verilmiş.)

*

Cinsellik sürecinden de bahsediyor yazar. Hayvanlardaki örneklerle kıyaslıyor. Erkek tavus kuşlarının göz alıcı kuyruklarıyla dişileri etkilediğini biliyoruz. Erkek tavus kuşlarının bu göz alıcı kanatları onların uçmalarını ve avcı hayvanlardan kaçmalarını zorlaştırıyor. Buna rağmen evrimsel olarak bu özellikten vazgeçmiyorlar, aksine daha da şaşalı olmasını istiyorlar. Sebebi dişileri çekip üreyebilmek.

Deniz aslanları da heybetleri ile dişileri etkiliyorlar.

İnsan erkekleri günümüzde para yani maddi güçle etkiliyor.

Hayvanların dişileri etkilemek için kullandıkları özelliklerin bir sınırı var. Örneğin erkek tavus kuşu kuyruğunu uçmasını ve kaçmasını imkansız kılacak noktaya kadar uzatabilir. Daha fazlası ölümü demek olacağı için orada duracaktır. Deniz aslanı da kilosu karaya çıkmasını engelleyecek noktaya kadar ilerleyecek ancak o noktada duracaktır. Ancak erkek insanlarda böyle bir durma noktası yok. Maddiyatla dişileri etkilediğini gören erkek insan için bu maddiyatın bir sınırı, sonu yok. Kitaptaki bu tespiti de ilginç buldum.

*

Üremek o kadar önemliymiş ki yazara göre üremeyi sağlamayan her şey yok olurmuş.

“Eğer gözlerin kahverengi olması çocuk sahibi olamamak anlamına geliyor olsaydı, kahverengi gözlü kimse kalmazdı.” Sf.224

Bu açıdan ilginç bir noktaya daha değiniyor yazar. Homoseksüelliği de bir çeşit genetik hastalığa benzetiyor. Madem homoseksüellik üremeye engel bir durum o halde evrimsel süreçte yok olmalıydı, diyor. Ama bir soru daha soruyor, homoseksüellik genetik mi? Yani bir gey geni mi var?

*

Soruları anladım ama cevapları anlamadım. Merak eden alıp okusun.

*

Kitabın sonlarına doğru kadın ve erkekten bahseden her anlatıda olduğu gibi maalesef tokat gibi acı gerçekler olan özellikle Hindistan ve Çin’deki sırf kız olduğu için öldürülen kız bebeklerden de bahsediliyor.