(The Secret Life of the Unborn Child)
Dr. Thomas Verny - John Kelly
1981
Türkçesi: Belkıs Elgin
Kuraldışı Yayıncılık
12.Baskı, Şubat 2021
179 sayfa
Kardeşim hamile, bebek bekliyor. Ben de yeğen bekliyor oluyorum bu durumda. Okuyalım bakalım yeğenimizin gizli yaşamını.
*
Kişilik özellikleri daha anne karnındayken oluşmaya başlıyor.
Rahimdeki dünya çocuğun ilk dünyası. “Eğer rahim sıcak ve sevgi dolu bir yer olmuş ise çocuk dış dünyanın da böyle bir yer olmasını bekleyecektir. Bu beklenti güven, açıklık, dışa dönüklük ve kendine güven konusunda yatkınlıkları belirleyecektir. Dünya çocuk için, tıpkı rahimde olduğu gibi, sıcak bir dünya olacaktır. Eğer rahimdeki dünya kaba ve zor bir ortam olduysa çocuk dış dünyadan da aynı şeyleri bekleyecektir. Bu düşmanca dünyaya karşı tutumu, içe kapanık, şüpheci ve güvensiz olacaktır.” Sf.39
Rahimdeki bebeğin dünyasındaki hakim ses annenin kalp atışları. Annenin kalp atışları normal ritminde olduğu müddetçe bebek her şeyin yolunda ve güvende olduğunu anlıyor.
Doğmamış bir çocuk örneğin huzursuzluğu hissedebiliyor. Sigara içen hamilelerin karınlarındaki bebecik huzursuz oluyormuş mesela.
“Ceninin annesinin sigara içtiğini veya içmeyi aklımdan geçirdiğini bilmesine imkan yoktur, ancak, kendi içinde yarattığı hoşnutsuz his ile annesinin sigara içmesi arasındaki bağı kurabilecek kadar sofistike bir akla sahiptir.” Sf.15
*
Bu kitapta da çocukla konuşmanın öneminden bahsediyor. Evet anne karnındaki çocukla da. Konuşmanın önemini bahseden diğer kitaplar için
Bkz: Yetişin Çocuklar
Bkz: Otuz Milyon Kelime
Çocuk tabii daha söyleneni anlamıyor. Sadece söylenenlerin tonunu, yumuşaklığını, rahatlatıcılığını hissediyor.
*
Anne karnında öğrenme de mümkün. Ünlü bir müzisyenin notalarına bakma ihtiyacı duymadan ezbere bildiği bazı parçalar varmış. Annesi profesyonel viyonselistmiş. Meğer annesinin hamileyken çaldığı parçalarmış bunlar ve bu müzisyen ezbere biliyormuş bunları kendiliğinden.
*
Hamileyken kadını etkileyen her şey çocuğu da etkiliyor. En çok da eşi. “Bir kadını, eşi tarafından yaratılan yıkıcı endişelerin derinliği kadar hiçbir şey etkilemez. Bu yüzden, doğmamış bir çocuğa, hamile eşine kötü davranan ya da onu ihmal eden bir baba kadar zarar veren az şey vardır.” Sf.23
O yüzden babalar, hamile eşinize hiç olmadığı kadar iyi eşlik etmelisiniz. Babanın eşine bağlılığı çocuğun duygusal sağlığını olumlu etkiliyor. Babaların da anne karnındaki çocukla konuşması önemli. Çocuk bu sesi de tanıyor ve bu tanıdık ses onu rahatlatıyor.
Babanın evliliğe ve eşine bağlılığı çocuk için hayatî önemde. O kadar ki zor bir evliliğin içindeki bir kadının duygusal ya da fiziksel olarak zarar görmüş bir çocuk doğurma riski, güvenli bir evliliği olan kadına göre yüzde 237 daha yüksekmiş.
*
Rahatlıkla ilgili olarak; mesela hamile kadın geceleri uyurken midesinde, bacaklarında rahatsızlık hissedip sık sık tuvalete kalkabilir. Yani rahat bir uyku uyuyamaz. Anne sakin ve rahat olamadığı için rahimdeki bebek de bu yüzden geceleri daha hareketli olur. O yüzden bebeklerin “dünyaya ters bir uyku düzeni ile gelmesi” anlaşılabilir, diyor yazar.
Aslında bebek annenin uyku düzenine uyumlu olarak dünyaya geliyormuş. Erken kalkan annelerin çocukları da erken kalkıyormuş, geç yatan annelerin çocukları da geç yatıyormuş. “Bir çocuğun uyku düzeni doğumdan aylar önce rahimde anne tarafından belirleniyordu.” Sf.57
*
Çocuk annenin her üzüntüsünden, stresinden etkilenmiyor. Geçici stres önemli değil. Önemli olan kalıcı, uzun süreli kaygılar ve kişisel problemler. Bu da daha çok eşle, kayınvalide/kayınpederle olan sıkıntılarmış. Ama daha da önemlisi kadının çocuğu için hissettikleriymiş.
Çocuk istemeyen annelerin bu isteksizliğini de kavrıyor rahimdeki bebek. Kitaptaki bir örnekte bebek annesinin memesini emmiyor. Mamayı ve başka annelerinin memelerindeki sütü iştahla içerken kendi annesininkini istemiyor. Fiziksel bir sorun bulunamayınca doktor anneye “Hamile kalmayı istemiş miydiniz?” diye soruyor. Anne hayır diyor. “Annesi onu doğmadan önce reddettiği için Kristina da annesini doğumdan sonra reddetmekteydi.” Sf.61
*
Çocuk içine doğduğu kültürü de tanır vaziyette doğuyormuş. Örneğin yeni doğmuş Çinli bebekler Amerikalı bebeklerden daha az ağlıyormuş. Afrika’nın kırsal kesimlerinde anneler çocuklarını çanta gibi sırtlarında taşıyor ama çocuklar kusmuyormuş. Çünkü bebek annesinin kültürüyle bağ kuruyor.
*
Doğumu hep annenin gözünden düşünüyoruz. Filmlerdeki doğum sahnelerinde de hep anneye odaklanılır. Halbuki bebeğin dünyasında güvenli anne karnından soğuk, metalik hastane odasına, bir sürü maskeli insanın arasına doğuyorsun. Bazen ilaç, bazen tıbbî aletler kullanılarak. Sonra da bir odada ağlayan bir sürü bebeğin arasına koyuluyorsun. Korkunç bir başlangıç. Kitapta anne ve bebeğin ilk temasının ne kadar önemli olduğundan uzun uzun bahsediliyor. Bu yakınlaşmanın ve acısız bir doğumun bebeğin hayatının geri kalanı için ne kadar önemli olduğunu tahmin edemezsiniz. Maymunlarla yapılan deneyde yeni doğan maymunları gerçek annelerinden alıp biri tel, biri havluyla kaplı maketlerden yapılmış sahte anneye bırakıyorlar. Hepsi havlulu olanı seçiyor. Çünkü dokunuş ve hissediş önemli. (Bu arada zalim bir deney.) Yani minicik bir bebek “soğuk ve gürültülü bir bakım odasında etrafı yabancılarla çevrili yatarken kafasından neler geçiyordur? Bu kritik saatlerdeki insan temasının eksikliği onu ileride nasıl etkileyecektir, annesine babasına karşı olan duygularını ve bir gün kendi eşine ve çocuklarına karşı duygularını nasıl etkiler? Kendi başına kalacağına annesiyle vakit geçirmesinin ona faydalı olacağına şüphe var mıdır?” Sf.90
Sezaryenle doğumun çocuk için pek de iyi olmadığını anlatıyor yazar. Sezaryenle doğmuş kişilerin cinsel ve fiziksel tutumlarında diğerlerinden farklılık oluyormuş. Çünkü ameliyatla doğumda çocuk normal doğumun fiziksel ve psikolojik zevklerinden mahrum kakıyormuş. “Fiziksel olarak sezaryenle doğanlar mekan olgusunu algılamakta zorlanırlar. Vücut oranlarının farkındalığı bu kişilerde doğal olarak belirmez. Fiziksel olarak nerede başlayıp nerede birliğini bilmediklerinden sakar olmaya eğilimlidirler. Cinsel olarak sezaryenin sonuçları vücut temasına açlık olarak ortaya çıkar.” Sf.94
Bu durumu "doğumun mekanikleştirilmesi," "teknolojik bir kutlamaya dönüşmesi" diye adlandırıyor yazar. “Doğum bebek karşılamaya yönelik olmalı, ameliyata değil.”Sf.99 Kadına ve ailesine doğum hakkında söz hakkı tanınmalı, annenin istekleri dikkate alınmalı. Bu yüzden doğum yapılacak hastanenin doğum felsefesini, cenini izleme, anestezi, lavman kullanımlarının nasıl olduğunu, babanın doğum odasına girip giremeyeceğini, bebeğin doğumdan sonra anne ile kalıp kalamayacağını, bebek prematüre doğarsa yoğun bakım odasında onu ziyaret etmeye izin verilip verilmeyeceğini sorun diye öneriyor.
Ebeleri doktorlardan daha insancıl buluyor yazar. Doktor hastalık temelli bir eğitim almışken ebelerin eğitimi doğumun normal bir biyolojik olay olduğu yönünde. Örneğin iki çocuklu bir kadın ilk çocuğunu doğum uzmanı ile doğurmuş. Uzman ona “it, itmeye devam et.” diyormuş. İkinci çocuğunu ebe ile doğurmuş. Ebe ona “bebeğini dışarı itmeye yardım et” demiş. Bebek kelimesinin sık sık kullanılması olayın gerçekliğini, orada bulunma sebebini hatırlattığı için anne daha iyi hissetmiş. Sadece "it" dendiğinde ise mekanik bir olaymış gibi hissetmiş.
*
Son olarak, tabii ki çocuklarınızı çok sevin. Çünkü ne olursa olsun “Bir annenin çocuğuna sevgisi, çocuk etrafında koruyucu bir zırh oluşturarak dış etkenler yüzünden oluşan gerginlikleri azaltır veya etkisiz hale getirir.” Sf.36
*
Çok ufuk açıcı buldum ben bu kitabı. Çok faydalı. Bebek ve doğum hakkında epey düşündürüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder