SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
Ahmet Hamdi Tanpınar
1961
Dergah Yayınları - 18. Baskı - Aralık 2012
395 sayfa
Yaptığın iş ne kadar saçma olursa olsun, en başta sen bu yaptığın işe inanıyorsan, herkes eninde sonunda inanacaktır.
Ben bu kitaptan bunu anladım.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü, evet gerçekten saçma, gereksiz, anlamsız bir kuruluş. Ama işin kurucusu Halit Ayarcı bu işin o kadar önemli, o kadar gerekli olduğunu düşünüyor ki onun karşısında siz kendinizden şüpheye düşüyorsunuz, bu enstitü olmasa hakikaten dünya eksik kalırmış diye.
Bir de şunu anladım;
Etrafınızdaki herkes deliyse sizin akıllı olmanız hiçbir işe yaramaz. Ya siz de delirirsiniz ya da en azından deliymiş gibi davranırsınız.
İşte Hayri İrdal'ın durumu da bu.
Etrafındaki herkes çıldırmış. Elinden geldiğince onlara uymaya çalışıyor, ama deliliğe ne kadar ayak uydurulabilir ki?
*
Hayri, fakir bir adam. Zengin bir halası var. Ölse mirası kalacak ama hala hepsini gömecek kadar hayata tutkun. Nitekim bir kere mezardan kalkıp gelmişliği var. (Öldü sanılıp da tabuta konuluyor, tam gömülecekken uyanıveriyor. Arkasından mallarının paylaşımının yapıldığını görünce öfkeleniyor, tüm malını mülkünün keyfini tam bir sefahatla sürmeye başlıyor.)
Hayri'nin yakın arkadaşları Seyit Lütfullah denilen aklından zoru mu var yoksa gerçekten evliya gibi bir adam mı bilinmeyen birinin hazine hikayesiyle oyalanıyor önce.
Bu hazine hiçbir zaman bulunamıyor tabi.
Hayri ve karısı Emine, evinde onlarca çocuğu ve çocuklarının eşleri ile beraber yaşayan, evindeki bu kalabalıktan memnun Abdüsselam Efendi ile yaşamaya başlıyor. Ama herkes Abdüsselam Efendi'yi bir bir terkederken Hayri ve Emine bir türlü gidemiyor, adamcağız üzülür diye.
Hayri biraz pısırık bir adam. Direnç gösteremiyor olaylara. O kadar ki kızının adını Abdüsselam Efendi'nin koymasına bile mani olamıyor. Kendi kızının adını bir başkasının koymasına müsaade ediyor.
Abdüsselam Efendi ölmeden önce gelip giden aklıyla vasiyetler yazıp durmuş Hayri ve kızı için. Ama ortada miras namına bir şey yok. Ta ki Hayri, şaka olsun diye bir elmastan bahsedene kadar. Bu şaka fena halde kakaya dönüşüyor. Ve Abdüsselam Efendi'nin çok değerli bir elmas bıraktığı dilden dile yayılıyor. Alacaklıları da kapıya dayanıyor. Hayri öyle bir şey olmadığını anlatmaya çalışırken alacaklılarının şikayetiyle hapse giriyor. Onun deli olduğunu düşünen hakim Adli Tıp' a gönderiyor.
Doktor Ramiz ile burada tanışıyor. Doktor, psikoloji ile yakından ilgili. Ama kendisi de manyağın önde gideni olduğu için Hayri'nin her söylediğinden bambaşka anlamlar çıkarıyor.
Nihayet Hayri beraat ediyor. Ancak bu arada güzel, iyi ve belki de hayatındaki tek normal insan olan karısı ölüyor.
Hayri'nin ikinci evliliği Pakize adındaki bir manyakla oluyor. Bu kadın sinema ile gerçeği karıştırıyor, kendisini bir film yıldızı zannediyor. İçinde olduğu hayatı filmlerde gördüğü hayatla bir tutuyor.
Sefalet içinde yaşayan Hayri'nin hayatı Doktor Ramiz'in tanıştırdığı Halit Ayarcı'yı görünce değişiyor.
Hayri, saatlerden anlıyor, çocukken saatçinin yanında çalışmış. Çalıştığı ilk saatçi saatlerin tamirinden çok felsefesi ile meşgul olmuş. Yanında çalıştığı ikinci saatçi normal bildiğimiz saat tamircisi.
Hayri, Halit'in bozuk saati ile ilgili geniş teferruat verince Halit'in ilgisini çekiyor.
Böylece Saatleri Ayarlama Enstitüsü kuruluyor.
Hayri, anlam veremiyor böyle bir yerin varlığına. Çünkü gerçekten de anlamsız. Çok anlamsız hem de, fevkalade gereksiz ve boş bir iş. Fakat Halit Ayarcı bu yaptıkları yeryüzünün en ciddi ve en önemli işiymiş gibi davranıyor. Herkesin de böyle düşünmesini sağlıyor. Yüzlerce insan çalıştırılıyor, şubeler açılıyor, dernek kuruluyor -Saat Sevenler Cemiyeti- Tam bir çılgınlık.
Hayri bir yandan bu çılgınlık yüzünden kafayı yiyecek ama bir yandan da işleri, maddi durumu düzeldi, etraftan saygı görüyor. Metresi de oluyor, Selma Hanım.
Ama hep bunların bir sonu gelecek diye düşünüyor. Sonsuza kadar süremeyecek denli ahmakça bir iş çünkü bu yaptıkları.
Gerçekten de sonu geliyor.
Önce enstitü binasının saat şeklinde olması tasarlanıyor. Sonra da saat evleri kurulması planlanıyor. Ama kimse kendi evinin o şekilde yapılmasına müsaade etmiyor.
"Yeniliği kendilerine ucu dokunmamak şartıyla seviyorlardı. Hâlâ da o şartla severler. Fakat hayatlarında emniyetli ve sağlam olmayı tercih ediyorlar."
İnsanların artık kendisine inanmadığını gören Halit Ayarcı, yaptığı işe inancını kaybediyor. O inancını kaybedince işler de bozuluyor.
Yabancı bir heyet karşısında tek başına kalan Hayri, adamların "Burası ne işe yarıyor?" sorusuna bir türlü tatmin edici cevap veremiyor. Halbuki Halit Ayarcı, bu soruya hep bir şekilde yanıt bulur, Hayri'yi ve herkesi ikna ederdi.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü böylece kapanıyor. Kapanmasıyla birlikte çalışanlar Hayri'ye ateş püskürüyor. Çalışan dediğimiz de iş güç sahibi sayılmazlar. İş yoktu ki. Saçma sapan bir şey.
O esnada Halit Ayarcı tekrar ortaya çıkıyor. Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nün tasfiyesi için bir tasfiye komisyonu kurulacakmış, herkes o komisyonda çalışacakmış. Yine sıfırdan bir iş icat etmiş oluyor.
Bunu duyan çalışanlar, az evvel ateş püskürüp çirkinleşenler kendileri değilmiş gibi yeniden gülmeye eğlenmeye başlıyorlar.
Mükemmel bir adam Halit Ayarcı. Tam bir inanç ve özgüven abidesi. İnsanın kendisinden şüpheye düşmesine sebep olacak kadar hem de.
Ahahah. Çok eğlenceli, çok.
***
Altını Çizdiklerim
HÜRRİYET TANIMI:
"Kısa ömrümde birkaç defa memleketimize geldiğini işittim. Evet bir kere bile kimse bana gittiğini söylemediği halde, yedi sekiz defa geldi; ve o geldi diye biz sevincimizden, davul zurna sokaklara fırladık.
Nereden gelir? Naısl birdenbire gider? Veren mi tekrar elimizden alır? Yoksa biz mi birdenbire bıkar, 'buyrunuz efendim bendeniz artık hevesimi aldım, sizin olsun. Belki bir işinize yarar!' diye hediye mi ederiz? Yoksa masallarda, duvar diplerinde birdenbire parlayan fakat yanına yaklaşıp avuçlayınca gene birdenbire kömür veya toprak yığını haline giren o büyülü hazinelere mi benzer? Bir türlü anlayamadım.
Nihayet şu kanaata vardım ki, ona hiç kimsenin ihtiyacı yoktur. Hürriyet aşkı bir nevi sbonizmden baska bir sey degildir. Hakikaten muhtaç olsaydık, hakikaten sevseydik, o sık gelişlerinden birinde adamakıllı yakalar, bir daha gözümüzün önünden, dizimizin dibinden ayırmazdık. Ne gezer? Daha geldiğinin ertesi günü ortada yoktur. Ve işin garibi biz de yokluğuna pek çabuk alışıyoruz. Kıraat kitaplarında birkaç manzume, resmi nutuklarda adının anılması kafi geliyor."
*
"Hepimiz ömrümüzün kısalığından şikayet ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız?" sf.29
*
"Mektep, gençlik için daima ehemmiyetlidir. Her şeyden sarfınazar o yaşlarda ömrün en azaplı meselesi olan 'Ne olacağım?' sualini geciktirir." sf.60
*
"...beynim denen odun kütüğüne çakı ile kazmak istiyormuş gibi..." sf.163
*
"Biraz sonrası dediğimiz şeyden korkuyordum." sf. 186
*
"İnsanoğlu insanoğlunun cehennemidir. Bizi öldürecek belki yüzlerce hastalık, yüzlerce vaziyet vardır. Fakat başkasının yerini hiçbiri alamaz." sf.186
*
"En iyisi düşünmemekti. Kaçmaktı. Kendi içine kaçmak. Fakat bir içim var mıydı? Hatta ben var mıydım? Ben dediğim şey, bir yığın ihtiyaç, azap ve korku idi." sf. 187
*
"Kafamdan ancak gölgesi geçen bir düşüncenin iki dakika sonra böyle cezasını çekeceğimi nereden bilebilirdim? Biz fakirler böyleyizdir. Kader sarayında bizim işlere bakan büro hiç şaşmaz, ihmal etmez. Zihnimizden geçen en uzak, en masum ihtimallerin, sadece şiddet ve ret için düşündüğümüz şeylerin bile ceremesini öderiz." sf.199
*
Ahmet Zamanî Efendi isminde hiçbir insan tanımamıştım. Hattâ adını ilk defa duyuyordum. 'Ah ya Rabbim, ekmek paramı niçin bana doğrudan doğruya vermedin de beni başkalarının uydurduğu bir yalan yaptın!' Hakikatte de böyle idim. Ucunu bucağını bilmediğim, her gün yeni bir parçasıyla karşılaştığım âdeta tefrika halinde bir yalan olmuştum.
*
"Kurulmuş, sağlam işlerin arkasına çekilince insan ne kadar rahat oluyor. Bütün dünyaya meydan okuyabiliyor." sf. 205
*
"Kendisinden başka herkesi haklı bulan bir insan kavga eder mi hiç?" sf.306
*
"Yalana ancak yalanla karşı konabilir. Bu işte hakikat üzerinde ısrar sadece sönük bir inat olurdu." sf 320
*
"Bu musiki değildir artık! Bu bir sürü kurdun açlıktan uluması gibi bir şeydi." sf. 355
*
"Hayatta uğradığımız bütün güçlükler az çok kafamıza gelen ilk fikirden bir türlü silkinip çıkamayışımız yüzünden değil midir?" sf. 373
*
sf.387 |
***
Söylemeden edemeyeceğim,
Halit Ayarcı karakteri, daha taze okuduğum "Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak" kitabında yapılması tavsiye edilen her şeyi yapan örnek bir insan. Kendine güvenmek olsun, başaracağına inanmak olsun, eksileri artılara çevirmek olsun...Kişisel gelişimini tamamlamış, dört dörtlük biri. Haha
*
Ben bu kitabı aslında daha önce okumuştum. Sene 2013
O zaman da aynı şeye takılmışım. Yaptığın işe inanma meselesine.
Bununla ilgili Cem Yılmaz'ın bir gösterisinde anlattığı olay geliyor aklıma. Bunlar film setindeler. Seyyar bir tuvalet ayarlıyorlar. Tuvaletin sahibi baba oğul, çok janti giyinmiş, sanırsın şirket CEO'su, iş adamı, öyle bir ciddiyet. Tuvaletçi, sektörde ne kadar başarılı olduklarını, bir numara olduklarını falan anlatıyor. Tuvalet işi halbuki, tuvalet. Cem Yılmaz da tabi bu tavır karşısında saygı duyuyor.
Böyle yapmayı bilmek lazım belki de.
Kitabı 2-3 yıl önce okumuş ve sevmiştim. Benim de ilgimi çeken noktalardan biri yaptığın işe inanma olmuştu. İnanç insana Saatleri Ayarlama Enstitüsü bile kurdurabiliyor :))
YanıtlaSilKurdurmakla kalmıyor, herkesi de inandırabiliyor :) Sanırım bir şeye başkasını inandırabilmenin yolu, önce kendi inanman.
Sil