23 Şubat 2013 Cumartesi

DEVLET KUŞU




DEVLET KUŞU

Yazarı: Orhan Kemal

Yayınevi: Tekin Yayınevi

Basım Yılı: 7. Basım - 2001

Sayfa Sayısı: 247



Orhan Kemal'in romanlarındaki İstanbul'u hiç sevmiyorum. O romanın geçtiği dönemi, o dönemin insanlarını...

Daha önce okuduğum "Evlerden Biri" ya da "Bir Filiz Vardı"da da böyleydi. Henüz 14-15 yaşındaki kız çocuklarına laf atan, elle sözle taciz eden, otobüste sıkıştıran öküzler, bol bol mahalle dedikodusu, fakirlik, sefillik, fakirlikten kurtuluşun tek yolu olarak zengin eş bulma derdi, aile içi saygısızlıklar, evladın anne babaya, anne babanın evlada, anne babanın birbirine davranışları....offf. Çok darlanıyorum bu romanlarda. 

Fakir bir semtin fakir bir Arnavut ailesi. Arnavut diye özellikle belirtmemin sebebi romanın Arnavut şivesi ile süslenmesi. Hiç Arnavut şivesini birebir duymadığım için bilemiyorum ama kitaptaki kullanımı televizyonlarda çingene karakterleri canlandıran oyuncuların kullandığı dil. "Benim serseri oğlan gezer bütün gün, istemez çalişmak, gitmez kulağina söz, değil çocuk ki çekeyim kulakıni... ne süylersin be..." Biraz da Rum havası var gibi.

Anne Şöhret, baba Mehmet, büyük erkek çocuk Mustafa, kız kardeşler Ayten ve Nurten, küçük erkek çocuk Erol, en küçükleri bebek Hikmet. Yiyecek yemek bulmakta sıkıntı çekecek kadar dev bir fakirlik. 

Mehmet bir yerde bekçi. Arkadaşı var Bayram diye. Olmaz olsun böyle arkadaş. Hanımın altınlarını satıp içkiye yatıran hödükler. Evde yiyecek ekmek yok, ama rakıya mezeye ayıracak para var. Çoluğunun çocuğunun rızkı o hayvan. 

Ayten ile Nurten, fabrikada çalışıyorlar. Onlar da zengin koca bulma arzusunda.

Mustafa. İşte asıl adamımız. Serseri, hovarda. Bir yandan hoşuna gidiyor bu hayat tarzı ama öbür yandan bu yolun yol olmadığının farkında. Komşu kızı Aynur'a aşık ama nasıl evlensin, neyle baksın ona. İyi bir iş bulup kendine çekidüzen vermeden evlenmek istemiyor onunla. Bir köfteci dükkanı açma hevesinde. Ama para yok. 

Bir gün mahalleye zengin bir adam gelir. Burnu Kaf dağında eski kaymakam Zülfikar Bey. Bu mahalleye bir apartman dikecektir. Adam zengin ama zengin bir muhite değil ille de buraya yapmak istiyor apartmanını. Nedenini karısına şöyle açıklıyor:

" Dolaştığımız ilçelerin kılkuyruk hakim, avukat, doktor, bilmem memur hanımlarından, kaymakam hanımı olduğun halde az mı dert yanardın? Ne çabuk unuttun. Halbuki fakir fukara...Bağır, çağır, döv, söv,say...Değil el kaldırıp karşılık vermek, gözlerini kaldırıp bakmazlar bile...Bağırdım, çağırdım, ağzıma geleni söyledim de tıss. Zengin semtlerin ukala dümbelekleri olsa"

Pis fakirler.

Adam bu kanaate erişmekte haksız da sayılmaz. Adam mahalleye adım atar atmaz, karaktersiz Bayram yaltaklanmaya başladı. Aman efendim, sepet efendim. Mahallenin çocuklarına apartman dikeceği arsada top oynuyorlar diye ağzına geleni saydırıyor, fahişe çocukları, piçler, veledi zinalar diyor, mahalleliden tıs yok gerçekten. Adam da bunu istiyor. Kendisi essin gürlesin, ama kimse kendisine ses çıkaramasın. Zenginlere karşı, eğitimlilere karşı bunu yapamayacağını bildiği için, buraya çörekleniyor.

Dışarıda böyle adileşen bu adam evde melek gibi oluyor. Varsa yoksa biricik kızı. 

Kızı 25 yaşında ama zayıflıktan, gelişmemişlikten 15 gibi gözüküyormuş. Çok çirkinmiş. Sıska, zayıf, kuru bamba gibi tanımlamaları var yazarın bu kız için. Kız aşırı bir şekilde roman ve sinema tutukunuymuş. O kadar ki biraz kafayı sıyırdığı söylenebilir. Hayal aleminde yaşıyor. Kitap okumanın böyle zararları olur mu ama ya? Yapmayın böyle. Bir de adaşım kendisi, Hülya.

Apartman bitiyor, Hülyalar da dairesine yerleşiyor. 

Hülya ve annesi, Mustafalara ziyarete gidiyor bir gün. Mustafa yok evde o gün. Mustafa'nın annesi telaş içinde. Misafirlerin karşısına çıkamıyor. Çünkü onların yanında giyebileceği tek bir düzgün kıyafeti yok. Hepsi eski, yamalı, kirli. Aynur yetişiyor imdadına. Düzgün bir elbise ayarlıyor kayınvalidesi diye gördüğü kadına ama kadın oralı değil. O Mustafa'sına kimseleri yakıştıramıyor.

İşte bu ziyarette Hülya, Mustafa'nın bir fotoğrafını görüyor. Görür görmez de aşık oluyor.

Kızının bir dediğini iki edemeyen Zülfikar Bey, Mustafa'ya iş veriyor. Ailesine ev veriyor. En son da kızını veriyor.

Mustafa bunların hiçbirine yanaşmıyor başta. Ama ailesi, arkadaşları, herkes ısrarcı olunca karşı koyamıyor. Hele Sülo. En biricik arkadaşı. O giriyor kanına. Mustafa, her ne kadar babasına ve babasının Bayram'la olan arkadaşlığına kızsa da kendisinin de Bayram'ı olarak Sülo var. Kınadığı şey kendisinin de başında var ama bunun farkında değil.

Bu iş sahibi olma, ev sahibi olma, evlenme süreci o kadar hızlı ilerliyor ki. Gerçekten kitapta da bu hızı görüyorsunuz. Çok ayrıntılı anlatılmıyor bu kısımlar. Çarçabuk geçiyor. O hızı biz de anlayalım diye herhalde.

Mustafa, aklında Aynur ama yanında Hülya, başında zebella gibi kayınpederi, sabah işe git, akşam gel bir hayat sürmeye başlıyor. Bu hayatın ekmeğini ise kendisi değil, ailesi yiyor. Babasına iyi bir iş bulunuyor, kız kardeşlerinin artık çalışmasına gerek kalmıyor, hayallerinin bile ötesinde bir rahata kavuşuyorlar. Ama Mustafa'nın hayatı zapturapt altında. Kayınpederi hiç nefes aldırmıyor.

Tahmin edileceği üzere Mustafa en nihayetinde zincirlerini kırıyor. Bir iş için dışarı çıktığında Aynur ile karşılaşıyor. Deli gibi içiyorlar birlikte. Sonra evlendiğinden beri görüşemediği serseri arkadaşlarına gidiyor. Bir posta da onlarla içiyor. Zil zurna bir şekilde eve gelince evde kıyamet kopuyor tabi. Kayınpederi "Seni ben adam ettim. Üzerine kıyafet aldım, şunu aldım, bunu aldım" diye saydırmaya başlayınca Mustafa çıkarıyor üstünü başını, evi terkediyor. Hamile karısı Hülya da peşinden koşturuyor ama merdivenlerden yuvarlanıp hastaneye kaldırılıyor.

Mustafa artık ipleri koparmış. Eski sefil ve serseri hayatına geri dönüyor. Aynur ile bir hayat düşünüyor artık. 

Eski arkadaşlarıyla yine köfteci dükkanı peşinde ama para yok. Para para diye kıvranıyorlar.

Bu arada Hülya hastanede son günlerini geçiriyor. Mustafa'yı görmek istiyor ama Mustafa artık o aileden kimseyi görmek istemediği için gitmiyor.

Kızı için deli divane olan Zülfikar Bey, Mustafa'nın yanına gidip ayaklarına kapanıyor. Hülya'nın artık son günlerini yaşadığını, ölmeden kendisini bir görmesini, kızının son arzusunun bu olduğunu söylüyor. "İstediğin kadar para da veririm sana" diyip savuruyor paraları ona.

Tam da köfteci dükkanı için yana yakıla para aradıkları bir zamanda karşılarına bu şekilde para çıkması trajikomik olsa da bizim serseriler bu paraya tamah etmiyor, Sülo topladığı paraları Zülfikar Bey'e "Biz insanlığımızı parayla satmayız" diye geri veriyor. Mustafa da insanlık namına ölüm döşeğindeki karısını görmeye gidiyor. 

SON
Erler Film Gururla Sunar




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder