YÜZBAŞININ KIZI
( Kapitanskaya Docka)
Yazarı: Alexandre Sergeyeviç Puşkin
Türkçesi: Süheyl Güven
Yayınevi: Bahar Yayınevi
Basım Yılı: 2004
Sayfa Sayısı: 184
Rus edebiyatı deyince akla ilkin karmaşık ve bir dolu isim, sayfalar dolusu betimlemeler gelir ya. Bu onlardan değil. Daha konsantre hali onların.
Problem aslında şurada. Adı mesela Pyotr Andreyiç Grinev olan adama bir Pyotr deniyor, bir Andreyiç deniyor, bir Grinev deniyor, bir Petruşa deniyor. O yüzden üç isimli bu arkadaşların her bir adını ve kısaltmalarını iyice bellemek gerekiyor. İyi bir romanda, ya da daha doğrusu iyi bir çeviride bu çok problem olmuyor. Romanın akışı içine kendini kaptırınca anlayabiliyorsun. Çok korkmamak lazım o yüzden.
Roman, 1700'lü yıllar Rusya'sında geçiyor.
Andreyiç, baba mesleği askerliği sürdürmek için görevlendirildiği bölgeye gitmek üzere yardımcısı/dadısı Savelyiç ile yola çıkar.
Yolda daha dakika bir gol bir haytalığa başlar.
Kaldıkları handa bilardo oynar, yenilip yüz ruble kaybeder. Parayı, dadısının tüm itirazlarına rağmen öder.
Oradan ayrılıp yola devam ederken, kendilerini götüren arabacı "Birazdan kar bastıracak, tipi olacak, göz gözü görmeyecek" demesine rağmen aldırmaz, yola devam edilmesini ister. Nitekim tipi bastırınca kalakalırlar ortada. Neyse ki onlara yol gösteren biri çıkar. Hep birlikte bir hana giderler. Ancak onlara yol gösteren rehber haydutun tekidir. Buna rağmen Andreyiç, ona yol göstermesinin karşılığı çıkarır kürk yeleğini verir.
Nihayet görev bölgesine varır. Buradaki yüzbaşının (gerçi kitapta yer yer subay, yer yer komutan diye geçiyor, askeri ünvanlardan da anlamıyorum zaten ama kitabın adına sadık kalayım, yüzbaşı diyeyim) kızı Maşa'ya aşık olur. Ancak Şvabrin adındaki ikiyüzlü, kalleş de Maşa'ya aşıktır. Şvabrin'e bu kadar yardırmamın sebebi ilerde saf değiştirip vatani görevi yerine isyankar bir çapulcuya yaltaklanması ve Maşa'ya acımasız davranması.
Andreyiç'in bulunduğu bölge Çar'a ayaklanıp kendisinin çar olduğunu söyleyen Pugaçev ve adamları tarafından zaptedilir. Andreyiç bir bakar ki Pugaçev aslında kar yüzünden yolda mahsur kaldıklarında kendilerine yol gösteren rehber imiş. Pugaçev de onu tanır. Kürk yeleğin hatırına canını bağışlar. Fakat Maşa'nın anne, babası idam edilir. Maşa'yı da peder ve karısı evlerinde saklar. Zaten kızcağız bu olanlar yüzünden hasta olup yataklara düşmüş vaziyettedir.
Andreyiç, oradan ayrılır ama tabi aklı Maşa'da. Geri dönüp Maşa'yı kurtarmaya karar verir. Bunun için Pugaçev'e herşeyi anlatır. Tabi Maşa'nın yüzbaşının kızı olduğunu söylemeden.
Pugaçev insafa gelir ve sevenler kavuşur. Maşa'yı alıkoyan Şvabrin de, Pugaçev tarafından cezalandırılır.
Ama Andreyiç en nihayetinde bir asker olduğu ve orduya katılması gerektiğinden Maşa'yı kendi anne babasının yanına gönderir.
Gel zaman git zaman Şvabrin denen alçak burayı basar. Andreyiç, annesi, babası ve Maşa'yı kim kurtarır? Tee bilardo oynarkene yenildiği komutan.
Kıssadan hisse. İyilik yap iyilik bulasın. Kumarda kaybedince paranı ver. Karda sana yol gösterene kürk ver, para ver. Bunlar hep iyilik.
Pugaçev isyanı da bastırılmış, artık Andreyiç ailesiyle birlikte mutlu mesut yaşayacağını düşünürken, bir celp gelir Çariçe'den. Pugaçev ile işbirliği yaptığı iddiasıyla yargılanır Andreyiç. Durumun böyle olmadığını anlatmasına rağmen, nasıl inandırsın? Sormazlar mı adama Pugaçev herkesin kellesini keserken seni neden serbest bıraktı? Sana neden yardım etti? Onun adamıymışsın demek ki.
Andreyiç sürgünle cezalandırılır. Buna kahrolan Maşa, toplar tası tarağı Çariçe'nin karşısına çıkar. Anlatır tüm olanları. Çariçe de insafa gelir ve Andreyiç kurtulur. İşte şimdi mutlu mesut olabilirler artık.
Roman, böyle bir aşk hikayesi gibi gözükse de arka planında tarihi gerçeklikleri barındırıyor. Pugaçev isyanı, dönemin ruhu...net bir şekilde ortaya seriliyor. Keza o dönem Rusların Türklerle de savaşları olduğu için romanda yer yer Türklerden de bahsediliyor. Tam bahsetmek gibi değil de aslında, örneklem olarak kullanılıyor. İşte "Ne Prusyalı'nın süngüsü, ne de Türk'ün kurşunu değebilmişti sana...", "...tam Türk usulü kılıcımı adamın kafasına vurmaya hazırlanırken...", "Türkle veya İsveçli ise çarpışsan neyse.." gibi.
İnsan imreniyor. Bizim de o dönemlerde yazılıp bugüne kadar gelmiş klasiklerimiz olsa. Bizdekiler 1800'lerden başlıyor, Tanzimat ile. Onlar da güzel eserler ama daha öncesinden başlasaymış. İşte bunlar hep matbaanın geç gelmesi yüzünden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder