BIÇKIN
ve AĞLAK
Yeni Türkiye’nin Hikayesi
Can
Kozanoğlu
Mirgün
Cabas
2018
Can
Yayınları
3.Basım
– Ağustos 2021
495
Bir
çırpıda okuyuverdiğim bir söyleşi kitabı. Hem konular ilgi çekici hem de konuşan
iki aklı başında insan olunca aktı kitap aktı.
*
Can
Kozanoğlu gazeteci, yazar, sosyolog.
-Cilalı
İmaj Devri
-Pop
Çağı Ateşi
-İnternet
Dolunay Cemaat
adlı
kitapları var. Okumadım. Okumayı isterim ama artık basılmıyormuş. Basılmasını
kendisi istemiyormuş. Doksanlı yıllardaki eserleri bunlar ve hem kendisi hem de
dünya artık değiştiğinden tekrar bunların gündeme gelmesini istemiyor olabilir.
Bir
kitap daha yazması bekleniyormuş Can Kozanoğlu’nun. Ama bir türlü yazamıyormuş.
Sonra bakmışlar bu adamın kitap yazacağı yok, Mirgün Cabas almış eline kayıt
cihazını, ben sorayım sen cevapla madem, demiş. Böylece bu kitap ortaya çıkmış.
Zaten Can Kozanoğlu da yazsa yazacağı kitabın adı “Bıçkın ve Ağlak” olacakmış.
Kitapta
Mirgün Cabas soruyor, Can Kozanoğlu yanıtlıyor. Kendi hayatı, meslek yaşamı,
Türkiye’nin gelmişi, geçmişi, geleceği, müzik, siyaset, yemek, edebiyat… Tadı
damağımda kalan bir kitap oldu. Kitabın devamını istiyorum. Çok sevildi, ikincisi
gelsin.
*
Can
Kozanoğlu çocukluğundan beri kitap okurmuş. Ailesinin gerek maddi gerek
entelektüel durumu itibariyle kitaba erişimi zaten kolaymış. İçinde de merak
olunca bol bol okumuş.
Okulda
pek çalışkan bir öğrenci sayılmazmış. Sınavlara gitmeye dahi üşenen bir tembelmiş.
Gelgelelim okulda hoca oluyor sonra. Bilgi Üniversitesinde ders anlatıyor.
Genç
yaşta gazeteciliğe başlamış. Meslek hayatı boyunca da hep bir şekilde yayın
dünyasının içinde olmuş.
*
Kötüye olan düşkünlüğünü anlattığı kısımlar çok eğlenceli. Kötü film, kötü dizi, kötü müzik… Bunlarla dalga geçmekten eğlenirmiş. Bana da eğlenceli gelir bu. Ama son zamanlarda bundan o kadar eğlenmemeye başlamış. Anlayabiliyorum. Kaliteli işlerin norm olduğu ortamda kötüyle dalga geçmek eğlenceli. Ama artık kalitesizlik norm olunca kötüyle dalga geçmek eğlenceli gelmiyor.
*
Siyasetten de bahsediliyor kitapta. 1980’ler 90’lar ve AKP dönemi.
Kitap
2018’de yazılmış. 2022 itibariyle şu konuda değişen pek bir şey yok: Herkesin
CHP’ye kızması.
“Yaşadığımız yıllar için söylüyorum, Türkiye
siyasetinde en kolay yüklenilecek kurum CHP’dir kesinlikle. AKP’ye laf söylesen
AKP’liler kızar, ayrıca başın belaya girebilir. MHP’ye laf söylesen MHP’liler
kızar, bedeli olabilir. HDP’ye laf söylesen epeyi destekçi çıkar ama en azından
HDP’lileri karşında bulursun. CHP’ye bir şey söylesen, diğer partilerden önce
CHP’liler alkışlar seni. Enteresan bir topluluk.” Sf.96
Kendisi
de bu topluluktan:
“Benim
de sinir sistemimde bir CHP faktörü var yıllardır. Haftada birkaç kez CHP’ye
öfkelenirim, birkaç kez de CHP’ye haksızca yüklenenlere kızarım.” Sf.96
*
1990’lı
yılların siyasetçilerini anıyor bol bol. Turgut Özal, Mesut Yılmaz, Tansu
Çiller, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel…
Örneğin
Turgut Özal’ı eleştiriyor. Ona sempati duymazmış. Onun demokrat olmadığını
düşünürmüş. “Fakat beterin beterini görünce…” diye ekliyor. “En azından bir
mizah duygusu vardı, Özal’ın. Zaman zaman kaybetse de, asgari hoşgörüsü.”
Sf.113
Tansu
Çiller ile ilgili Mirgün Cabas’ın şöyle bir yorumu var, çok güzel: "Profesör ama
uzman olduğu söylenemez, genel başkan ama hatip olduğu söylenemez, siyasetçi
ama tabanla ilişki kurduğu söylenemez.” Sf.127 Sonra da onun klasik gafları.
Yazar
bu siyasileri çokça eleştiriyor ama
bugün onları bu kadar eleştirmek haksızlık olabilir diye düşünüyor, çünkü şöyle
iç acıtıcı bir gerçek var ki: “bugün eşikler hayli aşağıya indiği için…” sf.125
*
12
Eylül döneminde sık sık Atatürk’ten bahsedilmesi o dönem liseli olan yazarda antipati
yaratmış. Ama sonra zamanla Atatürk’ü sevmeye başlamış.
Atatürkçülük
tanımı şöyle: “Atatürkçülük, laiklik konusunda, cumhuriyetçilik konusunda, kültürel
istikamet konusunda, bilim konusunda birtakım genel tercihleri kabul edip
bunların merkezine de Atatürk ve Atatürk sevgisini yerleştirmek.” Sf.177
Kemalizm tanımı da şöyle:“Kemalizm ise biraz daha somut, genel tercihlerin nispeten daha net ve keskin ilkelere dönüştüğü bir toplum modeli önerisi.” Sf.178
*
Sosyal
medyayı pasif kullanıyormuş yazar. Yani sadece kim ne yazmış diye bakıyor,
gündemi yokluyor, kendisi bir şey yazmıyor. Gelebilecek tepkilerle uğraşmak
istemiyor işin aslı. Twitter kullanan bilir. Her yazdığınız farklı bir noktaya
çekilebilir, bir yerde yaptığınız bir açıklamadan cımbızla çekilen bir kısım sizin
hiç kastetmediğiniz bir şekilde paylaşılabilir… Linç etmeye ve edilmeye çok
teşne bir ortam. Yazar da Twitter kullansa başına geleceği bildiği için
isabetli bir karar vererek kullanmamayı tercih etmiş.
İnsanlar
birbirlerinin söylediklerini eleştirsin, ne ala ama sosyal medyada kullanılan
dil ağır. “Buna gülenin osuruk kadar aklı yoktur.” “Bunu beğenen maldır.” “Bunu
sevmeyen salaktır.” Böyle tepkiler. Üstelik niçin? Biri bir diziyi, filmi,
yemeği, müziği… sevdiğini ya da sevmediğini söylemiş, ona verilen tepkiler bunlar. Dev
bir tarafgirlik, gereksiz. Ünlü insanların ulaştığı kitle daha fazla olduğu
için doğal olarak daha da fazla insanın bu çeşit tepkilerine maruz
kalabiliyorlar. Kimi ünlü cevap veriyor, kimisi umursamıyor, kimisi de hiç yer
almıyor. Tercihtir.
*
Müzikten
de bahsediliyor bol bol. Arabesk müzik, alaturka müzik, pop müzik… Bunların
gelmişi, geçmişi, doğuşu ve gelişimi, kült isimleri. Evet Orhan Gencebay, Ferdi
Tayfur, Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses…
Kitabın yazıldığı zamanda "Müslüm" ve "Bergen" filmleri yoktu. Bir de bu filmlerin ardından
Kozanoğlu sosyolog gözüyle fikirlerini söyleyebilseydi. Diyorum kitabın devamı
gelmeli diye
*
Editörlük
de yapmış yazar. İletişim Yayınlarında editör iken pek çok taslak kitabın
basılıp basılmayacağının kararını vermiş. Bunu yaparken kitap yazma hayali olan
insanların bu hayaline saygı duyduğunu ve bunu hep hatırında tuttuğunu
söylüyor. Bu yüzden o taslakları hep sonuna kadar okurmuş. Böylece reddedecekse
bunun ayrıntılı olarak sebebini açıklayabilirmiş. Kimi kitabı da beğense bile
yayınevinin tarzına uygun bulmadığı için reddetmek durumunda kalırmış. Orhan
Pamuk’un da bazı kitaplarını daha basılmadan ilk defa okuyan kişi olmuş.
*
Yemek
yapmayı severmiş yazar. Dışarıda en güzel restoranı bulmak değil de o
restoranda yapılan yemeği evde yapmakmış tutkusu. Ne güzel. Türk mutfağının
zenginliğinden de iştah açıcı şekilde bahsediyorlar bol bol.
Dışarıdan
yemek söylemenin had safhada olduğu bir dönemdeyiz. Özellikle korona salgını
zamanı ve sonrası. Kitap zamanında daha korona olmadığı için yazarın bu konudaki
değerlendirmelerinden de yoksunuz. Hey! İkinci kitap?
*
Pornodan
da bahsediliyor kitapta. Yanlış anlaşılmasın, sosyolojik açıdan bahsediliyor.
Yazar
bir ara üniversitede bu konuda ders vermeyi ummuş. Dünyada yapılan sosyolojik
araştırmalar ekseninde pornoya sosyolojik, kültürel, tarihi bir yaklaşım…
Verdirirler mi o dersi? Daha ders verilmeden bir sürü olumsuz haber çıkmış
zaten, bir de verilse…
Yazarın
pornoyla tanışması çocukluğundaki sinemalarda ve dergilerde olmuş. 1970’li
yıllar Türk sinemasında erotik filmler dönemi. Bu sinemalarda
yaş sınırı da yoktu herhalde ki yazar on üç yaşındayken sinemada bu tarz
filmler izleyebilmiş.
Şimdi
düşününce bir çocuğun bunlara maruz kalması travmatik bir olay. Yazar da bunun
farkında. Kendi çocukluğunda arkadaşlarıyla o çocuk haliyle bir başlarına
İstanbul’da okula yürüyerek gidip gelmek, dışarıda yemek yemek, sinemaya gitmek…
gibi aktiviteleri yapabiliyorlarmış. Başlarına bir şey de gelmiyormuş, gelir
diye de bir korkuları yokmuş hem kendilerinin hem ailelerinin.
*
Geleceğe
dair umutlu bir bakış açısı var yazarın. Karamsar değil. Uzak geçmişe bakınca
bugünlerin daha iyi olduğunu söylüyor. Örneğin eskisi gibi savaş ve çatışma
yok, diyor. Fakat daha Rusya-Ukrayna Savaşı ve Türkiye’ye gelen mülteciler
konusu yok kitabın yazıldığı dönemde. Bir de bu olayların ardından değerlendirmelerini
okumak isterdim. Evet, ikinci kitap.
*
Kitabın
adına bir şerh koyasım var. “Yeni Türkiye” denmesinden huzursuzum. Yeni
Türkiye, kişinin meşrebine göre olumlu ya da olumsuz bir hava içeriyor. Ortak
olarak verdiği izlenim ise eskinin yıkılması, yok olması. Buradaki eski de yine
kimine göre olumlu, kimine göre olumsuz içerikte. Bu ikiliği beslememek gerek
diye düşünüyorum. Türkiye, 1923’ten beri var olan Türkiye olsun, yeterli değil
mi? Önüne bir sıfat ekleyip bunu dillere pelesenk etmesek mi? İdeolojiler,
ekonomik durumlar bugünden yarına değişir. Ama isim özgün haliyle kalsa daha
iyi olmaz mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder