26 Mayıs 2022 Perşembe

BIÇKIN VE AĞLAK

 


BIÇKIN ve AĞLAK

Yeni Türkiye’nin Hikayesi

Can Kozanoğlu

Mirgün Cabas

2018

Can Yayınları

3.Basım – Ağustos 2021

495

 

Bir çırpıda okuyuverdiğim bir söyleşi kitabı. Hem konular ilgi çekici hem de konuşan iki aklı başında insan olunca aktı kitap aktı.

*

Can Kozanoğlu gazeteci, yazar, sosyolog.

-Cilalı İmaj Devri

-Pop Çağı Ateşi

-İnternet Dolunay Cemaat

adlı kitapları var. Okumadım. Okumayı isterim ama artık basılmıyormuş. Basılmasını kendisi istemiyormuş. Doksanlı yıllardaki eserleri bunlar ve hem kendisi hem de dünya artık değiştiğinden tekrar bunların gündeme gelmesini istemiyor olabilir.

Bir kitap daha yazması bekleniyormuş Can Kozanoğlu’nun. Ama bir türlü yazamıyormuş. Sonra bakmışlar bu adamın kitap yazacağı yok, Mirgün Cabas almış eline kayıt cihazını, ben sorayım sen cevapla madem, demiş. Böylece bu kitap ortaya çıkmış. Zaten Can Kozanoğlu da yazsa yazacağı kitabın adı “Bıçkın ve Ağlak” olacakmış.

Kitapta Mirgün Cabas soruyor, Can Kozanoğlu yanıtlıyor. Kendi hayatı, meslek yaşamı, Türkiye’nin gelmişi, geçmişi, geleceği, müzik, siyaset, yemek, edebiyat… Tadı damağımda kalan bir kitap oldu. Kitabın devamını istiyorum. Çok sevildi, ikincisi gelsin.

*

Can Kozanoğlu çocukluğundan beri kitap okurmuş. Ailesinin gerek maddi gerek entelektüel durumu itibariyle kitaba erişimi zaten kolaymış. İçinde de merak olunca bol bol okumuş.

Okulda pek çalışkan bir öğrenci sayılmazmış. Sınavlara gitmeye dahi üşenen bir tembelmiş. Gelgelelim okulda hoca oluyor sonra. Bilgi Üniversitesinde ders anlatıyor.

Genç yaşta gazeteciliğe başlamış. Meslek hayatı boyunca da hep bir şekilde yayın dünyasının içinde olmuş.

*

Kötüye olan düşkünlüğünü anlattığı kısımlar çok eğlenceli. Kötü film, kötü dizi, kötü müzik… Bunlarla dalga geçmekten eğlenirmiş. Bana da eğlenceli gelir bu. Ama son zamanlarda bundan o kadar eğlenmemeye başlamış. Anlayabiliyorum. Kaliteli işlerin norm olduğu ortamda kötüyle dalga geçmek eğlenceli. Ama artık kalitesizlik norm olunca kötüyle dalga geçmek eğlenceli gelmiyor.

*

Siyasetten de bahsediliyor kitapta. 1980’ler 90’lar ve AKP dönemi.

Kitap 2018’de yazılmış. 2022 itibariyle şu konuda değişen pek bir şey yok: Herkesin CHP’ye kızması.

 “Yaşadığımız yıllar için söylüyorum, Türkiye siyasetinde en kolay yüklenilecek kurum CHP’dir kesinlikle. AKP’ye laf söylesen AKP’liler kızar, ayrıca başın belaya girebilir. MHP’ye laf söylesen MHP’liler kızar, bedeli olabilir. HDP’ye laf söylesen epeyi destekçi çıkar ama en azından HDP’lileri karşında bulursun. CHP’ye bir şey söylesen, diğer partilerden önce CHP’liler alkışlar seni. Enteresan bir topluluk.” Sf.96

Kendisi de bu topluluktan:

“Benim de sinir sistemimde bir CHP faktörü var yıllardır. Haftada birkaç kez CHP’ye öfkelenirim, birkaç kez de CHP’ye haksızca yüklenenlere kızarım.” Sf.96

*

1990’lı yılların siyasetçilerini anıyor bol bol. Turgut Özal, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel…

Örneğin Turgut Özal’ı eleştiriyor. Ona sempati duymazmış. Onun demokrat olmadığını düşünürmüş. “Fakat beterin beterini görünce…” diye ekliyor. “En azından bir mizah duygusu vardı, Özal’ın. Zaman zaman kaybetse de, asgari hoşgörüsü.” Sf.113

Tansu Çiller ile ilgili Mirgün Cabas’ın şöyle bir yorumu var, çok güzel: "Profesör ama uzman olduğu söylenemez, genel başkan ama hatip olduğu söylenemez, siyasetçi ama tabanla ilişki kurduğu söylenemez.” Sf.127 Sonra da onun klasik gafları.

Yazar bu siyasileri  çokça eleştiriyor ama bugün onları bu kadar eleştirmek haksızlık olabilir diye düşünüyor, çünkü şöyle iç acıtıcı bir gerçek var ki: “bugün eşikler hayli aşağıya indiği için…” sf.125

*

12 Eylül döneminde sık sık Atatürk’ten bahsedilmesi o dönem liseli olan yazarda antipati yaratmış. Ama sonra zamanla Atatürk’ü sevmeye başlamış.

Atatürkçülük tanımı şöyle: “Atatürkçülük, laiklik konusunda, cumhuriyetçilik konusunda, kültürel istikamet konusunda, bilim konusunda birtakım genel tercihleri kabul edip bunların merkezine de Atatürk ve Atatürk sevgisini yerleştirmek.” Sf.177

Kemalizm tanımı da şöyle:“Kemalizm ise biraz daha somut, genel tercihlerin nispeten daha net ve keskin ilkelere dönüştüğü bir toplum modeli önerisi.” Sf.178

*

Sosyal medyayı pasif kullanıyormuş yazar. Yani sadece kim ne yazmış diye bakıyor, gündemi yokluyor, kendisi bir şey yazmıyor. Gelebilecek tepkilerle uğraşmak istemiyor işin aslı. Twitter kullanan bilir. Her yazdığınız farklı bir noktaya çekilebilir, bir yerde yaptığınız bir açıklamadan cımbızla çekilen bir kısım sizin hiç kastetmediğiniz bir şekilde paylaşılabilir… Linç etmeye ve edilmeye çok teşne bir ortam. Yazar da Twitter kullansa başına geleceği bildiği için isabetli bir karar vererek kullanmamayı tercih etmiş.

İnsanlar birbirlerinin söylediklerini eleştirsin, ne ala ama sosyal medyada kullanılan dil ağır. “Buna gülenin osuruk kadar aklı yoktur.” “Bunu beğenen maldır.” “Bunu sevmeyen salaktır.” Böyle tepkiler. Üstelik niçin? Biri bir diziyi, filmi, yemeği, müziği… sevdiğini ya da sevmediğini söylemiş, ona verilen tepkiler bunlar. Dev bir tarafgirlik, gereksiz. Ünlü insanların ulaştığı kitle daha fazla olduğu için doğal olarak daha da fazla insanın bu çeşit tepkilerine maruz kalabiliyorlar. Kimi ünlü cevap veriyor, kimisi umursamıyor, kimisi de hiç yer almıyor. Tercihtir.

*

Müzikten de bahsediliyor bol bol. Arabesk müzik, alaturka müzik, pop müzik… Bunların gelmişi, geçmişi, doğuşu ve gelişimi, kült isimleri. Evet Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur,  Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses…

Kitabın yazıldığı zamanda "Müslüm" ve "Bergen" filmleri yoktu. Bir de bu filmlerin ardından Kozanoğlu sosyolog gözüyle fikirlerini söyleyebilseydi. Diyorum kitabın devamı gelmeli diye

*

Editörlük de yapmış yazar. İletişim Yayınlarında editör iken pek çok taslak kitabın basılıp basılmayacağının kararını vermiş. Bunu yaparken kitap yazma hayali olan insanların bu hayaline saygı duyduğunu ve bunu hep hatırında tuttuğunu söylüyor. Bu yüzden o taslakları hep sonuna kadar okurmuş. Böylece reddedecekse bunun ayrıntılı olarak sebebini açıklayabilirmiş. Kimi kitabı da beğense bile yayınevinin tarzına uygun bulmadığı için reddetmek durumunda kalırmış. Orhan Pamuk’un da bazı kitaplarını daha basılmadan ilk defa okuyan kişi olmuş.

*

Yemek yapmayı severmiş yazar. Dışarıda en güzel restoranı bulmak değil de o restoranda yapılan yemeği evde yapmakmış tutkusu. Ne güzel. Türk mutfağının zenginliğinden de iştah açıcı şekilde bahsediyorlar bol bol.

Dışarıdan yemek söylemenin had safhada olduğu bir dönemdeyiz. Özellikle korona salgını zamanı ve sonrası. Kitap zamanında daha korona olmadığı için yazarın bu konudaki değerlendirmelerinden de yoksunuz. Hey! İkinci kitap?

*

Pornodan da bahsediliyor kitapta. Yanlış anlaşılmasın, sosyolojik açıdan bahsediliyor.

Yazar bir ara üniversitede bu konuda ders vermeyi ummuş. Dünyada yapılan sosyolojik araştırmalar ekseninde pornoya sosyolojik, kültürel, tarihi bir yaklaşım… Verdirirler mi o dersi? Daha ders verilmeden bir sürü olumsuz haber çıkmış zaten, bir de verilse…

Yazarın pornoyla tanışması çocukluğundaki sinemalarda ve dergilerde olmuş. 1970’li yıllar Türk sinemasında erotik filmler dönemi. Bu sinemalarda yaş sınırı da yoktu herhalde ki yazar on üç yaşındayken sinemada bu tarz filmler izleyebilmiş.

Şimdi düşününce bir çocuğun bunlara maruz kalması travmatik bir olay. Yazar da bunun farkında. Kendi çocukluğunda arkadaşlarıyla o çocuk haliyle bir başlarına İstanbul’da okula yürüyerek gidip gelmek, dışarıda yemek yemek, sinemaya gitmek… gibi aktiviteleri yapabiliyorlarmış. Başlarına bir şey de gelmiyormuş, gelir diye de bir korkuları yokmuş hem kendilerinin hem ailelerinin.

*

Geleceğe dair umutlu bir bakış açısı var yazarın. Karamsar değil. Uzak geçmişe bakınca bugünlerin daha iyi olduğunu söylüyor. Örneğin eskisi gibi savaş ve çatışma yok, diyor. Fakat daha Rusya-Ukrayna Savaşı ve Türkiye’ye gelen mülteciler konusu yok kitabın yazıldığı dönemde. Bir de bu olayların ardından değerlendirmelerini okumak isterdim. Evet, ikinci kitap.

*

Kitabın adına bir şerh koyasım var. “Yeni Türkiye” denmesinden huzursuzum. Yeni Türkiye, kişinin meşrebine göre olumlu ya da olumsuz bir hava içeriyor. Ortak olarak verdiği izlenim ise eskinin yıkılması, yok olması. Buradaki eski de yine kimine göre olumlu, kimine göre olumsuz içerikte. Bu ikiliği beslememek gerek diye düşünüyorum. Türkiye, 1923’ten beri var olan Türkiye olsun, yeterli değil mi? Önüne bir sıfat ekleyip bunu dillere pelesenk etmesek mi? İdeolojiler, ekonomik durumlar bugünden yarına değişir. Ama isim özgün haliyle kalsa daha iyi olmaz mı?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder