DOKUNULMAZ OLAN HİÇBİR ŞEY YOKTUR, HER ŞEY
SÖYLENEBİLİR
İfade Özgürlüğü Üzerine Düşünceler
(Rien n’est sacre, tout peut se dire)
Raoul Vaneigem
2018
Fransızcadan çeviren: İrem Selin Nacar
Dost Kitabevi
85 sayfa
Kitapta yazar:
“Hiçbir şey dokunulmaz değildir. Herkes, her türlü düşünceyi, ideolojiyi, dini, kendi adına ifade etme ve açıkça söyleme hakkına sahiptir.” Sf.20
diyor. Ama bu demek değildir ki her türlü düşünceyi, ideolojiyi, dini kabul edeceğiz.
“Tüm düşünceleri hoş görmek, onları kollamak anlamına gelmez. Antidemokratik, zenofobik, ırkçı, revizyonist, kan dökücü görüşlerin özgürce ifade edilmesine imkan vermek, bunların savunucularıyla uyuşmayı, diyalog kurmayı ya da tartışmaya girmek suretiyle onlara umdukları meşruiyeti kazandırmayı kapsamaz.” Sf.21
Yani ifade et kendini, antidemokratik mi konuşuyorsun, ırkçı ırkçı mı konuşuyorsun, Abdülhamid'i mi savunuyorsun, istediğini söyle, la la laaa duymuyoruz ki.
*
Yazar eyleme dökmeyi sınır olarak çizmiş. İstediğini söyle, yeter ki eyleme dökme.
“Zorbalık ve barbarlık, özgürlüğü ortadan kaldırmak için özgürce konuşma haklarından yararlanmaya devam etsinler; ama onlara tanıdığımız bu özgürlük adına, onları bu özgürlüğü yok etme kabiliyetinden yoksun bırakacağımız da açıkça anlaşılsın!” sf.34
İcraata dökülme ihtimali olan yerlerde de ifade özgürlüğüne sınır koyuyor. Çünkü örneğin ırkçı bir topluluğun karşısında nefret söylemlerinde bulunmak saldırıya dönüşebilir.
“Her türlü düşünceye gösterilen mutlak hoşgörünün temeli, her türlü barbarlık karşısında mutlak hoşgörüsüzlük olmalı.” Sf.17
*
Yasaklamanın etkili bir çözüm sağlamadığını belirten yazar önemli olanın onu değiştirecek ortam yaratmak olduğunu söylüyor. Çünkü yasaklamak, baskılamak daha da özendirici olabiliyor. “Alçaklığı baskılamak, onu başka bir formda hortlatır.” Sf.27
Yazara göre “Kinci düşüncelerin sonunu getiren kendi zehirleridir.” Sf.28 Yani bırakınız söylesinler, kendilerince tartışsınlar, böylece zamanla daha doğruya, iyiye, akıllıca olana yönelirler diye düşünüyor.
Örnek olarak başörtülü kızları gösteriyor. “İslam etkisi altındaki genç bir kıza başını örtmesini yasaklamak saçmadır. Aile tarafından empoze edildiğinden isyana itecektir; dini bir kimliğin ifade biçimi olarak sahiplenildiğinden, bu kızlar aşk ve kadın özgürlüklerini keşfettikçe, onların gözünde, tıpkı Kilise’nin ruhları ve bedenleri baskı altına aldığı yakın bir döneme kadar Hristiyanlık’ın inananlarına zorunlu tuttuğu eşarp ya da vualet gibi sıradan bir süs eşyasına dönüşecektir.” Sf.28
İnsanların rahat bırakıldıklarında kendi doğrularını bulacaklarını düşünüyorum ben de. Baskılar, yasaklar, korkular, kaygılar… yanlış kararlara itiyor. Yanlış kararlar da mutsuzluğa ve katlanması zor hayatlara. Bir rahat olsak kendi doğrumuzu bulup gül gibi yaşayıp gideceğiz.
“Konuşma ve ifade özgürlüğümüz daha az sınırlandıkça, zihinler de daha iyi yaşama arzusuna o denli öncelik verecek ve cömertliğe, dayanışmaya, duygusal ilişkilere açık olmamızı sağlamak suretiyle, yok etmeye, hükmetmeye, zulme ve sömürüye olan eğilimimizi yavaş yavaş ortadan kaldıracaktır.” Sf.22
Doğru anladıysam; söylenenlere, yazılanlara o kadar takılmasak, bunlara tepki vermek için harcayacağımız enerjiyi daha iyi şeylere harcarız diyor.
“Her tür düşünce, söz ya da inanç, eleştiriye, mizaha, alaya, parodiye, karikatüre ve taklide konu edilebilmelidir.” Sf.20
Burada anlattığı devleti, yasaları, hapis cezalarını işin içine karıştırmaya gerek kalmasın, herkes kendisini anlatsın. Apır sapır konuşanları ciddiye almayalım, mizah ve parodiye konu edilenlere gülmeyelim, bitti gitti. Zamanla ciddiye alınmadığını gören düşünce akımları ve gülünmeyen mizah yok olur.
Keşke gerçekten böyle olsa. Keşke gerçekten ciddiye almayabilsek ama bizim hassasiyetlerimiz var. Dinimiz var, her an elden gidebilir korkusunda olduğumuz, anamız bacımız var, her an bizim namusumuza halel getireceğinden korktuğumuz, milliyetimiz, etnik kimliğimiz, adamlığımız... Bunlara laf edildiğinde ne demek ciddiye almamak! Derhal Amerikan başkanı dahil herkes teyakkuza geçirilmeli.
Kutsalların, dokunulmazların olduğu ortamda ifade özgürlüğü çok sınırlı kalıyor. Bizdeki de o. Sınırlı.
*
Anayasada düşünce ve kanaat hürriyeti ile düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti yer alıyor. Buna göre;
Madde 25 – "Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.
Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz."
Madde 26 – "Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet Resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.
Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir."
Güzel gözüküyor. Herkes düşünce ve kanaat hürriyeti ile bunları açıklama ve yayma hakkına sahiptir, ne güzel.
Ama sınırı var. O kadar da özgür değilsin diyor Anayasa. Milli güvenlik, kamu düzeni… vb istisnaları saymış.
Mevzuatımıza göre devlet sırrının açıklanmaması amacıyla ifade özgürlüğü sınırlandırılabilir. Hatta cezalandırılabilir. Türk Ceza Kanunu madde 326 ve devamında devlet sırlarına karşı suçların cezalandırılacağı belirtilmiş.
Madde 329- "Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri açıklayan kimseye beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir."
Kitapta ise yazar devlet sırrının açıklanmasını değil, devletin yurttaştan bilgi saklamasını yanlış buluyor. “Bir devlet sırrının ihlal edilmesi değil, ancak devlet sırrının, yurttaşın kendisini ilgilendiren ve bağlayan her şeyi bilme hakkını ihlal etmesi söz konusu olabilir.” Sf.36
İfade özgürlüğünün devlet yönetiminde gerçekleşen suikastler, soykırımlar, mafya düzenlerini engelleyeceğini savunan yazar ifade özgürlüğünün devlet sırrı diyerek engellenmesini “sır fetişizmi” diye adlandırıyor, şeffaflık istiyor. (Bunu en son isteyen ve yapan WikiLeaks ile Jullian Assange idi.)
Bu çerçevede devlet başkanı aleyhine suçların da kaldırılmasını savunuyor. Bizde Cumhurbaşkanına hakaret suçunun hapis cezası var.
Madde 299- "Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."
Yazar, yurttaş ile devlet başkanı, kral, papa gibi kimseler arasında bir ayırım yapılmamasını, bunun gülünçleşmiş bir teamül olduğunu söylüyor. Bence de doğru ama biz burada buna gülemiyoruz:
Bkz: Cumhurbaşkanına hakaret davaları: https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/erdogana-hakaretten-63-bin-41-kisiye-dava-acildi-6123830/
*
Voltaire'in meşhur sözü “Söylediğinize katılmıyorum ama onu özgürce söyleyebilmeniz için savaşırım.”
Yazar da bu konudaki savaşını bu kitapla vermiş.
Benim meşhur olmayan sözüm "Söylediğinize katılmıyorum ve sizi blokluyorum. Gidin ötede konuşun."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder