YAŞADIĞIM GİBİ
Ahmet Hamdi Tanpınar
1970
Dergah Yayınları - 7. Baskı - Ağustos 2015
544 sayfa
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın gazetelerde ve dergilerde yazdığı yazıların derlendiği bir kitap.
Yazılarında doğu (şark) ve batı (garp) arasındaki farklılıklar, bizim doğu-batı arasındaki yerimiz, ne şarklı ne garplı olabilmemiz,
"Kim olursak olalım, nasıl yetişirsek yetişelim, hayat tecrübemizin mahiyeti ve genişliği ne olursa olsun, bizim ağzımızdan hâlâ okuduğumuz frenk kitapları konuşmaktadır. Tıpkı bizden evvelkiler gibi..." sf.70
halkevleri, göçmenler,
"Çoğumuzda göçmen meseleleri karşısında rahatı kaçırılmış bir insan hali var. Sanki asrımızın insanına rahat hakikaten nasipmiş gibi düşünüyoruz." sf.62
sanat, edebiyat, şiir, müzik, resim ve genel olarak kültür ve sanat konusundaki zayıflıklarımız,
"Seçmeden beğeniyor, düşünmeden seçiyor, yahut hayran oluyoruz. Sanat eserini elimize alıp evirip çevirmesini bilmiyoruz." sf.72
"Biz, bugün san'atta -halvete girer gibi- çırçıplak giriyoruz. Sade kültürsüz değil, kültüre dargınız. İnsan san'ata ne ile gelirse onu bulur." sf.338
sf.435 |
2. Dünya Savaşı ve barış, hocası Yahya Kemal, Mussolini, Atatürk...vb pek çok konu hakkındaki görüşleri yer alıyor.
Örneğin Atatürk hakkında; ""Yaradılışın sırları da bir nevi talih olduğuna göre mesut bir yıldız altında doğmuş olanlardandı. İradesi, zekası, emsalsiz realite duygusu, bir insanda birleşmiş olduğu pek nadir görülen meziyetlerdendi." diyor. sf.96
Tanpınar'ın buradaki yazıları, romanlarındaki akil adamların, özellikle Huzur'daki İhsan'ın konuşması gibi.
Romanlardaki karakterlere anlattırdığı konuların düşünsel temelleri bu yazılarda sanki.
Bir de bazı olayların hiç değişmemesi göze çarpıyor.
1950 yılında yazdığı şu satırların 2016 yılında da güncel olması kahredici:
"Birdenbire bu elli senenin tarihini, bizim gibi onu gün gün yaşamadan ve onun tarafından değiştirilmeden, sadece uzak şahadetlerle yazacak bir tarihçiyi düşündüm. Acaba devrimizi ifade için bizim kullandığımız kelimeler arasından hangisini seçer, diye kendi kendime sordum ve derhal cevap verdi: Bu şüphesiz buhran kelimesi olacaktır." sf.91
"Zihniyet buhranı, iktisat buhranı, kültür buhranı, değerler buhranı, aile buhranı...gibi" sf.92
Tanpınar'ın babası kadıymış, onun görev yeri değişiklikleri sayesinde pek çok şehir görmüş. Ama tabi İstanbul ayrı.
İstanbul lüfer açısından zenginmiş o dönemler, bir de lodosu meşhurmuş.
"Lodos, İstanbul'un hem afeti, hem de lezzetidir. Her mevsimde emsalsiz bir kuyumcu, yahut çok kıskanç veya belalı bir aşık gibi ortaya çıkar." sf.185
İstanbul aşığı kendisi, fakat şehrin bakımsızlığı, gereken değerin verilmemesi üzüyor onu.
İstanbul'a dair 1940'lı yıllarda yazdığı değerlendirme ve gözlemler bugün için de geçerli. Anlaşılan İstanbul hiçbir zaman layık olduğu görünümde olmamış. Hep hor kullanılmış.
Sultanahmet'teki adliyenin yapılışı zamanına tanıklık etmiş Tanpınar. Orada o dönem İbrahim Paşa Sarayının bir kısmı varmış, yıkılıp yerine adliye binası yapmışlar.
"Bir şehirde hatıralar ve tarih yalnız kitaplarda yaşarsa, o şehir kendi zamanlarını kaybetmiş demektir. Çünkü asıl canlı hatıralar, zamanla kutsilik kazanmış, tılsımın usta eli dokunduğu için canlanmış, ruh sahibi olmuş maddenin taşıdığı hatıralardır." sf.223
"Bu şehir en büyük zenginliğini mazisinden alır. İstanbul'u durup dururken canlı bir tarihinden mahrum etmeye kalkıyoruz." sf.224
"Her mimari eseri milli hayatın bir koruyucusudur. Bu koruyucu tanrıları kaybede ede cemiyet bir gün devam fikrini kaybeder." sf.225
Saray yıkılıp adliye yapılacak diye tepkiler olmuş, Tanpınar da bu tepkiyi gösterenlerden.
"Hükümetimizin İbrahim Paşa Sarayı'nın yaşama hakkını koruyacağını büyük bir imanla ümid ediyoruz."
Korumadılar. Elbette korumadılar. Hükümetlerimiz, bir bina inşa etmeyi kafaya koyunca tarihi esermiş, doğal güzellikmiş, ağaçmış, yeşilmiş... dinlemiyor, tanımıyor, takmıyor. Ne biçim hükümetlerimiz.
(Stajyerliğim Sultanahmet Adliyesi'nde geçmişti. Nefret ediyordum oradan. Yansın, yok olsun istiyordum orası.)
İstanbul'un ağzına nasıl sıçıldığını görerek kahroluyor Tanpınar. Sene 1940'lar. Gecekondulaşma bir yandan, tarihi eserlere değer vermezlik beri yandan.
"Biz şehir mefhumunu kaybettik. İçimizde fıkaralığın nizamı kuruldu." sf.232
"Abidelerimiz bir başka gurbette, biz başka gurbetteyiz. Şehrin yarısı boş. Öbür yarısı gecekonduların, küçük imalathanelerin emrinde. Biraz imkanı olanlar da, hergün ya budayacak bir koru buluyorlar, yahut da istedikleri kırda çadır kurar gibi mahalle ve semt kuruyorlar." sf.233
Başıboş da değil bu şehir halbuki. Belediye başkanı var. Ayrıca söz konusu İstanbul olunca yalnızca belediye başkanı değil, başbakanı, cumhurbaşkanı, maaile söz sahibi oluyorlar. Bir halk olamıyor:
"Biz şehrin sahibi değiliz. Sadece içinde oturuyoruz. Devletin veya belediyenin bir misafiri gibi. Ve başından beri bu böyle. Eğer aksi olsaydı, iki milyon nüfusu olan ve Türkiye'nin servetinin, iş gücünün aşağı yukarı sekizde biri toplanmış olan bir şehir, bir opera binasının yapılması için on beş sene sükunetle, rahatla bekler miydi? Hakikat bu ki, yapıcı olarak şehrin hayatına iştirak etmiyoruz." sf.236
Yapıcı olarak şehrin hayatına sıçıyoruz.
Tanpınar'ın 1962'de yazdığı bu satırlarda değişen tel şey nüfusun artık 2 milyon değil, 20 milyon olması. Onun dışında zihniyet(sizliğ)imiz, kültür(süzlüğ)ümüz hâlâ aynı.
Niye böyle? Ne bekliyoruz bu saçmalıkları yıkmak için?
sf.250 |
Bursa da yazarın sevdiği bir şehir. Ve orası da göz göre göre mahvoluyor.
"Yakında Bursa ovasını ormanlarımız gibi hazin bir masal olarak hatırlayacağız." sf.234
Bursa ovası mı?
Bursa'nın göbeğinde siğil gibi duran çirkinlik abidesi Toki konutlarını görseydi Tanpınar...
Babası öldükten sonra orospu olmuş bir kızın, babasının ölümüne üzülmüş olsa da "İyi ki babam orospu olduğumu görmedi" diye içi ferahlar ya. Tanpınar'ın sevdiği bu şehirlerin şimdiki halini görmemiş olması bu sevinci uyandırıyor bende.
Bunların ardından Paris seyahati, uçaktaki ve şehirdeki izlenimleri ve son olarak kendisi ile edebiyat ve özellikle şiir konusunda yapılmış konuşmalar yer alıyor.
Edebiyatçı olmaya nasıl karar verdiği sorusuna "Günün birinde kendimi edebiyatta başka bir işe yaramaz buldum." diye cevap veriyor. sf.340
Yazmaya başladı mı ara vermeden yazıyormuş.
"Çalışmaya başlayınca araya herhangi bir şey girmezse, sonuna kadar aynı hızla devam ederim. Fakat aralık verince tekrar başlamaklığım için aylar ister.(...) Yaptığım planı da kolay kolay takip edemem. (...) En büyük güçlük, eseri gündelik hayatımın tesirlerinden muhafazadır. (...) Beyaza geçirirken bazan bir sayfa, beş on sayfa olur." sf.349
"Çok tashih yaparım. Kökünden değiştiririm. Daha ister misiniz? Alıştığım kalem, alıştığım kağıt, masamın oturduğum köşesi, yalnızlık, hülâsa bir yığın itiyadlarım ve tiryakiliklerim vardır. Kendime karşı daha hür olarak çalışmayı isterdim." sf.365
"Benim herhangi bir kitabı ikinci defa bastırmam, onu yeniden yazmak gibi bir şey. Çalışma tarzı öğünülecek gibi bir şey değil. Her sayfayı bazan beş defa yazıyorum. Yazdığım tıpkı heykel gibi içinden büyüyor. Yalnız okuyucu olmayı ne kadar isterdim! Edebiyatın zevkini onlar çıkarıyorlar." sf.373
Yaşadığım Gibicim, çok güzel çıkmışsın cınım. |
"İnsan kalbi, başkalarının duygularına ancak kendi tecrübeleri nisbetinde açıktır." sf.75
"İnsanoğlu, daima bir meseleler çıkınıdır. Yaşamak her an kendimize sorduğumuz bir yığın suale cevap vermekten başka ne olabilir? Biz sormasak bile onlar kendiliklerinden bize gelirler." sf.231
"Seyahat denen yalnızlık mektebi." sf.309
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder