ÇİÇEKLERİN DÜĞÜNÜ
Halikarnas Balıkçısı
Derleyen: Şadan Gökovalı
Bilgi Yayınevi
İkinci Basım - Nisan 1996
184 sayfa
Tatile gidemedim, denize giremedim diye üzülme. Ege ve Akdeniz ayağına geldi. Deniz kokulu, yosun kokulu, kekik kokulu, zeytin kokulu hikayeler burada.
*
Halikarnas Balıkçısı namlı yazarın asıl adı Musa Cevat Şakir. (1890-1973)
Çocukluğu Büyükada’da geçmiş. Denizci olmak istermiş ama ailesinin ısrarı ile Oxford’da okumuş. "Yakın Çağlar Tarih" bölümünde öğrenim görmüş. Ülkeye döndüğünde bir yazısı ("Hapishanede İdama Mahkum Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler?") nedeniyle 1925 yılında Bodrum’da kalebentlik yapmak üzere sürgüne gönderilmiş. Bodrum’un eski adından esinlenerek “Halikarnas Balıkçısı” adını kullanmış. Öykülerinde Bodrum esintilerini buram buram hissedersiniz zaten.
Yazar, öyküyü "bir oturumluk yazı” diye tanımlarmış. Ona göre bir öykü bir oturuşta yazılır ve bir oturuşta okunurmuş.
Benim öykü tarifim de "dişimin kovuğunu doldurmayan ve tadı damağımda kalan yazı" O yüzden hikaye sevmiyorum. Sevmiyorum sevmiyorum deyip yine de okuyorum, çünkü merak.
*
Hepsinde deniz olan kısa kısa hikayeler içeriyor kitap. Önce denize sonra kadına aşık denizci erkeklerin hikayesi çoğu. Her hikayede deniz tatlı tatlı dalgalanıyor, rüzgar efil efil esiyor, insanlar tatlı tatlı aşık oluyor. İç ferahlatıcı. Ancak son hikayeler pek öyle değil. Sonlara doğru acılaşıyor hikayeler. Güzel insanların arasına kötüler karışıyor. Tatlar kaçıyor.
*
Kitaptaki hikayeler:
BU KITABA ÖZEL
1-Çiçeklerin Düğünü
2-Haylaz
3-Bergama Cüvarındaki, Yarısı Çınar Yarısı Ihlamur Olan Ağacın Öyküsü
MERHABA AKDENİZ
4-Koca Orfoz
5-Denizin Çağırışı
6-Denizkızı Adası
7-Deprem
8-Pazaryeri
9-Hayyam’ın Testileri
9-Hayyam’ın Testileri
10-Deniz Oğlu
11-Ay Işığı
12-Dalga Geçiyor
YAŞASIN DENİZ
13-Işık Teli
14-Gökgözlü
15-Ateşçi Süleyman
16-Alabandada
17-Geç Kalma
18-Sigorta
19-Merhaba Kaptan, Merhaba!
20-Gülen Adam
21-Kelepir Tabut
22-Öteleyen
23-Manevra
24-Ekmek İşi
25-Köy Alemi
26-Haydut Kerimoğlu
27-Dağ Kızı
28-Tahsildar
BU KİTABA ÖZEL
1-Çiçeklerin Düğünü
Çiçek çiftleşmesini anlatıyor. Tozlaşma ve döllenme. Tabii bunu nasıl edebi, nasıl şiirsel anlatıyor.
“Çünkü çiçeklerde büyük bir merhamet vardır. Kokuları, sevgi ve merhametleridir galiba.” Sf.14
(Başkası yazsa bana çiğ gelir böyle ifadeler, çünkü başkası altındaki derinliği vermeden aforizma gibi yazıyor. Burada ise yazar daha en başından istikrarlı bir dil tutturuyor ve bunun aforizma değil, tarzının bu olduğunu, içi dolu bir birikimi yansıttığını hissettiriyor.)
Ben yekten çiçeklerin çiftleşmesi dedim ama bu bir metafor da olabilir:
“Bazen gelin başka, güveyiler de başka çiçeklerde olur.” Sf.14
2-Haylaz
Davut öğretmen, öğretmenler odasında kendi öğrencilik zamanını anlatıyor, okullardan ve eğitim sisteminden yakınıyor. Okulu hapishaneye benzetiyor, hatta ondan daha kötü buluyor:
“Hapishanelerde hapishane müdürünün veya hapishane gardiyanlarının her aklına eseni kitap diye yazıp, hükümlülere papağan gibi ezberlettikleri yoktu.” Sf.17
Eğitim sistemine yönelik eleştirileri bugün de geçerli. Yıllardır aynı sorunlar. İnternette bir öğretmen tarafından dile getirilmiş bir söz var bu durumu anlatan:
“Gökkuşağı gibi çocuklar, renk körü öğretmenlerinin gözüne girmeye çalışıyor."
Çok doğru.
3-Bergama Civarındaki, Yarısı Çınar Yarısı Ihlamur Olan Ağacın Öyküsü
Tanrı Zeus, insan suretinde yeryüzüne inmiş. Kapı kapı dolaşmış, kimse yüzüne bakmamış. Sadece fukara bir karı koca ona sofralarında yer vermiş. Zeus da onların dileğini kabul edeceğini söylemiş. Dilekleri aynı anda ölmekmiş. Aynı anda ölüp bir ağaca dönüşmüşler. Yarısı çınar, yarısı ıhlamur olan bir ağaca.
MERHABA AKDENİZ
4-Koca Orfoz
Üç kafadar balık avına çıkmış. Bir orfoz yakalamışlar güç bela. Kendilerini ve balıklarını tatlı tatlı bir övüşleri var. Krallar bile yememiştir balığın böylesini diye afiyetle tadını çıkarıyorlar başarılarının ve yemeklerinin.
5-Denizin Çağırışı
Yoksul babasının evinden ayrılan bir delikanlı denizlere açılıyor. Gemide geçirdiği vakitlerde köyünü özleyeceğini, köyünü görünce içinin cıs edeceğini sanıyor ama hiç de öyle duygulanmıyor. Gemide çalışmaya devam etme kararı alıyor.
6-Denizkızı Adası
Denizkızı görmüş bir balıkçının öyküsü anlatılıyor. Gördüm diyorsa görmüştür. Ben ikna oldum.
7-Deprem
Depreme gemide yakalanan bir gemici karaya vurmuş. Köyü depremde yıkılan bir kız bulmuş onu. Beraber ağlaşmışlar kayıplarına.
8-Pazaryeri
Fakir bir adam pazarda bir çingene kadına aşık oluyor. Adam o kadar fakir ki fakirliğini "cebinin namusu" olarak değerlendiriyor. Cebine para girerse cebinin namusu bozulurmuş.
Aşık olduğu kadın, adamcağızın parasını çalıyor. Ama umursamıyor adam, çünkü kadın çok güzeldi.
9-Hayyam’ın Testileri
El yapımı testiler dile gelip köylü Ali’ye dert anlatıyor, nasihat veriyor. Sadece testiler değil, ay ve deniz de Ali’ye konuşuyor. Ya da herkese konuşuyorlar ama sadece Ali duyuyor.
10-Deniz Oğlu
Denizci Turgut Reis’in şiirsel, pastoral hikayesi. Küçük bir çocukken denizdeki kadırgalara hayranlıkla bakar, onların dilinden anlarmış. Ve bir gün bir kadırgaya tayfa yazılmış. Ardından tüm dünya adını öğrenmiş Turgut Reis diye.
11-Ay Işığı
İki aşığın aşkı ne hoş anlatılmış:
“İkisi birden, denizdeki ay ışığına daldılar. Deniz, bir çırpınışla ışıldadı; sonra, ay ışığında ay ışığı oldular. Ve bir daha, o bizim kurşuni renkli dünyamıza dönmediler.” Sf.80
Yolları açık olsun aşıkların.
12-Dalga Geçiyor
Gemi tayfasından bir adam, karısının hırçınlığından ve asık suratından uzaklaşmak için gemide vakit geçirmeyi daha çok sever olmuş. Arada başka kadınlara meyletmiş gibi anlatıp heyecanlandırıyor arkadaşlarını. Başka kadınlarla ilişkisi yok ama ha oldu ha olacak diye arkadaşlarına anlatışı hepsini eğlendiriyor.
YAŞASIN DENİZ
13-Işık Teli
Avaremet denilen Avare Ahmet adlı deli, bir kıza abayı yakıyor. Kız için “gökkuşağından bir duvak” yapmaya karar veriyor. Yıllarca uğraşıyor. İnsanlar onunla dalga geçiyor. Ama yılmıyor Avaremet. Öldüğünde onu yaptığı duvağa sarıp gömüyorlar.
14-Gökgözlü
Yine aşık bir denizci. “Sıfırdan tanışılıp sabaha kadar konuşulan o gece” misali konuşa konuşa seviyorlar birbirlerini.
15-Ateşçi Süleyman
Gemide ateşçilik yapan Süleyman bu işten yılmış. Evlenip çoluk çocuk sahibi olma hayali kurarmış. Bu hayaline kavuşmuş ama kızın babasının bir şartı varmış, denizciliği bırakacak, köyde yaşayacak. Bu şartı kabul etmiş Süleyman ama denizin çağrısına daha fazla karşı koyamamış. Karısını ardında bırakıp denize açılmış.
16-Alabandada
Ne güzel anlatıyor aşkı her hikayede bu kitap.
Bu hikayede de denizci Davut, gemideki bir yolcu kıza görür görmez vuruluyor. Hikayede önce gemide bir saç maşası satıcısı karşılıyor bizi. Kadınları ve sevgilisine maşa hediye etmek isteyen erkekleri tanıtıyor yazar usul usul. Sonra Davut’a ve kıza geliyor. Davut kıza bakarken kız da ona bakıyor, göz göze geliyorlar ve kız gülümsüyor. Aralarında bir sıcaklık doğuyor. Sonrasını bilmiyoruz ama güzel bitmiş olmalı.
“İnsanlar gemiye birbirlerinin yabancısı olarak binerler. Aradan bir iki gün geçince, yabancılık duygusunun çoğu ortadan kaybolur. Şehirde ise birkaç eş dost dışında insanlar yabancı olarak doğdukları gibi, yabancı olarak yaşar ve yabancı olarak da ölürler.” Sf.115
17-Geç Kalma
Acıklı bir hikaye. Oğlunu savaşta kaybeden bir baba yaşlanınca oğlunun ölmediğini sanıp kendini ziyarete gelmesini bekliyor. Gördüğü gençleri oğluna benzetiyor. Doktora sarılıyor oğlum diye. Tayfaya sarılıyor oğlum diye. Oğlum dediği gençler de üzülüyor tabii bu duruma. Oğlu giderken “Ey Gaziler!” türküsü eşliğinde gitmiş. Bir de her oğlu sandığı kişiye bu türküyü okuyor. İyice dramatik anlar yaşanıyor.
18-Sigorta
Nakliyat şirketi, sigortadan para almak için kendi gemisini batırmaya karar veriyor. Bu işi de geminin kaptanına veriyorlar. Kaptancağız yıllarca pek çok fırtınaya göğüs gerdiği gemiyi batırmaya kıyamıyor. Bu işi başkasına vermelerine de gönlü razı değil. Çünkü bu durum “kendi avradının döşeğine, kendi eliyle bir zampara getirmekten beterdi” Güç bela batırıyor gemiyi ama bunu yaparken kendisi de yaralanıyor. Geminin aksine onun sigortası yok. Artık denizcilik yapamaz duruma geliyor. Öldüğünde toprağına deniz suları dökülüyor, mezar taşına martılar konuyor.
19-Merhaba Kaptan, Merhaba!
İnsanlara hudutsuz bir sevgi besleyen, güleç bir kaptanın hikayesi:
“Ona Merhaba Kaptan adını takmışlardı, çünkü o kadar içten ve candan bir merhabayla selamlardı ki kapalı, kasvetli bir günde birdenbire güneş parlamış ve masmavi bir gök görünmüş gibi olurdu.” Sf.125
Bugünlerde böyle insanları "Ofise girerken müthiş enerjiyle günaydın diyen tip" diye yadırgıyorlar.
20-Gülen Adam
Korkunç bir hikaye bu. Dehşet.
Gülen adam gerçekten gülen, şen bir adam. Adı Memiş. Adada hayvanlarla vakit geçiriyor, kahkahaları adayı çınlatıyor.
Bir gün adaya stokçu bir adam geliyor. Savaş zamanı bazı eşyaları stoklayıp yüksek fiyata satacak. Memiş ile tanışıyor ve Memiş’in şen kahkahaları onu rahatsız ediyor. Memiş’in mutluluğunu bozmak için elinden geleni yapıyor ama Memiş hep iyi tarafları görüyor ve neşesi hiç bozulmuyor. Sonunda adam, Memiş’i vuruyor ve ayağına taş bağlayıp denize atıyor.
21-Kelepir Tabut
Bildiğiniz bütün cimrileri unutun. Efsane cimri bir adamın hikayesi. Hacı Abdullah adı. Adamın dünya kadar parası var ama asla harcamak istemiyor. O kadar ki öldüğünde tabut, imam ve benzeri cenaze merasimi için para gerekecek olmasına bile üzülüyor. Bir çocuk için yapılmış tabutu ucuz diye alıyor. Bir akşam kömürler gözüne altın gibi görünüyor ve onları avuçluyor. Sabah ölüsünü buluyorlar. Kömür gazından ölmüş. “O gün Hacının bankadaki paraları, ah zavallı Hacı bizi çok severdi, diye saçlarını başlarını yolmadılar. Sahip olduğu han, hamam ve dükkanların kılı bile kıpırdamadı.” Sf.142
22-Öteleyen
Süngercilikle geçinmeye çalışan Mehmet geçim sıkıntısından kurtulmak için kaçakçılık yapıyor. Bir gece karısının evde başka bir erkekle olduğunu görüyor. Bir şey yapmıyor. Uzaklaşıyor. Gerisin geri denize gidiyor.
Hikayenin sonu;
“Beş yıl sonra Florida’da sünger avlamakta olan Mehmet’ten karısına bin dolar geldi.”
Böyle bir son beklemiyordum.
23-Manevra
Balıkçılar içim bereketli bir sefer olmuş ama fırtınaya yakalanmışlar. Fırtınadaki mücadeleleri, denize düşen ve boğulma tehlikesi atlatan balıkçılar, kaybettikleri balıklar. Zorlu bir mücadele yaşıyorlar. Olsun, cana geleceğine mala gelsin.
24-Ekmek İşi
Bu öykü bir vodvil gibi.
Bucağa müfettiş gelecekmiş. Ekmeklerin gramajında hile yapan, una kum karıştıran fırıncı, müfettişle iyi geçinmek için ona güzel bir sofra hazırlamış. Müfettişi kafalarım diye düşünürken içeriye gerçek müfettiş girmiş. Fırıncının konuk ettiği kişi meğer bir sahtekarmış. Müfettişim diye bucak bucak gezer, bu şekilde karnını doyururmuş.
Beri yanda, müfettiş gelecek diye fırıncının ekmeklerinin küçük olduğunu müfettişe şikayet etmeye kararlı iri kıyım adam da, günlerdir provasını yaptığı şikayeti söylemek üzere tam bu hengamede gelip “Müfettiş efendi, bu ceviz kadar ekmeklerle bu karnı nasıl doyuracağım?” diye giriveriyor araya. Dur zaten ortalık karışık.
25-Köy Alemi
Sevmedim bu hikayeyi. Köy hikayesi ve köy hikayelerinde tedirgin oluyorum. Çünkü bir tecavüz olma ihtimali çok yüksek görünüyor.
Bu hikayede de köylü ağanın teki yanında çalışanlara nefes aldırmıyor. Bir kızcağıza da tecavüz ediyor. Kitapta bunun adı tecavüz diye geçmiyor. “Ateş sönmek üzereyken, ağa, Güllü’yü bir köşedeki ot yığınına doğru itiyordu.” Sf.167 diye bitiyor hikaye.
Kız, ağasına hizmet etmekten memnun. Ağasının kendisiyle ilgilenmesinden de memnun. Ama ne kadar aklı yerinde ki kızın? Sevmiyorum köy.
26-Haydut Kerimoğlu
Yine köy ve yine tecavüz.
Kızına tecavüz edilmiş ve öldürülmüş adam yargıya taşıyor olayı ama adaleti bulamıyor. Sonra da hayduta çıkıyor adı.
Kendisi ahirete inanmazken “Cennet sahiden var mı?” diye soruyor. Kızı için soruyor. “Cennet varsa kız belli oradadır.”
27-Dağ Kızı
Beğendiği erkeği sırtına atıp kaçıran bir kız var burada.
Gemide yolculuk eden bir dolu insan var. Aliş de onlardan biri. Neşesiyle, hoş sohbetiyle herkese sevdiriyor kendisini. Bir dağ kızı da onu görüp babasına “Ben onu istiyorum.” diyor. İstediğini de alıyor.
Bir gün Aliş’in neşesinden rahatsız olan bir adam Aliş’e tekme atıyor. Kız, Aliş’i kurtarıyor. Aliş’i sırtına alıp onu güvenli bir yere götürüyor. Aliş’in de canına minnet zaten. Ay mutluluklar!
28-Tahsildar
Tahsildar Mehmet Efendi’nin görevi insanların vergi borçlarını tahsil etmek ama bunu yapamıyor. Ne zaman bir borçlunun kapısını çalsa içerideki hazin durumdan etkilenip eli boş dönüyor. Hem karısından hem müdüründen azar işitiyor.
Esnaf Ahmet Efendi de kendisine veresiye yazdıranlardan alacaklarını alamıyor.
Bu ikisi bir gün bir araya geliyor ve eşkıya bunları soymaya kalkıyor. Ama ceplerinde hiç para yok. Sadece borçlu defterleri var. Eşkıya bu defterleri alıp vergileri ve borçları tahsil ediyor ve çil çil altınla dönüyor bu efendilerin yanına. Eşkıyanın adı ne olsa beğenirsiniz? "Tahsildar Davut Efe”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder