YAŞAMIN
ANLAM VE AMACI
(Wozu
leben wir?)
Alfred
Adler
1931
Almancadan
Çeviren: Kamuran Şipal
Say
Yayınları
229
sayfa
“İnsan
toplum içindir.”
Kitaptan
bunu anladım. Alfred Adler, insanı insan yapan şeyin toplumda yaşamak, toplumu
düşünmek, iş birliğinin önemini anlamak, iş birliğine yatkın olmak, topluma faydalı
olmak olduğunu anlatıyor. Yaşamın gerçek anlamı başkaları için yararlı işler
yapmaktır diyor.
“İnsan
kendisindeki güçsüzlükler, yetersizlikler ve sınırlamalardan ötürü her zaman
başkalarına bağımlı durumdadır. Gerek kendi kişisel esenliği, gerek insanlığın
mutluluğu için başta gelen etken toplumdur. Dolayısıyla yaşam sorunlarının
çözümü bu bağımlılığı dikkate almak, bizim toplum içinde yaşadığımız ve tek
başımıza yok olup gideceğimiz gerçeğini göz önünde tutmak zorundadır. Hayatta
kalmak istiyorsak, tüm ödevlerin, tüm amaç ve hedeflerin bu en önemlisiyle,
bize ev sahipliği yapan gezegende diğer insanlarla el ele çalışarak kendi
yaşamımızı ve insanlığın yaşamını sürdürme ödeviyle duygularımızın uyum içinde
bulunması gerekir.” Sf.8
“İnsanlığın yaşamını sürdürme ödevi”m olduğunu
düşünmüyorum, hissetmiyorum. Hatta bana kalsa insanlığın yaşamını bitirmek
gezegenimiz için yapabileceğimiz en büyük ve mükemmel iyilik.
Böyle
düşündüğüm için Alfred Adler’a göre nevrozlu, psikozlu, suç işleyen, canına
kıyan, sapık ya da hayat kadını olabilirim. Çünkü bu kişiler toplumsallık duygusundan yoksun
oldukları için “çalışma yaşamının, dostluğun ve cinsel yaşamın karşılarına
çıkardığı ödevlere, bunların toplumsal çabalarla çözülebileceğine”
inanmazlarmış. Sf.10
Yaşamın
anlamına dair diyor ki:
“Ne
kadar insan varsa, yaşamın anlamına dair o kadar görüş vardır ve bunlardan her
biri az çok yanlıştır. Hiç kimsenin yaşam anlamı kusursuz ve doğru değildir.” Sf.6
Demesi şu ki;
Yaşamı
anlamlandıran şey hayata bakış açımız.
Hayata
bakış açımızı da çok büyük ölçüde çocukluğumuzda yetiştirildiğimiz aile ve
çevre belirliyor. Bu çerçevede bir sürü örnek veriyor yazar kendi danışanları
içinden. Tek çocuk olmak, ağabey olmak, abla olmak, küçük kardeş olmak, ortanca
kardeş olmak… Salt bunların bile hayata bakışımızı etkilemede ne kadar önemli
olduğunu anlatıyor. Kardeşler arasındaki rekabet, küçük kardeşin büyüğü geçme
yarışı, büyük kardeşin küçüğe gösterilen sevgiyi kıskanması… vb o kadar çok
nüans var ki.
Anne baba olmak –özellikle anne olmak- müthiş zor bu örneklere
bakınca.
Yazar
da anneliği çok övüyor ve övülmesi gerektiğini anlatıyor. Annelik, ev
hanımlığı, evi çekip çevirmek gibi şeylerin küçümsenmesini yanlış buluyor. Bu
küçümsemeler yeterli olmayan annelere ve doğal olarak da sorunlu çocuklara
sebep oluyor. Anneliğin önemli olduğunu, övülesi bir iş olduğunu anlatıyor.
Annelerin
en önemli görevinin de çocuğa toplumsallık duygusu aşılamak olduğunu belirtiyor.
“Bir
annenin ilk görevi, belli bir kişiye tamamen güvenebileceği duygusunu çocukta
uyandırmak, daha sonra da bu güvenin giderek açılım kazanarak derinleşmesini ve
sonunda bütün çevrenin güven kapsamına alınmasını sağlamaktır. Annenin bu ilk
görevi gereği gibi yerine getirememesi, çocukta çevresine karşı ilgi, sempati
ve çevresindekilerle ortak çalışma isteği uyandıramaması durumunda, çocuk için
toplumsallık duygusuna sahip olmak, diğer insanlara karşı içinde arkadaşlık
duygularını geliştirmek oldukça güçlük doğuracaktır.” Sf.17
Gözlemlerime
göre annelerin çocukta güven duygusu uyandırması bir yana, çocuklar ilk yalanı ve
kandırmayı annelerinden görüyor. Bunlar genelde annelerin çocuklarının –kısa vadede-
iyiliğini düşünerek yaptığı şeyler ama uzun vadede etkileri kronik güvensizlik
olabiliyor.
Somut
bir örnek: https://twitter.com/demetayisi/status/999341647132610560
Twitter’da
bir anne yazmış ki:
“Oğlum az önce kendini yere
ata ata kolanın tadına bakmak istedi. Gizli gizli içine tuz ve karabiber
dökerek al annecim iç bakalım dedim. Bir yudum aldı ve çok çirkin dedi.
Böylelikle kola devri başlamadan bitti. Gururluyum mutluyum.”
Yani çocuk en güvenmesi gereken
insan olan annesi tarafından kandırılıyor. Bu anne kendisine yönelik
eleştirilere “çok biliyorsunuz siz” minvalinde cevap verdi.
*
Alfred Adler, kişinin
sorunlarını tespit etmek için kişiden ilk anısını anlatmasını istiyor. Akla
gelen ilk anı ve bu anıyı anlatırken kullanılan kelimeler kişi hakkında oldukça
bilgi veriyormuş.
“Önemli olan anının kendisi
değil, anıya nasıl bakıldığı, nasıl değerlendirildiğidir, anının şimdiki ve
gelecekteki yaşam için taşıdığı anlamdır önemli olan. (…)
“Kahve cezvesi yere düştü,
her tarafım haşlandı.’ Anıları böyle başlayan kızın bir çaresizlik duygusunun
elinden yakasını asla kurtaramadığına, yaşamın tehlike ve güçlüklerini gözünde
fazla büyüttüğüne tanık olmak bizi şaşırtmayacaktır.” Sf.19
Kitabını sevgi ve evliliğe dair görüşleriyle bitiriyor yazar. Tek eşlilik, evlilikte eşler arasında hiyerarşi değil bir denklik olması, karşılıklı sevgi saygı güven olması... vb.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder