25 Kasım 2025 Salı

SINIRSIZ ÜLKE

 


SINIRSIZ ÜLKE

(Infinite Country)

Patricia Engel

2024

Çeviren: Elif Nihan Akbaş

Holden Kitap

5.Basım - Şubat 2025

191 Sayfa


Üzücü.

Parçalanmış bir aile hikayesi. 

Kendi ülkelerinde huzurla yaşamayacağını düşünen bir ailenin başka bir ülkedeki yaşam mücadelesi anlatılıyor. Yıllar süren zorlu ve acı bir yaşam. Sayfalar boyu üzüntünün sonunda şükür ki mutluluk var. 

Mutlu sonla bitmesine sevindim. Teşekkürler sevgili yazar. Mutlu sonla bitmeyebilirdi çünkü. 

*

Kolombiya. Sokaklar tehlike dolu. Gerillalar var, bombalar patlatılıyor, hak hukuk yok. 

Elena. Annesi Perla ile bir çamaşırhane işletiyor. Baba ortada yok. Başka bir kadınla gitmiş, ailesini terk etmiş. 

Mauro. Onun da babası yok. Annesi var ama annesi Mauro'yu istememiş. Akraba, konu komşu evlerinde büyüyor. Bir markette çalışıyor. 

Elena da zaman zaman bu marketten alışveriş yapıyor. Gide gele gençler birbirine aşık oluyor. 

İlk çocukları oluyor, bir kız. Karina

Kolombiya’daki çatışmalar, gerginlikler Mauro'yu düşündürüyor. Düşünüyor ve yurt dışına gitmeye karar veriyor. Abd'ye. Orada çalışıp para kazanıp ailesini yanına alacak. Ama Elena diyor ki, bizi de götür.

Mauro, Elena ve bebekleri Karina Amerika'ya gidiyorlar. Orada da hayatları daha kolay olmuyor. Ama en azından Kolombiya’dakinden daha çok kazanıyorlar. 

Bir çocukları daha oluyor, erkek, Nando

Kısa bir zaman sonra Amerika'da 9 Eylül 2001 İkiz Kulelere saldırı olayı gerçekleşiyor. Ülkedeki yabancılar için hayat daha da zorlaşıyor. Üstelik Mauro ve Elena'nın vizelerinin süresi doldu. Ama Kolombiya'ya dönerlerse bir daha Abd'ye gelemeyeceklerini, kendilerine izin/vize verilmeyeceğini düşünüyorlar. Kaçak göçek yaşamaya devam ediyorlar.

Bir kızları daha oluyor, Talia.

Onun bunun yanında her an yakalanma korkusuyla yaşarlarken Mauro bir gün bir kavgaya karışıyor. Parasını çaldığını düşündüğü adamla tartışıyor. Adamdan dayak yiyor ama işin büyümesinden ve polisle başının belaya girmesinden korktuğu için hiç karşılık vermiyor. Ama polis geliyor. Adam vatandaş diye ona bir şey yapmıyorlar ama Mauro kaçak diye tutuklanıyor ve sınır dışı ediliyor. 

Mauro Kolombiya'da yaşamaya başlıyor sersefil ve alkolik olarak. Elena da dönmek istiyor ama Mauro karısına orada kalmasının daha iyi olacağını söylüyor. 

Elena temizlik, fırında çalışmak, çocuk bakmak gibi işlerle geçiniyor. Çocuklara bakacak bakıcı var ama sadece bezden kesilmiş çocuklara bakıyor. Talia ise daha bebek. O yüzden onu gönderme kararı alıyorlar. 

Talia, Kolombiya'da anneannesi Perla ile yaşıyor. Mauro alkolik ve kötü durumda. İlk zamanlar kızıyla pek ilgilenemiyor. Zamanla kendisini topluyor ve kızıyla iyi bir baba-kız ilişkisi kuruyor. Bu arada Perla yaşlılığa bağlı olarak zayıf düşüyor, hastalanıyor, unutkanlaşıyor, sonunda vefat ediyor. Talia anneannesiyle bu süreçte yakından ilgileniyor. 

*

Talia on beş yaşına geliyor. Annesini, ağabeyini, ablasını görmeden. Onlarla sadece telefonda konuşarak büyüyor.  

Bir restoranda çalışıyor Talia. Çalışanlardan biri dışarıdaki bir kediye kızgın yağ döküp kediyi öldürüyor. Talia bunu görüp çok sinirleniyor ve adamın üzerine kızgın yağ döküyor. 

Talia ceza alıyor ve ıslahevine koyuluyor. Tam da annesi ona Amerika'ya gelmesi için uçak bileti almışken. 

Islahevinden kaçıyor Talia.

Bir kafede otuzlu yaşlarda bir Fransız adamı gözüne kestiriyor. Ona zor durumda olduğunu söylüyor. Adam onu evine alıyor. Korktuğum şey olmuyor ama olayazıyor. Talia sabah evden çıkarken adamın cüzdanını ve telefonunu çalıyor. Motosikletli bir gence cüzdanı ve telefonu teklif ederek kendisini götürmesini istiyor. Şükür iyi bir genç ve Talia'yı babasının evine kadar bırakıyor. 

Sonraki gün Mauro, Talia'ya havaalanına götürüyor. 

Talia sorunsuz bir şekilde Amerika'ya varıyor. Havaalanında onu annesi, ağabeyi ve ablası sevgiyle, hasretle karşılıyor.

*

Karina ve Nando da zorluklar yaşıyor bu arada. Yabancı oldukları için çok zorbalanıyorlar. 

Elena şükür iyi bir yerde çocuk bakıcılığı işi buluyor. Patronları evin müştemilatını onlara veriyor, Elena ve çocuklar orada yaşıyor. Buraya gelene kadar Elena çok kahır çekiyor. Şöyle söyleyeyim, çaresiz kadın ve tecavüz. Erkekler kapatılsın!

Beri yandan Elena on beş yıl önce Kolombiya'dan uçağa binerken annesini son kez gördüğünü bilmiyordu. Talia'yı gönderdiğine de bin pişman. Ama göndermese olacakların da iyi olacağından emin değil. Ülkesine dönse orada da işler iyi değil. İki ucu boklu değnek yani. 

Mauro zaten perişan. Amerika'ya gidelim, orada yaşayalım diyen oydu. Şimdi ise oraya gidemiyor. Karısı ve iki çocuğu orada. 

Perişanlık, diz boyu perişanlık!

*

Ailenin anne ve çocuklar kısmı sonunda bir araya geliyor.

Mauro da önce yasal yolları deniyor. Olmuyor. İzin vermiyorlar. Sonra yasa dışı yollarla o da ulaşıyor Amerika'ya ve nihayet bütün aile bir araya geliyor. Ay nihayet!

*

Bir araya gelebilmelerine sevindim. Yanı sıra sırlarını da kaldırıyorlar. 

Talia, ıslahevinden annesine bahsetmemişti. Anlatıyor. 

Anne, eski patronunun tecavüz ettiğini büyük kızına anlatıyor. 

*

Kitap başta üçüncü kişi gözünden anlatılırken sonra Karina kendisini gösteriyor ailemizin hikayesi diyerek. 

Dokunaklı bir amaç var hikayenin yazılmasında. Karina ve ailesi "belgesiz" diye değerlendiriliyor. Yani orada yaşamak, oturmak, çalışmak ve benzeri hususlar için izni olmamak anlamında. Karina da çocukken buna takılmış ve yazmaya karar vermiş. Günlükler, mektuplar. Belge olsun diye. 

*

Ben başka ülkede yaşamaya merak duymuyorum. O yabancılık hissini tahmin edebiliyorum. Zordur mutlaka. Kitapta da bu zorluk çok net anlatılıyor. 

2 Kasım 2025 Pazar

PARANIN PSİKOLOJİSİ

 

PARANIN PSİKOLOJİSİ 

Morgan Housel 

2021

Çeviri: Canan Feyyat 

Scala Yayıncılık 

2.Baskı - Aralık 2021 

303 sayfa 


İnsanların parayla ilişkilerini anlama konusunda ufuk açan bir kitap. Doğduğumuz yer, zaman, yetiştiğimiz çevre paraya olan bakışımızı derinden etkiliyor. Kitapta buna ilişkin çokça örnek var.

Ancak ben kitabı çok Amerikan buldum. Amerika'da belli ki hisse senedi yatırımı çok yaygın. Kitapta hisse senedi alım-satımı, uzun vadede getireceği karlar gibi konular var. Ama Türkiye'de yatırım denince aklımıza hisse senedi değil gayrimenkul geliyor. Bu açıdan kitabın Türk okuyucuya hitap ettiğini düşünmüyorum. 

*

Kitapta çarpıcı örnekler var. Örneğin Wifi teknolojisinden çok para kazanmış bir adam var. Deste deste para taşıyor, ona buna paraları saçıyor, hatta denize altın atıyor eğlence olsun diye. Keyfi savurganlıklar sonucu sıfırı tüketiyor. Buna karşılık bir hademe var. Öldüğünde geride servet bırakıyor. Çünkü sabırla biriktirmiş ve hisse senedine yatırım yapmış. 

Burada tasarrufu övüyor yazar. “Servet sahibi olmanın tek yolu elinizdeki parayı harcamamaktır.” Sf.129 İyi güzel. Ama bu da bize uzak. Şu an Türkiye ekonomisinde tasarruf kulağa pek mantıklı gelmiyor. Zira her şeyin fiyatı sürekli artıyor. Tasarruf olsun diye kenara koyduğun para da her şeyin fiyatının artışı karşısında durduğu yerde eriyor. Bu yüzden bizde kenara koymak demek belki faize koymak olabilir. Ya da altın almak. Kitapta ise bunlardan bahsedilmiyor. İşte bu yüzden Türkiye pratiklerine uygun olmayan bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Ama kitabın esas konusu zaten yatırım tavsiyeleri değil de psikoloji. Bu konuda kitabı etkileyici buldum. 

Örnekler üzerinden anlatıyor insanların parayla ilişkilerini. Fakirin eline para geçince davranışları farklı olur, zenginin farklı. Ailesini düşünen biri farklı davranır, sadece kendisini düşünen farklı. İnançlarımız, amaçlarımız parayla farklı deneyimler yaşatır bize. 

“Yüksek enflasyon ortamında büyüyenler, yaşamlarının ilerleten dönemlerinde tahvillere, düşük enflasyon ortamında büyümüş kişilere oranla daha az para yatırmışlar. Hisse senedi piyasasının güçlü olduğu dönemde büyüyenler, hisselerin zayıf olduğu dönemde büyümüş kişilere oranla, yaşamlarının ilerleyen dönemlerinde paralarının daha büyük bir kısmını hisse senetlerine yatırmış.” Sf.23 

Yazarın dediği gibi; “Yani zeka, eğitim veya gelişmişlik meselesi değil. Sadece saçma sapan bir şans yüzünden nerede ve ne zaman doğmak kısmet olmuşsa.” Sf.23 

Örneğin Bill Gates neden Bill Gates? Çünkü bilgisayarı olan sayılı liselerden birinde okudu. Sonuç ortada. 

Doğduğun yer ve zamanın hayatına ilişkisi ile ilgili bir kitap için bkz: 

Çizginin Dışındakiler/Malcolm Gladwell 

*

Aslında kendimize çok yüklenmemek lazım. Para ve yatırım konusu insanlık tarihi için yeni bir konu. Parayı MÖ 600’de Lidya kralı Alyattes icat etti. Fakat tasarruf, yatırım gibi kavramlar buna göre çok yeni. Emeklilik sistemi bile çok yeni. ABD’de 1940’da başlamış ve verilen para 22 dolar gibi bir şeymiş. (Günümüzün 416 doları) Zamanla bu para enflasyona uyarlı olmaya başlamış. 

Dolayısıyla “Emeklilik dönemimiz için tasarruf etme ve yatırım yapma konusunda birçoğumuzun kötü olması, kimseyi şaşırtmasa gerek. Çılgın değiliz, sadece bu işte yeniyiz.” Sf.32 

*

Para kazanmak ve parayı elde tutmak farklı iki beceri. 

“Para kazanmak risk almayı, iyimser olmayı ve kendinizi ortaya koymayı gerektirir. Ancak parayı elde tutmak, risk almanın tam tersini gerektirir. Alçakgönüllü olmayı ve elde ettiğiniz şeyin aynı hızla sizden geri alınabileceğinden korkmayı gerektirir.” Sf.80  

*

ABD’de yapılan bir araştırma insanların ömür boyu yatırım kararlarının büyük ölçüde, kendi kuşaklarından yatırımcıların deneyimlerine bağlı olduğunu göstermiş. Yani etrafımız parayı nasıl kazanıyor ve değerlendiriyorsa biz de çoğunlukla öyle yapıyoruz. Ben para kazanma ve yatırımı babamdan gördüm. Memur biri. Her ay sabit gelir ve her ay öngörülebilir giderler vardı. Dolayısıyla parasal durumda herhangi bir artı/eksi olmadan süren bir yaşam gördüm. İş yaşamına girdiğim zaman başta ben de böyle başladım maaşlı çalışan olarak. Ama bir zaman sonra kendi işimi kurdum. Yani bildiğimden farklı olanı seçtim. Sabit olmayan bir gelir ve öngörülemez giderlerle tanıştım. İşimi ve kendimi ayakta tutacak durumdayım ama arzu ettiğim seviyede değilim. Kitap sağ olsun ayakta kalmayı da olumlu buluyor. Bence de olumlu. Daha olumlusu da olsun inş. 

17 Ekim 2025 Cuma

KAPI

 


KAPI 

(Az Ajto) 

Magda Szabo 

2003 

Yapı Kredi Yayınları 

12.Baskı - Şubat 2024 

Çeviren: Hilmi Ortaç 

239 sayfa 


Çok beğendim.

Sıradan insanı ne güzel anlatmış.

Sıradan, sade, hiçbir sürprizi olmadığını düşündüğümüz düz, renksiz bir insan diyeceğimiz birinin hiç de öyle olmadığını o kadar güzel anlatmış ki... Zevkle okudum.

*

Yazar bir kadın, evindeki yardımcı kadını anlatıyor hikayede.

Emerenc adlı bu kadın ev işlerinde çok maharetli, temiz, titiz bir kadın. Kendi öz temizliğine de özen gösteriyor. 

Yazar, Emerenc'i tuhaf buluyor. Çünkü Emerenc pek konuşmuyor. Sadece işini yapıyor ama onda da kendi çalışma çizelgesi var, ona göre çalışıyor. Daha fazla ya da daha az değil. Pek insancıl bulmuyor yazar Emerenc’i. 

Bir gün Emerenc çocukluğuna dair bir anıyı anlatıyor. Babası küçükken ölmüş. Annesi yeniden evlenmiş. İkiz kardeşleri olmuş. Üvey babası Emerenc’i okuldan alıp tarla işlerinde çalıştırmış, dövmüş. Savaş çıkınca üvey babası da askere çağrılmış ve şehit olmuş. Annesi hem ilk hem ikinci kocasının ölümüyle sarsılmış, Emerenc’i döver olmuş. Emerenc de büyükbabasının evine gitmek istemiş. Orada abisi varmış, büyükbabası ona iyi bakıyormuş. Kendisine de bakar diye düşünmüş. İkiz kardeşlerini alıp yola çıkmış. Yolda fırtına çıkmış, bir ağaca yıldırım düşmüş, ağaç da ikiz kardeşlerin üstüne devrilmiş. Çocuklar yanarak ölmüş. Emerenc’in çığlıklarına gelen annesi bu manzara karşısında kuyuya atlamış, ölmüş. Yetişkin insan olarak okurken kahroldum, bir de küçücük çocuğun bu manzaralara şahit olması… Emerenc’e daha laf etmez kimse herhalde. 

*

Yazar ve Emerenc zaman zaman çatışmalar yaşıyor. Emerenc bir gün dışarıdan eve çer çöp eserler getiriyor. Yazar kadın beğenmiyor. Emerenc güceniyor ve istifa ediyor. Evde işler yürümeyince yazar kadın, Emerenc’i tekrar çağırıyor. İsterse o çirkin bibloyu istediği yere koyabileceğini söylüyor Emerenc'e. Emerenc geliyor, bibloyu kırıyor. 

*

Yazar bir gün bir konuşma yapmak için Emerenc’in eski köyüne gidiyor. Orada öğreniyor ki Emerenc’in kızı varmış. Şok! Emerenc’ten dinliyor sonra, meğer ülkeden kaçmak zorunda kalan Alman bir ailenin bebeğiymiş. Emerenc onu alıp benim çocuğum demiş kendi ailesine, ailesinden feci dayak yemiş. Bebeğe Emerenc’in büyükbabası bakmış. 

Böyle beklenmedik anıları var Emerenc'in. Geçmişi, kendisinden beklenmeyecek olaylarla dolu.

Genel itibariyle yürekli, sağlam, cesur bir kadın. Eğilip bükülmesi, esnekliği, sahte kibarlığı, boş muhabbeti yok. Yazara bu özellikler ters geliyor. Bana ise şahane geldi. Mükemmel biri. 

Yazar ve Emerenc hayat tarzları nedeniyle çatışıyorlar aslında. Yazar kadın, eğimi ve entelektüel birikimi ve dahi işi nedeniyle derin düşünce ve duyguların insanı. Emerenc ise hayatta pratik olan, faydası olacak şeylere ilgili. Yazar için önemli olan soyut meseleler Emerenc'in umurunda değil. Zaten onun derin düşünecek zamanı da yok. Hep çalışıyor. Ev temizlikleri, kaldırımları temizleme, yemek yapma, hasta olan komşularına yardıma gitme... gibi sürekli bir meşguliyeti var. 

Emerenc'in en derin sırrı evinde. Evine kimseyi almıyor. Sırrını yazar kadına açıyor bir tek.

Evde dokuz tane kedi besliyor. Kimsenin haberi yok. Bina sakinleri laf eder diye ve daha önemlisi, daha önce bir kedisi öldürülmüş. Bunların da öldürüleceğinden korkuyor. 

Emerenc'in en büyük hayali mezarları olmayan ya da ayrı ayrı yerlerde olan aile üyeleri için anıt mezar yapmak. Bunun için para biriktiriyor. 

Biriktirdiği paranın bir kısmını bu görev için yazar kadına vasiyet ediyor. Bir de evdeki eşyalarını. Evinde daha önce kaçak bazı insanları gizlemiş. Onlardan kalma değerli eşyalar varmış. 

*

Emerenc bir gün hastalanıyor. Sonu da böylece geliyor.

Karlı bir kış günü öksürük aksırık derken felç geçiriyor. Kimseye söylemiyor. Evini de kimselere açmıyor. Ama yardıma ihtiyacı var. 

Yazar, ona yardım etmek gayesiyle doktor çağırıyor ve Emerenc'i zorla evinden çıkarıyorlar. 

Temizliğine o kadar özen gösterdiği bilinen Emerenc pislik içinde bulunuyor. Hareket edemediği için hep... Evdeki kediler evden kaçıyor. Evden gelen kötü kokular nedeniyle devletin ilaç firması evi ilaçlıyor. Her şey kullanılamaz hale geliyor. Hastanede yatan Emerenc'ten başta bunları gizliyorlar. Ama sonra söylemek zorunda kalıyorlar ve Emerenc hayattan kopuyor. Yaşamaya dair bir motivasyonu kalmıyor. Vefat ediyor.

*

Yazar da kendisini sorguluyor. İyi mi yaptım, kötü mü, doğru mu, yanlış mı? 

Bence pek doğru yapmadı ama kötü niyetli de değildi. Kafası o kadarına çalıştı.

*

Kimi okurlar tarafından sıkıcı bulunabilecek bir anlatı belki ama ben bayıldım. Aynı anda hem basit hem derin olmasına hayran kaldım. 

Kitapta bir cümle geçiyor bununla ilgili: 

“Bir şey ne denli basitse anlatılması da o denli güçtür.” Sf.186

6 Ekim 2025 Pazartesi

NORMAL İNSANLAR

 


NORMAL İNSANLAR 

(Normal People) 

Sally Rooney 

2018 

İngilizce aslından Çeviren: Emrah Serdan 

Can Sanat Yayınları 

18.Basım - Kasım 2024 

263 sayfa 


İletişim sorunu yaşayan iki aşık.  Marianne ve Connell

Marianne zengin bir ailenin kızı. 

Connell’in annesi Marianne’lerin temizlikçisi. İki çocuk bu şekilde tanışıyorlar. Aşık oluyorlar. 

Marianne lisede değişik, tuhaf bulunan bir kız. Dışlanıyor, zorbalanıyor. Umursamıyor görünüyor ama içten içe üzülüyor tabii yavrucak.

Connell burada kaypak davranıyor ve Marianne ile ilişkisinin bilinmesini istemiyor. Marianne’i seviyor ama ondan utanıyor. 

Üniversiteye başladıklarında durum farklılaşıyorlar. Bu defa Marianne popüler, Connell yalnız bırakılan oluyor.

İlerleyen sayfalarda anlaşılıyor ki Marianne’nin “tuhaflık”larının sebebi ailesinden gördüğü şiddet. Babası dövermiş. Ağabeyi de ya dövüyor ya da dövmekle korkutuyor. Annesi de ilgisiz. 

*

Üniversite yıllarında ikisinin de başka sevgilileri oluyor. Aynı üniversitenin farklı bölümlerine gidiyorlar ve zaman zaman bir araya geliyorlar. Bazen sevişiyorlar da. Ama bir türlü sevgili olmuyorlar, doğru düzgün arkadaş da kalamıyorlar. Seviyorlar birbirlerini, o açık. Ama bir türlü olamıyorlar. 

Ben biraz Connell’a yükleneceğim. Ne istediğini bilmeyen, kendini tanımayan, başkalarının ne düşündüğüne çok önem veren, özgüvensiz biri. Marianne ile ciddi bir ilişkiye girişemiyor ama onu tümüyle kaybetmek de istemiyor. Kaypak. 

Erkeklerin asıl derdinin kendi özgürlüklerini gerçekleştirmekten çok kadınların özgürlüklerini sınırlamak olduğunu anladım.” Sf.100 diyor Marianne.

Marianne yavrum kuzum. Sevgisiz ilgisiz şiddetle büyümüş bir kızçe. Yine iyi yetiştirdi kendini. Connell’a çok değer veriyor, onu çok seviyor ama asla sahiplenme, onun hayatına müdahale etme durumu yok. Connell'dan bekliyor güvenilir bir tavır ama nerede? 

Zor zamanlarında birbirlerinin yardımına koşuyorlar. Sonra yine yollarını ayırıyorlar, herkes kendi hayatına gidiyor. 

Öyle böyle yıllar geçiyor. En son yine beraberler. Connell’ın New York’tan yüksek lisans başvurusu kabul ediliyor. Marianne, gitmelisin diyor. Connell, sensiz olmaz diyor. 

“Gitmelisin" diyor Marianne. "Ben hep burada olacağım. Biliyorsun.” 

 Kitap burada bitiyor. 

*

Connell kesin gider bence. Orada bir sevgili bulur. Marianne de birini bulur. Sonra Connell geri gelir. Bunlar sevgililerinden ayrılıp beraber olurlar. Bu döngüyü kıramayacak gibiler.

*

Filmi ve dizisi de varmış. Ama bu kıt iletişime, duygu ve düşüncelerini ifade etmede tıkanıklığa daha fazla dayanamayacağım için izlemeyi düşünmüyorum. 

*

Yazarın okuduğum başka bir kitabı için bkz: İntermezzo

1 Ekim 2025 Çarşamba

UYUMSUZ DEFNE KAMAN'IN MACERALARI SU

 



UYUMSUZ DEFNE KAMAN'IN MACERALARI

SU

Buket Uzuner

2012

Everest Yayınları

14.Basım - Ocak 2020

343 sayfa


O kadar sıkıldım o kadar sıkıldım ki okurken… Atlaya atlaya okudum, olayı da kavrayamadım o yüzden. Her satırını, her sayfasını okuyacak mecal bulamadım kendimde. Yoruluyorum bu tarz romanlardan. Yazarın ders vermek için, bakın ben neler biliyorum diye kendini göstermesi hali yorucu geliyor bana.

*

Defne Kaman yaman bir gazeteci, anladık. Çok karikatürize anlatılmış kitapta. Çok akıllı, başarılı, tuttuğunu koparan, ayrıca melek gibi, çok iyi… Bilen bilmeyen hayran oluyor kendisine.

Ninesi var Umay Bayülgen. O da eskilerin şifacılarından.

Bu kapsamda Kamanlık, Şamanlık, eski Türk inanışları, mitoloji, doğa şu bu… Ders ders ders anlatıyor.

*

Bu Defne Kaman kaybolmuş. Bir gün vapura biniyor, ama inmiyor. Ortadan kayboluyor.

Hikaye Kadıköy’de geçiyor bu arada. Yazar muhtemelen yazarken okuyucunun Kadıköy’de bu romanda geçen yerleri gezeceğini, kitapta karakterler bu sahafta konuşuyorlardı, bu kafede oturuyorlardı… diye okurların mekan mekan dolaşacaklarını hayal ediyordu.

*

İşte bu kayıp vakası Komiser Ümit Kaman’ın önüne geliyor.

Onun hikayesi de Aleviymiş, sevdiği kadın Alevi değilmiş. Aileler izin vermiyormuş…

*

Defne, her nasılsa üstü başı ıslak Kadıköy sokaklarında yalnızca Komiser Ümit’e görünüyor ve ona bazı şifreli mesajlar ulaştırıyor.

Bu mesajları tanıdığı sahaf Semahat’a götürüyor, ona danışıyor.

Kafa kafaya verip buluyorlar ki bu şifreli mesajlar Kutadgu Bilig’den.

*

Koptum ben sonra hikayeden.

Sadece kayıp olayının ardında ne varmış diye okumaya çalıştım. Ama bu kayıp vakası sadece devede kulak. Deve, Kutadgu Bilig ve şamanlık ve otacılık gibi eskiye dair unutulmuş kadim bilgiler. Bu bilgileri verebilmek için bir hikaye uydurmaya çalışmış yazar ve bence yoğun, kaybolmuş, yösüz bir anlatı çıkmış ortaya. 

*

Kitabın SU adı da, Defne’nin SU KİTABI diye bir defteri var. Orada destansı epik hikayeler var. Oraya atıf.

*

Defne kadın cinayetlerine dair bir yazı dizisine başlamış. O sırada kaybolmuş.

Bu yazı dizisinde bahsi geçen kadın katillerinden biri ona düşman olmuş.

Bir yerlerde de bir yunus hikayesi var. Marmara Denizi’ne bir yunus gelmiş. Katil adam, Defne’yi bıçaklayacakken yunus Defne’nin önüne atlamış ve yunus bıçaklanmış… gibi şeyler.

Yakalayamadım o kısımları.

Dehşetli sıkıldım.

Didaktik bir okuma isteyen varsa ilgisini çekebilir. 



19 Eylül 2025 Cuma

PAL SOKAĞI ÇOCUKLARI

 


PAL SOKAĞI ÇOCUKLARI 

(A Pal Utcai Fiuk)

Ferenc Molnar

   1906

Çeviren: Yonca Aşçı Dalar

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

1.Basım - Mart 2025

176 Sayfa


Macaristan'ın başkenti Budapeşte'de boş bir arsada oyun oynayan ve bu arsayı canı pahasına koruyan çocukların hikayesi. 

Tatlı bir çocuk kitabı olarak başladı hikaye. Bunu okuyup sevecek çocuk tanıdıklar geldi aklıma, onlara armağan etmeyi düşündüm. Ama sonuyla üzdü ve hayır, çocuklara bunu armağan edemem.

*

Bir grup oğlan çocuğu. Liderleri Boka. Bir çeşit askeri nizam oluşturmuşlar kendi aralarında. En düşük rütbeli olan da er Nemecsek. Yaş ve tip olarak da en küçükleri o zaten. Ama dev bir yüreği var.

Kendilerini "Pal Sokağı Çocukları" diye adlandıran bu bir grup çocuğun oyunlar oynadığı boş arsaya başka bir grup çocuk göz dikiyor. Kırmızı Gömlekliler adlı bu diğer grup çocuk da kendi aralarında bir çeşit askeri düzen kurmuşlar. 

Sonunda bu iki grup bu arsa için savaşıyor. 

Gayet yürekli bir savaş sergiliyorlar. Ama en çok da Nemecsek. Haksızlıklara uğruyor ama yiğitçe karşılık veriyor. Yaşadıklarından ötürü üşütüp hasta oluyor. Ve... Hayır!... Ama... Ölüyor. 

Kısa bir zaman sonra da arsaya inşaat başlıyor. 

*

Çocukların saflığı, masumluğunu kocaman yazarların böyle iyi anlatabilmesine şaşıyorum her seferinde. 

Bunun gibi örneğin bakınız:

- Tom Sawyer'ın Maceraları 

- Huckleberry Finn'in Maceraları 

- Demiryolu Çocukları

- Çocuk Kalbi

- Çavdar Tarlasında Çocuklar


15 Eylül 2025 Pazartesi

PARÇALANMA

 


PARÇALANMA 

Afrika Üçlemesi -1- 

(Things Fall Apart) 

Chinua Achebe 

1958 

Çeviren: Nazan Arıbaş Erbil 

İthaki Yayıncılık 

3.Baskı - Aralık 2022 

182 sayfa 


Afrika'da kendi halinde bir kabile. Vahşi mahşi kendilerine göre bir hayatları var. Beyaz adam geliyor, sözde medeniyet getirirken yerli halkı ortadan kaldırıyor.

*

Umuofia adlı bir köy. Köyde kral yok. Unvanlı adamlar, rahipler ve yaşlılar var. Toprak, gökyüzü, şimşek tanrıları ve tanrıçaları var. Bir de kişisel tanrıları olarak "çi" var. 

Okonkwo, köyün çalışkan, saygı duyulan bir adamı. Babası tembel bir müzisyenmiş. Okonkwo onun tembelliğinden nefret etmiş ve babasının sevdiği her şeyden nefret ederek büyümüş. 

Okonkwo babasının aksine çalışıyor, çabalıyor, köyde iyi bir yere geliyor. Üç eşi ve on bir çocuğu var. Köyde erkeğin çok eşliliği doğal karşılanıyor. 

Öfkeyi erkeklikle bir tuttuğu için Okonkwo sürekli kızgın bir adam ve eşlerini, çocuklarını sık sık dövüyor, pis herif. 

Köyde böyle acımasız davranışlar var, adet olmuş. Örneğin bir gün köyde bir kadını başka bir köyün köylüsü öldürmüş. Ceza olarak öldüren adamın oğlunu ve köyden bir bakire kızı veriyorlar bunlara. Kızı, öldürülen kadının kocasına veriyorlar ölen karısının yerine geçmek üzere. Kadın böyle bir takasa konu meta. Oğlanı da Okonkwo’ya veriyorlar. Biraz büyüsün, öldürecekler.

Oğlancığın -adı İkemefuna- niye köyünden, evinden koparıldığına dair bir fikri yok tabii, zavallı yavrucak. Kendisiyle beraber köyden getirilen kızı da bir daha hiç görmüyor. 

İkemefuna, Okonkwo’nun en büyük oğlu Nwoye ile çok iyi arkadaş oluyorlar. Üç yıl beraber yaşadıktan sonra yasaları gereği İkemefuna’yı öldürüyorlar. Hem de artık baba dediği Okonkwo yapıyor bunu.

*

Köydeki günlük yaşama dair de bilgiler yer alıyor. Evlilikler (kız için başlık parası), ölümler (cüzzamlıları ormana atmak), batıl inançlar (ikiz doğumların toprağa karşı suç sayılıp ikiz bebeklerin ormana terk edilmesi) cenaze törenleri (tüfekle havaya ateş açmak) gibi. 

Cenaze töreninin birinde Okonkwo yanlışlıkla cenazesi kaldırılan ölen adamın oğlunu vuruyor. Yasalarına göre Okonkwo'nun evi yakılıyor ve Okonkwo sürgüne gönderiliyor, yedi yıl boyunca köye dönemez. 

Annesinin köyüne Mbanta’ya sığınıyor Okonkwo, eşleri ve çocuklarıyla. 

Vahşi mahşi kendilerine göre bir hayatları varken bir gün beyaz adam geliyor misyonerlik faaliyetleriyle. Kilise açılıyor. Tanrıya inanmazsanız ateşte yanarsınız ve benzeri söylevler. Gerçi bunların tanrıları da az zalim değil, öldür, yak, yık diyen tanrıları var bunların da. 

Okonkwo’nun oğlu Nwoye de misyonerlere katılıyor. Okonkwo dövüyor oğlunu ve onu son görüşü oluyor. Oğlan artık Hıristiyan misyoner. 

Bu arada Okonkwo’nun sürgündeki yedi yılı bitiyor. Kendi ata toprağına Umuofia’ya geri dönüyor. Orada da kilise ve beyaz adamlar var. Üstelik mahkeme de kurmuşlar. Yerlileri yargılıyorlar, döverek, adi işler yaptırarak cezalandırıyorlar. Yerli halkın kendi çocukları da beyaz adamlara katıldığı için yerliler beyazlarla mücadele edemiyor. 

Beyaz adam ticareti de geliştiriyor. Palmiye yağı ve tohumu yüksek fiyatlardan satılır hale geliyor, Umuofia’ya para akıyor. Okul ve hastane yapılıyor. 

Okonkwo bu sisteme karşı isyan ateşini başlatıyor. Kiliseyi yakıyorlar. 

Tutuklanıyorlar. İşkence görüyorlar. Kefaletle serbest kalıyorlar. 

Okonkwo kendisine işkence eden mübaşirin kafasını kesiyor. 

Beyaz adamlar Okonkwo’yu arıyor. Evde yok. Nerede olduğuna beraber bakalım, diyor köylüler. Bir an köylüler beyaz adamları tuzağa çekip öldürecekler sandım. Ama o da ne? Okonkwo kendini asmış. Hâlâ tuzak olabilir diye düşündüm, Okonkwo ölü taklidi yapıyor, sonra o ve diğer yerliler öldürecekler beyaz adamları. Ama yok. Tuzak muzak yok. 

Kitabın sonu beyaz adamların komiserinin anılarını yazacağı kitaba düşündüğü isimle bitiyor: “Aşağı Nijerya’daki İlkel Kabilelerin Etkisizleştirilmesi”

*

Kıymetli bir anlatı. Beyaz adamın kolonileştirmesini, kolonileştirilen yerli halkın dünyasından okumak çok anlamlı. Kitap bu kıymete ve anlama binaen 2007 MAN BOOKER Uluslararası Ödülü almış zaten. 

*

Bir üçlemenin ilk kitabıymış bu. Bakalım, denk gelirsem diğer ikisini de okurum. 


11 Eylül 2025 Perşembe

SAATÇİ İBRAHİM EFENDİ TARİHİ

 


SAATÇİ İBRAHİM EFENDİ TARİHİ 

Elvan Kaya Aksarı 

Vacilando Kitap 

3.Baskı - Eylül 2023 

87 sayfa 


Dili ne kadar hoş bir kitap, zarif. 

*

İbrahim Efendi derme çatma bir dükkanda saatçilik yapıyor. Hayatı yaşama ve düşünme tarzı toplumdan ayrıksı. Delilik ile dahilik arasındaki çizgide. Ama deliliğe daha yakın durduğunu düşünmüş olacaklar ki devletimiz müdahale ediyor. Akıl sağlığı ve genel olarak sağlığı yerinde mi diye gözlem altına alınıyor. Salıverildiğinde ise biricik dükkanının yerinde yeller estiğini görüyor. İbrahim Efendi de bunun üzerine sırra kadem basıyor. Ulu evliya aziz gibisine biri olarak anılıyor. 

Yan karakterler de var hikayede, gerçekçi ve tatsızlar, onları boş verdim.

8 Eylül 2025 Pazartesi

OKÇU'NUN YOLU

 



OKÇU’NUN YOLU 

(O Caminho do Arco) 

Paulo Coelho 

2003 

Portekizce aslından çeviren: Emrah İnce 

Can Sanat Yayınları 

2.Basım - Ekim 2022 

163 sayfa 


Az yazılı çok resimli bir kişisel gelişim kitabı. 

Usta bir okçudan ok-yay metaforu üzerinden hayata ilişkin öğütler okumak isteyenler buyursun. 

Bu arada usta demişken; 

"Usta bir şey öğreten değil, öğrenciye zihninde zaten bulunan bilgiyi keşfetmesi için ilham veren kişidir.” Sf.25

 Usta okçu Tetsuya. Ama ok mok işlerini bırakmış, marangoz olmuş. Köylüleri bile bilmiyor onun bir zamanlar ne usta okçu olduğunu. Anca işin ehli bilir. İşte bilenlerden bir genç de araya araya onu buluyor. Hünerlerini ona gösteriyor. Usta okçu da tavsiyelerde bulunuyor, okçunun yolunu anlatıyor:

Dostlar: Herhangi bir işe başlarken ilk olarak kendine dostlar, yani yaptığına ilgi gösteren kişiler bul. Sf.29 

Yay: Bazen hareketsiz kal, dinlen. Devamlı gerilmek yorar. 

Ok: Ok niyettir. Niyetin belirgin ve ölçülü olsun. 

Hedef: Hedefi sen seçersin, sorumluluk da senin, başkasını suçlama 

Duruş: Vakur, zarif bir duruşun olsun.

.

.

.

İşte böyle böyle ok nasıl tutulur, yay nasıl tutulur, hedef nasıl belirlenir... gibisine gibisine Ermiş/Halil Cibran tandanslı bilge bilge öğütler. 

7 Eylül 2025 Pazar

BİR KALBİN ÇÖKÜŞÜ

 


BİR KALBİN ÇÖKÜŞÜ

(Untergang Eines Herzens) 

Stefan Zweig 

Almanca aslından çeviren: Yonca Kocadağ 

Kızıl Panda Yayınları 

4.Baskı - Ağustos 2025 

48 sayfa 


Yaprak Dökümü Ali Rıza Bey’in Alman versiyonu var hikayede: Salomonsohn. 

Adam, bir gece kızının gizlice dışarıdan gelip odasına girdiğini görüyor. Hemen kafasında kuruyor ki kızı gece yarısı bir adamın koynuna girdi geldi. Ondan sonra sayfalar dolusu sitem. Vay benim kızım orospu oldu, ben yemedim yedirdim, on dört saat çalıştım, kim için, karım ve kızım, ama onları aslında tanıyor muyum, hayır, ben yorgun argın eve geliyorum, onlar tiyatroya dansa gidiyor, yalnızım ben yalnızım… Yiyip bitiriyor kendisini. Kimseye de bir şey söylemiyor. Küsüyor karısına ve kızına. Hatta tüm dünyaya. Ruh gibi işe gidiyor, geliyor. Sonra da kalp krizi ve ölüm.

Bu arada kızın gerçekte ne yaptığını da öğrenemiyoruz. Adam kafasında kurduğu senaryoyu mezara götürdü. 

KARABİBİK

 


KARABİBİK 

Nabizade Nazım 

1890

Kızıl Panda Yayınları 

1.Basım - Ekim 2021 

44 sayfa 


İlk Türkçe köy romanımıza merhaba deyin.

*

Karabibik kendi halinde bir köylü adamcağız. Bir kızcağızı var, adı Huri, başka kimsesi yok. Hanımı doğum esnasında ölmüş. Huri'ye köylülerden bir kadın bakmış. Bakan kadın ve kocasının başka çocukları yokmuş, kendi kızları gibi sevmişler Huri'yi. O kadar ki belki miraslarını Huri'ye bırakırlar. Karabibik bunu umup seviniyor kızı adına. 

Huri evlilik çağına gelince Karabibik kızını evlendirmek istiyor. Sonunda kıza iyi bir talip çıkıyor, evlendiriyor.

*

Öküz almak istiyor Karabibik. Borç harç alıyor. 

*

Karabibik’in bir hastalığı var, zaman zaman nüksediyor. Doktora gidiyor. Doktorun karısının "serbest"(!)  hareketlerinden cesaret alarak kadını taciz ediyor. Kadın kaçmayı başarıyor, sonra da gülüyor Karabibik’in haline.

*

Bu kadar. Köylülük ve sıradanlık. 

*

Kitabın başında Nabizade Nazım’ın "Okuyucularıma" başlıklı bir açıklaması var. “Gerçekçilik ekolünde yazılmış bir roman” diyor kitabı için.

Doğru ve bu gerçekliği çok sıkıcı buluyorum. Köy hayatı beni boğuyor. Var bir köyüm, biliyorum. 

*

Bu kitabı oturduğum kafenin kitaplığında gördüm. Yanımda kitap yoktu, kafede otururken okuyabileceğim az sayfalı bir kitap baktım raflarda, bunu seçtim. Bloğuma yazarken fark ettim ki tee on iki yıl önce zaten okumuşum. 

Bkz: Karabibik/Nabizade Nazım

Hiç hatırlayamadım.

4 Eylül 2025 Perşembe

SAFİYE SULTAN -III-

 

SAFİYE SULTAN 3 

Sözüm ki Tek Sana Geçmez Celladımsın Ey Zaman 

(The Reign of the Favored Women) 

Ann Chamberlin 

1998 

Çeviren: Solmaz Kamuran 

İnkılap Yayınları 

440 sayfa 


Olaylar olaylar. 

Çeşitli saray entrikalarına ilk iki kitabın ardından serinin son kitabıyla devam.



Bu entrikalardan uzak İsmihan Sultan (Sultan Selim'in kızı, Sokullu Mehmet Paşa'nın eşi) ve hadımı Abdullah.

Yine hadım Abdullah'ın gözünden görüyoruz olanları. Abdullah, efendisi Sokullu Paşa, hanımı İsmihan Sultan ve kızları Gülruh'a müthiş sadık.

Sadakatle pek bağdaşmayan biri var, o da Safiye Sultan.

Hareme kuyumcu bir Yahudi kadın gelip gidiyor. Kira Kadın. Kadının elinde bir madolyon görüyor İsmihan. İçinde İtalyanca  "Yarın öğleden sonra" yazıyor. Abdullah zehir gibi hemen anlıyor, Kira bu madalyonu haremden dışarıya taşıyacak belli ki, o yazıyı da yazsa yazsa Safiye yazar diye düşünüyor Abdullah. Kira Kadının kocasının dükkanına gidiyor Abdullah. Dükkana Venedik ataşesi Andrea Barbarigo geliyor. Ardından Safiye. Sevişiyorlar. 

Bu olanları Abdullah'ın gördüğünü fark eden Safiye'nin hadımı Gazanfer, Abdullah’ı uyarıyor, ben de senin hanımının ne yaptığını biliyorum, diye. (İsmihan da kocasını aldatmıştı. Başka bir adamdan çocuk yapmıştı.) Böylece Abdullah gördüğünü kendine saklıyor. 

*

Padişah Selim, Kıbrıs'ı almak istiyor. Üzümleri ve şaraplarından ötürü. İnebahtı Savaşı yaşanıyor. 

Venedik donanmasında Safiye’nin sevgilisi Andrea da var. Venedik gemisi Türkler tarafından ele geçiriliyor. Andrea ben müslümanım diyip kurtuluyor. Ona yeniçeri üniforması veriyorlar. Uluç Ali Paşa’nın adamı oluyor. 

*

Safiye’nin Mehmet'ten sonra bir çocuğu daha oluyor, adı Ayşe. Ardından bir kız daha doğuruyor. Fatma. 

Safiye kitapta çocuklarıyla ilgilenmeyen bir anne profilinde. Daha çok devlet işleriyle ilgileniyor. Fransa kraliçesi Catherina'ya mektup yazıyor. Sizin oğlunuz Hercul ile benim kızım Ayşe,  Mehmet ile de sizin kızınız Margot evlense diye. Hayal ama diyor, hayali de güzel. 

*

Selim, Kıbrıs’ı fethedince Kıbrıslı bir cariyeyi istiyor yanına. Kızlayken hamamda ölüyor. Sarhoşmuş, kaymış, mermere çarpmış başı, ölmüş. Ama Abdullah’a göre Kıbrıslı kız intikam için onu itmiş. 

Selim’in ölümünün ardından Manisa’dan Murad geliyor. Gelir gelmez önce karnım aç diyor, sonra da beş erkek kardeşini öldürtüyor. 

*

Safiye, hadımı Gazanfer’i kapıağası yaptırtıyor artık padişah olan oğlu Murad’a. Veziriazamlığa yakın bir görev. Böylece Gazanfer hep Murad’ın yanında olacak ve Safiye'ye daha çok bilgi taşıyabilecek. 

*

Safiye Mitra adlı bir cariye eğitiyor Murad için, casus olarak. (Safiye ve Murad arasında bir aşk yok. Hatta Safiye kendi elleriyle Murad'a cariye seçip gönderiyor. Nurbanu da Selim için aynısını yapıyordu. İğrenç iğrenç şeyler.) 
Nurbanu da Mitra'nın hadımını kendi casusu yapıyor. Mitra ile Nurbanu’nun adamı olan hadım arasında cinsel yakınlaşma oluyor. Abdullah görüyor, olay çıkıyor. Hadım öldürülüyor. Mitra da Sultan Murad’dan olan iki oğluyla Edirne Sarayına gönderiliyor. 

*

Safiyelerin hayatı hep enrtika, aksiyon içindeyken İsmihan ve kızı Gülruh sakin bir hayat yaşıyor. Gülruh evlenme çağına gelince bu sakinlik azalıyor. Gülruh’ı şeyhülislamın oğlu Abdurrahman ile evlendirmeyi düşünüyor Sokullu. Gülruh önce istemese de sonra razı oluyor ve güzel bir yuvaları oluyor. İki kızı, üç oğlu oluyor Gülruh'un.

Bu arada Sokullu, Abdullah'a inanılmaz şeyler söylüyor. Gülruh’un öz kızı olmadığını ve Abdullah'ın da bunu bildiğini bildiğini söylüyor. Ama kızmıyor. Üstüne bir de  Abdullah’a ilanı aşk ediyor ince ince. Ohara! 

Sokullu bir gün Divan çıkışı derviş kılığında biri tarafından bıçaklanarak öldürülüyor. 

*

Murad ile Safiye'nin oğlu Mehmet’in dillere destan, gösterişli bir sünnet düğünü yapılıyor. 

Gün geliyor Nurbanu ölüyor. Murad da ölüyor. Mehmed tahta geçiyor. On dokuz kardeşini öldürtüyor. Safiye iyice güçleniyor. 

*

İsmihan ölüyor. Abdullah, Gülruh’un hizmetine geçiyor. 

*
Gazanfer Abdullah’a her şeyi itiraf ediyor. İsmihan’ın zamanında erkek doğan bebeklerini Safiye’nin öldürttüğünü, Sokullu'nun ölümünü de Safiye'nin planladığını vb.

Ve Safiye'nin şimdi en güçlü olacağı zamanda seri bitti.