12 Mayıs 2025 Pazartesi

BEATRICE'TEN SONRA BİRİNCİ YÜZYIL

 

BEATRICE'TEN SONRA BİRİNCİ YÜZYIL

(Le Premier siecle apres Beatrice)

Amin Maalouf

2005

Çeviren: Orçun Türkay

Yapı Kredi Yayınları

22.Baskı - Şubat 2025

167 Sayfa


Kız çocuklarını ortadan kaldıran bir madde üretilmiş, el altından dağıtılıyor. Ta ki kız-erkek dengesi gözle görülür şekilde bozuluncaya kadar. O zaman işin aslı ortaya çıkıyor. 

Öyle bir madde ki kullanan kadın kesinlikle erkek çocuk doğuruyor ve sonraki tüm doğumları da erkek oluyor. Tabii hemen geri kalmış ülkelerde kapış kapış gidiyor. Her masada olduğumuz gibi bu masada da varız:

"Kimdi bu alıcılar? Avrupa'da başlıca alıcıların Türkler, Afrikalılar, Kuzey Afrikalılar; Amerika'da da İspanyollar olduğunu duyurmak için hızlı soruşturmalar yapıldı." Sf. 96

İşin tehlikesi anlaşılınca kız çocuk doğumları teşvik edilmeye başlanıyor. Kız çocuğu olanlara devlet yardımı oluyor. Ve başka bir tehlike doğuyor, kız çocuklarının kaçırılması ve satılması.

"Vaiz, Kuzey'e çocuk taşınmasının sayısız yararlarını överken, çok sayıda bebeği 'özellikle kız çocuklarını, kendi ortamlarında onları bekleyen üzücü yazgıdan kurtarıp daha iyi bir kültür ve din çevresine katılmalarını sağlamak için' İslam ülkelerinden, özellikle Mısır, Türkiye, Somali ve Sudan'dan aldığını söylemek gibi bir hata yapınca ilk olay patlak verdi." Sf. 109

*

Romanda bu olanları bir böcek uzmanının kaleminden okuyoruz. Böcek konferansı için Kahire'ye giden bu uzman çarşıdan bokböceği baklası alıyor. İnanışa göre erkeğe cinsel güç verir ve o erkeğin erkek çocuğu olurmuş. Uzman buna inandığından değil sadece bir materyal olarak alıyor. 

Clarence adlı bir gazeteci bu uzmanla bir söyleşi yapıyor. Bu ikisi sevgili oluyorlar. Kız 29, uzman 41 yaşında. 

Uzman adam, çocuk istiyor. Kız çocuğu, adını Beatrice koyacakmış, niyeyse bu isimde bir kız çocuğu olmasını istermiş hep. Onun doğacağı yıla da Beatrice Yılı diyecekmiş. Ama Clarence çalışmak, başarılı olmak, tanınmak istiyor. Yeri doldurulamaz noktaya gelince çocuk yapacağını söylüyor. 

Clarence, iş için Hindistan’a gidiyor. Kız çocuklarının salt kız doğdukları için öldürüldüğü bu ülkenin ve hep erkek çocuk doğumunun gerçekleştiği bir hastanenin haberini yapmak istiyor. Ama çalıştığı gazetede bu konuyla dalga geçiyorlar. Clarence  işten ayrılıyor. Çocuk yapıyor, kız çocuk oluyor. Beatrice koyuyorlar adını.

Bu arada Clarence işin peşini bırakmıyor. Bir zaman sonra Birleşmiş Milletler ayrımcı doğum” diye adlandırıyor Clarence’nin zamanında dalga geçilen haberini. Clarence başka gazetede çalışmaya başlıyor ve ünleniyor. Kız çocuk sayısındaki azalma nedeniyle iç savaşlar, tecavüzler, kızların satılması gibi olayları haber yapıyor.

Beatrice büyüyor, sevgilisi oluyor, hamile kalıyor. Clarence, inşallah erkek olur diyor, torunu için. Çünkü kız çocukları için dehşetli korkunç bir dünya. Erkek oluyor torunu.

Aile, İsviçre Alplerinde emekliliğini yaşıyor. Geride bize bu dehşet hikayeyi bırakıyor. 

Oldum olası anlamam bu erkek çocuk sevdasını. Kız olur, erkek olur, ne önemi var? Ne aptal aptal kafalar.

Roman güzel. Ama ben hafif buldum. Dehşet bir konu uzaktan seyirci olarak, güvenli sularda anlatılmış. Belki bu yüzden o kadar sarsıcı gelmedi. Ve bu benim için iyi. Mesela bir Khaled Hosseini o alınıp satılan kadınlardan biri olarak yazar ve mahvederdi okuru. Biraz da H.G.Wells tadı aldım aslında konudan. Onun bilim kurgusu gibi, hayal dışı sayılmaz, henüz gerçek değil ama mümkün de. 

PETRO-KIYAMET

 


PETRO-KIYAMET

Küresel Enerji Krizi Nasıl Çözüle(meye)cek?

(Petrocalipsis: Crisis energita global y como (no) la vamos a solucionar)

Antonio Turiel

2020

Çeviren: Saliha Nilüfer

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

1.Basım - Kasım 2023

137 Sayfa


Hiçbir enerji kaynağı petrol gibi değilmiş. Aklınıza gelen diğer kaynaklar, doğal veya doğal olmayan, evet hiçbiri petrolün yerini tutmuyormuş. 

Petrol çıkarma konusunda zirve noktaya gelinmiş. “Peak oil” petrol üretiminde zirve demek. Yani artık petrol azalıyor ve hala alternatifi yok. 

Petrolden neden vazgeçemiyoruz? Petrol, enerji yoğunluğu yüksek bir madde. Sıvı olduğu için yakıt ikmali hızlı yapılabiliyor. Örneğin doğalgazın üreticiden tüketiciye ulaşması için boru hattı lazım. Petrol dağıtımında böyle ek zahmet yok.

Bir litre benzinle araba yirmi kilometre gidebiliyor. Dolayısıyla petrol ulaşımı çok kolaylaştırıyor. Kişisel ulaşımımız yanında tırlar, vinçler... ve benzerini de çalıştırabilen bir kaynak. Gıda sektörü de buna dayanıyor. Tarımsal araçlar petrolle çalıştığı gibi tarımsal üretimin marketlere, pazarlara ve sofralarımıza gelişi de kamyonlarla bunların dağıtımı sayesinde. 

Yani

“Petrolle beslenen dev bir canavar yarattık” Sf.3

Bu kadar etkili başka bir alternatifi olmadığından petrolden vazgeçmek zor. Alternatifi olması için enerjisi yoğun sıvı hidrokarbon kaynağı bulmak lazımmış. Nükleer, rüzgar, su, doğalgaz, kömür... hiçbiri böyle değil ve petrol kadar işlevselliği yok. Bunun sebepleri ayrıntılarıyla yazıyor kitapta. 

Çözüm için sistemsel öneriler var kitapta. Mülkiyet modelinin değişmesi, paranın yeniden tanımlanması, yenilenebilir enerjiden faydalanmanın yollarını bulmak, atık madenciliğinden faydalanmak... gibi


3 Mayıs 2025 Cumartesi

OKUMAK

 


OKUMAK

(Reading: A Very Short Introduction, First Edition)

Belinda Jack

2019

Çeviren: Azade Aslan

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

1.Basım - Temmuz 2024

148 sayfa



Okumak üzerine okumak... Çok keyifli geldi bana. Okumak üzerine bu kadar düşünmediğim gibi bu kadar düşünülebileceğini de düşünmemiştim. 

*

Okuyan insana okumanın ne kadar normal ve olağan geldiğini anlatarak başlıyor kitap. Ama iş birine okumayı öğretmeye çalışmak oldu mu, işin rengi değişiyor. Gerçekten aslında o kadar da normal ve olağan gözükmüyor bu durumda. Okumayı öğreten öğretmenlerimize saygılar.

*

Okuma sürecini anlatıyor kitap bir yerde. Okumak için hem fiziksel hem zihinsel bir çaba gösteriyoruz. Gözümüz sözcükleri görüyor, tanımlıyor, beynimiz bu veriyi yorumluyor. Üstelik beynimizin dil bölgesinin yanı sıra başka bölgeleri de harekete geçiyor:

“Lavanta, tarçın ve sabun gibi sözcükler beynin hem dil işleme alanlarını hem de kokulara tepki veren alanlarını hareketlendirir.” Sf.7

Özellikle macera, gerilim, polisiye gibi romanları okurken de salt okumadığınızı hissedersiniz. İçindeymiş gibi olursunuz bazen. Buradan da anlaşılabilir aslında okurken sadece gözümüzde değil beynimizde de bir şeyler oluyor. 

“Okumak benliğin aşılmasına, zamanda ve mekanda yeni bir aidiyet duygusuna ve en önemlisi de bireyin ait olduğu topluma eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşmasına olanak tanır.” Sf.20

*

Bu kitapta öğrendim ve şaşırdım, sessiz okuma aslında yeni bir şey sayılırmış. Okumak eskiden -Antik Yunan ve Roma döneminde- topluluk içinde yüksek sesle okumak olarak uygulanıyormuş. Bugün anladığımız şekilde sessizce ve yalnız yapılan bir eylem değilmiş. İlk defa sessizce kitap okuyan birini görenler şaşırıyormuş yani, ne yaptığını anlamıyorlarmış. 

Antik demişken Antik Yunan’da ünlü bir kadın yazar varmış: Sappho (MÖ 630-570) Çağdaşları onu çok övmüş. Şiirleri ve başka yazıları da varmış. Ama ondan pek az şey günümüze ulaşmış. Ününü anlamamız için şöyle bir örnek veriliyor kitapta:

“Okurlardan tarihteki en önemli 12 kadını saymalarını isteyen bir ankette Viktorya dönemi kadınlarının en çok Sappho’nun adını verdiklerini görürüz.” Sf.31

Tabii ki erkekler tarafından çokça eleştirilmiş ve zamanla unutturulmuş. Erkeklerle ilgili çok güzel bir tabir var kitapta:

“...erkeklerin röntgenci bakışlarına maruz kalmış başka pek çok başarılı kadın gibi” Sf.33

Eskinin bir başka ses getiren kadın yazarı var: Christine de Pizan. (1364-1430) 1405’de yazdığı Le Livre de la cite des dames (Kadınlar Şehri Kitabı) erkeklerin kadınlara karşı tutumuna yönelik bir kitapmış. O kitaptan bir alıntı:

“Aklıma, merakımı celp eden tuhaf bir düşünce gelip yerleşti; nasıl oluyor da bu kadar çok erkek… kadınlar ve onların davranışları hakkında bu denli korkunç şeyler söyleyip yazmış ve bunu yapmaya devam ediyor. Bunu nasıl açıklamalı bilmiyorum. Bunu yapanlar yalnızca bir avuç yazar da değil… Saymakla bitmeyecek kadar çok filozof, hatip ve şair aynı şeyi söylüyor gibi görünüyor ve kadın doğasının bütünüyle ahlaksızlığa teslim olduğu görüşünde birleşiyorlar.” Sf.43

Sorma bacım. 1405’te sana bunu söyletmişler. 600 yıl geçmiş, hâlâ aynı.

Bu yazarı ve kitabını ilk defa "Meraklısına Feminizm" kitabında öğrenmiştim. Kadın düşmanı fikirlere karşı bir cevap niteliğinde yazıları olduğundan bahsediliyordu. 

Kadın düşmanlığına karşı demesek de kadınların manifestosu diyebileceğimiz bir anlatı içeren bir kitabımız var bizim de şimdi aklıma gelen.


Orada da okur bir genç kadın, fikirlerini beğendiği bir erkek yazarla bilgi alışverişinde bulunmak istiyor. Ama erkek yazar kadına hemen duygusal yaklaşıyor. Kadın da aradığının gönül ilişkisi olmadığını, kadın olduğu için kendisine hemen böyle yaklaşılmasını yanlış bulduğunu ifade ediyor güzelce. 

*

Dünyada okuma yazmayı teşvik eden Roma İmparatorluğu olmuş. Çünkü dünyanın çok büyük bir bölümüne egemen olan Roma İmparatorluğu bu geniş toprakları yönetmek için kullandığı askeri ve hukuki sistemler için doğru bir yazılı iletişime ihtiyacı vardı.

Matbaanın icadı tabii okuma yazma konusunda bir çığır açıyor.

Zorunlu eğitime geçilmesiyle okuma yazma oranı iyice artıyor. (Ücretsiz zorunlu eğitim modeli Prusya’da ortaya çıkmış. 1717’de I.Frederick William tarafından.)

Yalnız eğitimle ilgili şöyle bir şerh düşülebilir:


Eğitim hakkında doğru bilinen yanlışlara dair ufuk açıcı bir kitap.

*

Okumak dendiğinde eskiden en çok roman okunuyormuş. "Genç Werther’in Acıları" döneminin en popüler romanı. Napolyon’un kitabı yedi kez okuduğu söyleniyor. Okuyanları intihara sürüklediği söylenegelen bir roman. Bu gerçek mi bilinmez ama "Werther etkisi" denebilecek bir taklitçi intihar çeşidi olduğunu biliyoruz. İntiharın özendiriciliği ile ilgili bir kavram. 

“Psikiyatri alanındaki son bulgular da romanın korkunç etkisinin anlatım tekniğinden kaynaklanmış olabileceğini düşündürür.” Sf.72

*

Kitapta bir hata var. Kitap yakmalardan bahsedilen bölümde Malala Yusufzay’ın öldürüldüğünü söylüyor:

“Yakın geçmişte de Pakistan’ın Taliban kontrolündeki bir bölgesinde, Malala Yusufzay adlı genç bir kız öğrenci, kitap okuduğu ve bir blogda kız çocuklarının okuryazarlığını savunduğu için başından vurularak öldürülmüştür.” Sf.85

Yuoo ölmedi ki. Kız yaşıyor -Allah uzun ömür versin- bir Google araması ile bulunabilecek bir gerçek, niye öldü yazmış ki?

Bu arada Malala demişken kitabı için bkz: Ben, Malala

*

Her masada varız. Sansürden bahsedilen bölümde:

“Uluslararası toplumdan gelen sayısız çağrıya rağmen Türkiye de 1991 tarihli Terörle Mücadele Yasası ile ‘içerideki düşmanlara’ karşı ulusal güvenliği sağlama bahanesiyle katı sansürü sürdürmektedir.” Sf.99

Kitapta anlatılmıyor ama sansürden daha fenası otosansür. Yazarın ceza alacağı veya başka bir yaptırıma maruz kalacağı korkusuyla kendi kendisine uyguladığı baskı. Onu da biliriz. 

*

Bunların dışında kitap yakma, yasaklı kitaplar, çeviri, yeniden okumak... gibi okumakla ilgili başka çeşitli hususlara da yer verilmiş kitapta. Sevdim. 

*

Okumakla ilgili başka okumaklar için


2 Mayıs 2025 Cuma

MERMER ADAM

 


MERMER ADAM

(Les Promises)

Jean-Christophie Grange

2021

Çeviren: Tankut Gökçe

Doğan Kitap

1.Baskı - Ağustos 2022

603 sayfa



1939 Nazi Almanya'sında geçen bir seri cinayetler hikayesi.

Üst düzey Alman Nazilerin karıları öldürülüyor. 

*

Simon Kraus psikiyatr. Sadece kadın hastaları kabul ediyor. Kadınların Nazi karşıtı görüşlerini dinliyor, sonra da bunları şantaj olarak kullanıyor.

Bir gün bir gestapo subayı Franz Beewen geliyor muayenehanesine. Ona eski bir hastasını soruyor. Margarete Pohl. Ne zaman gelmişti size, diye soruyor. Kadın öldürülmüş. Kocasına Mermer Adam diye çok korktuğu birinden bahsediyormuş. Subay bunu soruyor Simon'a, bilmiyorum diyor Simon. Halbuki biliyor. Margarete’nin rüyalarında gördüğü taştan bir figürmüş. Rüyasında bunu gören başka kadın hastaları da varmış. Simon bunu Nazi gücünün, Adolf Hitler’in bir simgesi olarak tahlil ediyor ama neden mermerden olduğunu bilmiyor.

Margarete Pohl ilk kurban değilmiş. Daha önce de yirmi yedi yaşında bir kadın, Susanne, karnı yarılarak, üreme organları çalınarak, ayakkabıları kayıp şekilde bulunmuş. Daha sonra da Leni diye bir kadın. Ortak özellikleri Nazi yüksek çevresinden kişilerin karıları olmaları. Ve yüksek sosyete topluluğu olan bir kulübe üye olmaları.

Otopside yaraların bir SS hançeri ile yapıldığı ortaya çıkıyor. Yani katil bir SS mi?

*

Beewen’in babası savaşta yaralanmış, akıl hastanesinde. Hastanenin yöneticisi Minna von Hassel. Beewen’in ona ilgisi var.

Naziler Yahudilerin yanı sıra akıl hastalarını da yok etmek istiyorlar. Bu yüzden bu hastaneyi de taşıyoruz diyerek hastaları öldürmeye götürecekler. Minna, buna engel olması için Beewen’den yardım istemeye karar veriyor.

*

Bir gün Minna’nın arkadaşı Ruth, Minna'yı çağırıyor. Ruth, Dünya Savaşında suratından yaralananlara yüz protezleri yapan bir doktor/sanatçı. Minna'ya şeytandan bir sipariş aldığını ve yaptığı için çok pişman olduğunu söylüyor. 

Mina, Ruth’un yanından çıktığında takip edildiğini fark ediyor. Kaçıyor. Kendisini yakalayıp sonra bırakan adamın yüzü mermer. Minna o gün Ruth ile aynı giyinmişti. Tahminine göre katil aslında Ruth’u öldürecekti, Mina’yı Ruth sandı, o olmadığını görünce bıraktı. Mina hem bu olayı hem de babasının başka hastaneye nakil adı altında öldürüleceğini anlatıyor Beewen’e. Ruth’un evine gidiyorlar. Ruth’un cesedini buluyorlar evde.

Akıl hastanesi konusunda da Beewen bir şey yapamıyor. Akıl hastanesini ve Beewwn'in babası da dahil tüm hastaları yakıyor Naziler. 

*

Simon’un hastalarından Greta ona rüyasında mermer maskeli bir adam gördüğünü anlatınca Simon Beewen’i bulup ona bunu anlatıyor.

Üçü beraber çalışıyorlar.

*

Mina daha önce Alman seri katiller üzerine tez yazmış. Tezi için yaptığı araştırmaları inceliyor. Kurbanlarının karnını deşip iç organlarını çıkaran ve ayakkabılarını alan bir katili fark ediyor. Albert Hoffmann. Hapis cezası yeni bitmiş. Hapishaneye gidiyor Minna. öğreniyor ki adam Dünya Savaşına katılmış. O yıl mahkumları da askere almışlar. Öldü diye bilgi verilmiş. Minna’nın düşüncesine göre savaş meydanında yüzünden yaralandı. Ölen bir askerin künyesiyle kendisininkini değiştirdi. Temiz bir isimle Ruth’a gidip yüz maskesi yaptırdı. 

Hoffmann’ın taburundaki askerlerin listesi ile Ruth’un işlem yaptığı askerlerin listesini karşılaştırıyorlar. Aynı isim çıkarsa adamı bulmuş olacaklar. Buluyorlar ismi. Josef Krapp. 

Adamın evini basıyorlar. basıyorlar. Evde kadın ayakkabıları buluyorlar.

*

Simon bir dükkanın vitrininde bir film afişi görüyor. Bilimkurgu filmi. Afişte maskeli bir adam var. Katilin görünümü gibi. Katil muhtemelen bu görüntüden esinlendi.

*

Mina, Ruth’un birlikte çalıştığı cerraha gidip durumu anlatıyor ve Ruth’un pişman olarak yaptığını söylediği maskeyi yapmasını rica ediyor. Cerrah yapıyor.

*

Gaziler Geçit töreninin olduğu gün Beewen, Mina ve Simon da töreni izlemeye gidiyor. Çünkü katilin de orada olacağını biliyorlar. Gerçekten de orada. Onu kovalıyorlar. Bir trende yakalıyorlar. Beewen adamla boğuşurlen adamın kafasını camdan sarkıtıyor, diğer yönden gelen tren adamın kafasını koparıyor.

Ardından bir cinayet daha oluyor ve dördüncü bir kadının daha öldürüldüğünü haber alıyorlar. 

Greta da öldürülüyor. Halbuki katili yakalayıp öldürmüşlerdi ama yanılmışlar demek ki. 

Greta hamileymiş. Diğer öldürülen üç kadın da. Cinayet sebebinin bu gebelikler olabileceğini ve katilin fetüsleri çaldığını düşünüyorlar. 

Simon, Greta’nın bir arkadaşı olan Magda'ya Greta’nın hamileliğini soruyor. Arkadaşı Greta’nın o dönem popüler olan Hitler için bir çocuk kampanyasına inandığını, bununla ilgisi olabileceğini söylüyor.

*

Beewen, Simon ve Minna’yı alıp bir gece eşcinseller kulübüne götürüyor. Travestilerden biri Greta’nın kocasıymış. Günter. Günter’i sırguluyorlar. Günter, karısını her yere şoförün götürdüğünü söylüyor. Şoförü sorguluyorlar. "Lebensborn" diyor şoför.

Lebersborn diye bir sistem oluşmuş 30’lar Almanya’sında . Nüfus azaldığı için Hitler'e ve Almanya’ya çocuk dünyaya getirmek isteyen kadınlar kendilerini dölletecek SS subayların olduğu ofislere gidiyorlarmışmış. 

Minna da buraya gidip neler olduğunu öğrenmek istiyor. Çalıştığı akıl hastanesini yakan tehlikeli adam Mengerhausen çıkıyor karşısına. Onun projesiymiş Lebersborn. 

Minna'yı  içecekle bayıltıyorlar, Minna'ya tecavüz edecek adam geliyor. Adam bir film aktörü. Kurt Steinhoff. Minna adamdan kurtulmayı başarıyor. 

*

Simon ve Beewen aktör Kurt Steinhoff evde yokken evini araştırıyorlar. Sevişen insanların gizlice çekilmiş fotoğraflarını görüyorlar. Röntgenciymiş aktör. Sevişen insanların olduğu bir ormana gidip aktörü arıyorlar, buluyorlar. Diğer gestapolar geliyor. Çıkan karmaşada aktör ölüyor.

Katilin o olduğuna inanılıp dava kapatılıyor. Ama bir gün bi SS askeri, Beewen’e öldürülen kadınların ayakkabılarının bulunduğunu, ayakkabıların ölülerin yakınına gömülmüş olarak bulduklarını söylüyor. O sırada Beewen çingenelerin olduğu koğuşta görevde. Çingenelerden biri olan Toni bunu duyup cevap veriyor.  Kendi inançlarında ölünün ayakkabılarının her zaman alındığını söylüyor. Böylece ölüler rüyalara giremezmiş.. Yani katil bir çingene mi?

Çingeneler Nazi döneminde kısırlaştırıldı. İntikam almak için bir çingene bunları yapmış olabilir mi?

Çingene Toni, toplama kampından çıkarılması karşılığında katilin kim olduğunu söylüyor Beewen'e. Katil bir kadınmış. Adı Lena Vana. Kutsal bir kişiymiş. İntikam için Nazilerin arasına karışmış. 

Çingenelerin kayıtlarının yer aldığı arşiv belgelerinden Lena Vana'yı buluyorlar. Simon, fotoğraftaki kızı tanıyor. Magda. 

Magda’nın evine gidiyorlar. Her şeyi itiraf ediyor. Magda, albino bir çingene olarak doğmuş. 12 yaşındayken zengin bir adam onu görüp tecavüz etmiş, evlenmişler, adam onu eğitmiş, asil bir kadın yapmış. Magda, Nazilerin Lebernsborn projesini duyunca kendi ırkının kısırlaştırılmasının  intikamı olarak bu projeye dahil olan kadınları öldürtmüş, o kadınların da çeşitli acımasızlıklar yaptığını biliyormuş. Onların rüyalarına girmeyi de Simon'un rüyalarla ilgili yazılarından öğrenmiş. Maskeyi de izlediği bir filmden esinlenerek Ruth'a yaptırmış. 

Magda her şeyi anlattıktan sonra da kendini öldürüyor, çünkü kendisi de bu projeden hamile bırakılmış. Ölmeden önce son sözleri olarak diyor ki: “Hiçbir şey anlamıyorsunuz… Önemli olan sadece Avrupa Operasyonu.

*

Soruşturma böylece kapanıyor. Ama Beewen, Minna ve Simon'un aklına yer ediyor bu Avrupa Operasyonu.

Nazilerin korkunç operasyonlarının başında bulunan adam Mengerhausen'i bulup ona soruyorlar Avrupa Operasyonu nedir diye.

Avrupa Operasyonu mitolojiden yola çıkılarak verilmiş bir admış. Fenike kralı Agenor'un kızı Jüpiter, Avrupa'ya aşık olur. Bir Tanrı ile ölümlünün bu aşkından Girit'in ünlü kralı Minos doğar.  

Naziler, liderlerini Tanrı gibi görüyorlarmış. Bu liderlerin kurduğu rejimin devam etmesi için üstün çocuklarla soylarını sürdürmeyi planlamışlar. Üst düzey Nazi liderlerinin güzel Alman kadınları döllemesi ve rejimin bu çocuklarla devam etmesi amaçlanmış. Öldürülen kadınlar üst düzel liderlerden çocuklar taşıyormuş. Aktör sadece görünen yüzmüş. Magda’nın karnında da bizzat Hitler'in çocuğu varmış. Öldürülen kadınların fetüslerini alan Magda değil, Mengerhausen imiş. 

Mengerhausen’i öldürüyorlar. Kamptan çıkarken bir kamyon dolusu çocuğu da kurtarıp kaçıyorlar.

*

Zorlama geliyor bana biraz bu adamın romanları. İyi okutuyor kendisini meraktan ötürü. Ama bir yerden sonra gereksiz uzatıyor hissi alıyorum, sıkılıyorum, daralıyorum, bitsin diye okuyorum. 

*

Kitapta Nazilerin aptallığı ve vahşiliği güzel anlatılmış. Bu adamların tanıdık gelmesi ise çok üzücü. 

*
Nazi döneminde geçen başka bir hikaye için